TÜSİAD ekonomi turunda
Arzuhan Doğan Yalçındağ başkanlığındaki Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), Ankara'da ekonomi ile ilgili konuşmak üzere bakanlar düzeyinde tura çıktı.
TÜSİAD heyeti önce Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ı ziyaret etti. Maliye Bakanlığı'nın toplantı salonunda basına kapalı olarak gerçekleşen görüşme, yaklaşık 1,5 saat sürdü. Görüşmenin ardından herhangi bir açıklama yapılmadı.
Heyet daha sonra Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren ile görüşmek üzere bakanlığa gitti. Ekren, toplantı öncesinde yaptığı açıklamada, toplantıda küresel gelişmelerin ve olası sonuçlarının, reel sektörün sıkıntılarının ve temel makroekonomik değişimlerin değerlendirileceğini belirtti.
TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ ise temel makro ekonomik göstergelerdeki gelişmeleri ve temel ekonomik dengelerdeki değişimleri
sadece Türkiye değil, dünya piyasalarındaki trendi de ele alacaklarını kaydetti.
Türkiye Ekonomisinde yaşanan makro ekonomik gelişmeleri, son olarak işsizlikteki daralmayı ele alacaklarını da ifade eden Yalçındağ, toplantı zamanının önemine işaret ederek, “2008'in başlarında bu konularda önlem almak için toplantı çok faydalı olacak” dedi.
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Yalçındağ'ın, bugün Ankara'da gerçekleştirdikleri temaslara ilişkin daha sonra bir açıklama yapması bekleniyor.
Brezilya: ABD ve Avrupa ekonomisine bağımlı değiliz
Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva, Brezilya ekonomisinin, ABD ve Avrupa ekonomisine bağımlı olmadığını söyledi.
Da Silva, Brezilya’yı, büyük bir devlet ve büyük bir ekonomi haline getireceklerini söyledi. İhracat açısından, ABD ya da AB piyasasına bağımlı olmadıklarını belirten Da Silva, dünyanın birçok ülkesine ihracat yapabildiklerini kaydetti. 190 milyonluk bir nüfusa sahip olduklarının altını çizen Da Silva, 2010 yılına kadar, yılda ortalama en az yüzde 5 büyüyeceklerini de ifade etti. Da Silva, dış borcu azalttıklarını ve iyi bir makro ekonomik göstergeye sahip olduklarını vurguladı.
TÜSİAD'dan uyarı: Küresel dalga bizi de vurur
TÜSİAD Risk Yönetimi Çalışma Grubu Başkanı Saka, Türkiye'nin küresel krizden en başta etkilenecek ülkelerden olduğunu söyledi
TÜSİAD'a göre Türkiye'nin 7 önceliği
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Risk Yönetimi Çalışma Grubu Başkanı Dr. Tamer Saka, Türkiye'nin küresel krizden en başta etkilenecek ülkeler arasında olduğunu, yüksek dış finans gereksinimi bulunan Türkiye ekonomisinin küresel risk iştahının azalmasıyla, 2008’de faizler, kur ve buna bağlı olarak büyüme cephesinde olumsuz etkilere maruz kalacağını bildirdi.
Saka, finansal piyasalardaki rahatsızlığın reel sektöre ve yatırım fonlarına da sıçradığını belirterek, “Direkt yabancı yatırımların önemli bir kısmını gerçekleştiren yatırım şirketlerinin mevcut durumdan etkilenmesi dünya üzerindeki para hareketlerine önemli ölçüde sınırlama getirecektir. Bu durumdan en başta etkilenecek ülkeler arasında ise Türkiye bulunacaktır” dedi.
Kurumsal Risk Yönetimi ve 2008 Yılı Öngörüleri” seminerinde konuşan Saka, Türkiye'nin 2008 yılında karşı karşıya olduğu temel risklere dikkat çekti. Saka, 2008’de en başta gelen kaygılardan birinin ekonomi olduğunu belirterek, “Deregulasyon, finansal ürünlerdeki çeşitlilik, alternatif sermaye havuzlarının çoğalması, finansal hizmetlerdeki yakınlaşma, banka dışı aracı kurumların artan rolleri, dünya ekonomisini domine eden para birimlerinin çoğalması gibi nedenlerden dolayı dünyanın herhangi bir noktasında ortaya çıkabilecek problemlerin etkileri nitelik ve nicelik olarak ağırlaşmaya devam edecektir” dedi.
“GELİŞMİŞ ÜLKELERİN FİNANSAL SIKINTISI TÜRKİYE’Yİ YAKINDAN İLGİLENDİRİYOR”
Yeni ekonomik düzenin gerekliliklerini alışılagelmiş klasik ekonomi yönetimleri ile karşılamanın mümkün olmadığını vurgulayan Saka, hükümetlerin ekonomi yönetimindeki başarı ve başarısızlığını bu yeni dinamikleri ne derece okuyabildiklerinin belirleyeceğini ifade etti. Saka, global kredi piyasalarında yaşanan sorunların büyümesi sonucunda gelişmiş ekonomilerde, ABD’den başlayarak beklenenden sert bir yavaşlama yaşanması ve global risk iştahının kötüleşmeye devam ettiğine işaret etti.
2008’de ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerin finansal piyasalarından kaynaklanan sıkıntının, küresel talebin yavaşlaması ve likiditenin daralması ile dünya ekonomisini olumsuz etkilemesinin kaçınılmaz olacağını söyleyen Saka, “Doğal olarak bu gelişmeler Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. 2007 yılı sonu itibariyle durum değerlendirmesi yaparsak, ekonomiden gelen sinyaller çok olumlu değil. Büyüme hızımız önemli ölçüde yavaşladı, enflasyon nispeten hız kazandı, genel işsizlik oranı artmaya başladı, kamu maliyesinde disiplin zedelendi, cari acık sorunu büyüyerek devam etmiştir. Yaklaşan küresel dalgaya, bu tabloyla giriyoruz” diye konuştu.
GLOBAL RİSK İŞTAHININ DÜŞMESİ, YABANCI SERMAYE AKIMINI OLUMSUZ ETKİLEYECEK
Saka, ABD ekonomisindeki yavaşlamanın büyümeye doğrudan etkisinin düşük olacağını öngörerek, ancak diğer ekonomilerde yaratacağı etkiden dolayı, özellikle Euro bölgesinde güçlenecek bir yavaşlamanın dış ticarette yüzde 60’a varan bir paya sahip olması nedeniyle ihracatı ve büyümeyi olumsuz etkileyeceğini belirtti. Global risk iştahının daha fazla düşmesinin, portföy hareketlerini, borçlanma olanaklarını ve doğrudan yabancı sermaye akımlarını olumsuz etkileyebileceği uyarısında bulunan Saka, bu durumun, yüksek dış finans gereksinimi olan Türkiye ekonomisinde faizleri, kurları, dolayısıyla büyümeyi 2008’de olumsuz etkileyebileceğini kaydetti.
EMTİA FİYATLARINDAKİ YÜKSELİŞLE TALEP DAHA DA DARALACAK
Dünya petrol-enerji ve gıda fiyatlarında yükselişin sürmesinin, enflasyonu yükseltici etki yapacağını, faiz indirimlerini yavaşlatacağını ve iç talebi de olumsuz etkileyeceğini bildiren Saka, “Son günlerde petrol fiyatlarının 100 Amerikan Doları seviyesine gelmesinin söz konusu olması, durumun 2008 için önemini arttırmıştır” dedi.
Saka, finansal piyasalardaki rahatsızlığın reel piyasalara ve yatırım fonlarına sıçradığını aktararak, bundan dolayı, direkt yabancı yatırımların önemli bir kısmını gerçekleştiren yatırım şirketlerinin mevcut durumdan etkilenmesinin, dünya üzerindeki para hareketlerine önemli ölçüde sınırlama getireceğine işaret etti. Türkiye’nin, bu durumdan en başta etkilenecek ülkeler arasında yer aldığını söyleyen Saka, talebin daralmakta olduğu bir süreçte kritik emtia fiyatlarındaki yükselişin devam etmesinin de, talebin öngörülen düzeyden çok daha fazla azalmasına neden olabileceğini aktardı.
GLOBAL TALEPTEKİ DARALMA DIŞ TİCARET AÇIĞINI OLUMSUZ ETKİLEYECEK
Türkiye’nin paraya en yüksek seviyede para kazandıran ülkelerden biri olduğunu ifade eden Saka, cari açıkta Türkiye’nin, son beş yıldaki artış oranları açısından gelişmekte olan ülkeler arasında en üst seviyelerde bulunduğunu belirtti. Saka, küresel çalkantı sonucunda beklenen, global talepteki yavaşlamanın dış ticaret açığını hem miktar hem de değer olarak olumsuz etkileyeceğini kaydederek, dış kaynak girişindeki azalmanın da buna eklendiğinde, Türkiye’deki büyüme ve cari açık finansmanının daha zor şartlarda gerçekleşmesi ihtimaliyle karşılaşılacağını dile getirdi.
Saka, global risk iştahının düştüğü bir ortamda mali disiplinin zayıflamasının, kurları, enflasyonu ve faizleri yükseltici etki yapacağını öngörerek, iç talebi ise olumsuz etkileyeceğini ekledi.
TÜRKİYE’NİN İÇİNDE BULUNDUĞU DÖNEMDE AB’YE DAHA ÇOK ÖNEM VERİLMELİ
Küresel risk iştahının düştüğü bir ortamda Avrupa Birliğine uyum sürecinde daha fazla kötüleşme yaşanmaması gerektiğine de değinen Saka, “AB, içerisinde bulunduğumuz dönemde Türkiye’nin en önemli çapalarından biridir. AB’ye tam üyelik süreci karşı karşıya olduğumuz birçok sorunun çözümünde en önemli silahlarımızdan biridir. AB süreci çeşitli sebeplerden dolayı sekteye uğramış bir Türkiye’nin Global piyasalardaki sorunlardan çok daha fazla etkilenmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle içinde bulunduğumuz süreçte AB sürecine her zamankinden çok daha sıkı bir şekilde önem verilmelidir” dedi. Saka, yapısal ekonomik ve siyasal reformlardaki aksamaların ise, kurları, enflasyonu ve faizleri yükseltici etki yapacağını, iç talebi de olumsuz etkileyeceğini bildirdi.
2001 YILINDA TASARLANAN EKONOMİK İYİLEŞME PROGRAMININ SONUNA GELİNDİ
Saka, 2009’da yapılacak yerel seçimlerin etkisiyle kamu maliyesinin bozulma riskinin ortaya çıktığını belirterek, dünyanın içinde bulunduğu konjonktür dikkate alındığında durumun oldukça kritik bir önem kazandığını ifade etti. Ekonomiyi etkileyebilecek yasal düzenlemelerin ise, ilgili çıkar grupları ile yeterli düzeyde tartışılmadan hazırlandığını kaydeden Saka, bu durumun, hassas dengeler üzerine kurulu ekonomik dinamikleri olumsuz etkileyeceğini aktardı.
Saka, 2001 yılında, dünya ve Türkiye şartlarına göre tasarlanmış olan ekonomik iyileşme programının sınırına gelindiğine işaret ederek, içerden ve dışarıdan gelen baskıların aşılabilmesi için ekonominin uzun vadeli bir perspektifle yeniden yapılandırılması gerektiğini vurguladı. “Bunu sağlayabilmek için daha öncede TÜSİAD yönetimince ifade edilmiş olduğu gibi, yeni ekonomik düzeni iyi analiz eden, daha fazla katma değer üreten, dış talep ve kaynaklardan daha fazla pay almamızı sağlayacak, göreceli üstünlüklerimizi iyi kullanan, yeni bir strateji ve uygulama programı yapmak ve bu programı hızlı bir şekilde hayata geçirmek zorundayız” diyen Saka, işsizlik ve etkin olmayan iş gücü planlamasının da radikal ve yapısal önlemler alınmadığı takdirde gerek ekonomik gerekse sosyo-politik açıdan olumsuz etkiler doğuracağını bildirdi.
ENERJİDE SORUN DIŞA BAĞIMLILIK
Enerjide arz-talep dengesini sağlayabilmek için 2005-2020 döneminde yıllık ortalama 3.5-4.0 milyar dolar olmak üzere sadece üretimde yaklaşık 50-60 milyar dolarlık yatırıma ihtiyaç olduğunu söyleyen Saka, bu yıl itibari ile enerji arzının, talebi karşılamakta zorlandığını belirtti.
Saka, konunun ulusal bir enerji programı çerçevesinde biran önce ele alınması gerektiğini dile getirerek, “Nükleer enerjiye geçişi bu noktada son derece gerekli bir adım olarak görmekteyiz. İçerisinde bulunduğumuz günlerde başlayacak ihale sürecinin aksamadan yürütülmesi önümüzdeki yıllardaki tablonun daha da kötüleşmemesi için hayati öneme sahiptir” diye konuştu. Enerji konusundaki diğer sorunun ise dışa bağımlılık olduğunu aktaran Saka, “Bu kış İran’dan gelen doğal gazda yaşanan sorunlar bizler için alarm görevi görmelidir. Bu konuda politik sınırlamalar olduğunun bilincinde olarak yapılması gerekenin öncelikle içeride enerji üretiminde doğal gaza olan bağımlılığımızın azaltılması ve satın alma kaynaklarımızın da çoğaltılmasıdır” dedi.
TÜRKİYE, DEPREM, ULUSAL GÜVENLİK GİBİ RİSKLER İÇİN DE ÖNLEM ALMALI
Saka, terörist saldırılar, bir bütün olarak Irak’ta yaşanabilecek gelişmelerin Türkiye’ye etkisi, ABD ve İran anlaşmazlığı ve olası bir harekât, Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesinden sonra yaşanacak gelişmeler gibi ulusal güvenlik riski taşıyan konuların da dikkatli takip edilmesinin önemine değindi. İklim değişikliklerine bağlı olarak yaşanabilecek aşırı hava koşullarının ekonomik ve sosyal etkileri, kuraklık konularına da dikkat çeken Saka, “Olası İstanbul depreminin etkileri sosyal yaşam ve ekonomi üzerinde son derece büyük etkilere neden olabilecektir. Ne yazık ki İstanbul büyük çaplı bir depreme henüz hazırlanamamıştır” diye konuştu.
HÜKÜMET, EKONOMİK RİSKLERİN YÖNETİLMESİ İÇİN YENİ BİR VİZYON BELİRLEMELİ
Sırlanan tüm risklerde tek sorumlu olarak hükümetlerin görülmemesi gerektiğini söyleyen Saka, “Bu risklerin ancak hükümetin koordinasyonunda ilgi tüm kesimlerin etkin bir katılımı ile yönetilebileceğine tüm kalbimizle inanmaktayız. Ancak bunun için özellikle ekonomik risklerin yönetiminde 2008 yılında yeni bir vizyon ortaya konmasına ve bu vizyona uygun bir reform hamlesinin başlatılmasına ihtiyacımız olduğu görüşündeyiz. Bu nedenle hükümetin öncelikli riskleri ilgili aksiyonları zamanında ve doğru bir şekilde belirleyecek ve bunların koordineli bir şekilde uygulanmasını sağlayacak bir Kurumsal Risk Yönetimi yaklaşımını değerlendirmesi son derece yararlı olacaktır” dedi.
Ekonomide kırılganlık sürüyor
Eski Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, Türkiye ekonomisinin geldiği noktayı eleştirerek, ekonomide kırılma görülmemesinin nedeninin iyileşmelerden değil, hızlı yabancılaşmalardan kaynaklandığını söyledi.
Türkiye’deki ekonomik politikaların da gittikçe "yabancılaştığını" kaydeden Şener, Türkiye’nin küresel rekabet gücünün artırarak değil, kırılmalar yaşayarak yoluna devam ettiğini belirtti.
Abdüllatif Şener, Merkez Bankası’nın taşınması kararının Başbakan Recep Tayip Erdoğan tarafından bir soru üzerine alındığını söyleyerek, söz konusu kararın Acil Eylem Planı’nda yer almadığını hatırlattı.
Şener, Ankara Ticaret Odası (ATO), Türkiye Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler Serbest Meslek Mensupları ve Yöneticiler Vakfı (TOSYÖV) ve Ostim Sanayici ve İşadamları Derneği (OSİAD) işbirliğiyle düzenlenen “2008’de Türkiye Ekonomisinden Beklentiler” konulu toplantıya katıldı.
Şener toplantıda yaptığı konuşmada, 45 trilyon dolar olan dünya milli gelirinden en büyük payı 12.5 trilyon dolarla Amerika’nın aldığını belirterek, büyük ciroya sahip ülkelerin dünyaya yön verdiğini vurguladı. İslam Konferansı Teşkilatı üyesi 57 ülkenin dünya milli gelirinden aldığı payın sadece 2.7 trilyon dolar olduğunu dile getiren Şener, “Cirosu büyük olan ülkeler getirir burnunuzun dibine orduları diker, ama siz bir tır malı 2 ülke öteye götüremezsiniz” dedi.
Şener, 10 trilyon dolarlık toplam dünya ihracatı içerisinde İslam Konferansı Teşkilatı üyesi 57 ülkenin toplam payının 770 milyar dolar olduğunu, söz konusu payın 200 milyar dolarlık kısmının da Türkiye ve Malezya tarafından yapıldığını kaydetti. Şener, dünya rakamları içerisinde söz konusu payların “zekat değil, fitre oranı” kadar olduğunu söyledi. Türkiye’nin küresel rekabet gücünde kırılganlıklar yaşandığını dile getiren Şener, Türkiye’nin küresel rekabet gücünü artırarak devam ettirmesi gerektiğini vurguladı. Şener, ara malı ithal girdilerin söz konusu kırılganlığın en büyük göstergesi olduğunu belirterek, gerekli tedbirlerin alınması çağrısında bulundu.
Türkiye’nin dış yükümlülükleri açısından ve rezerv bakımından zayıf bir ülke olduğunu söyleyen Şener, “İçerde yaşanan gelişmelere bakarak rezervler artmış diyebilirsiniz. Ancak bu sizin güçlü bir ülke olduğunuzu göstermez” dedi. Şener, yaşanan kur düşüklüğüyle birlikte de dış pazarlarda yer tutmanın zorlaştığını ve iç pazarlarında yabancılara bırakıldığını dile getirdi.
“KÜRESEL DALGALANMALAR TÜRKİYE’Yİ ETKİLİYOR”
Amerika’da yaşanan mortgage dalgalanmalarının birçok Avrupa ülkesiyle Türkiye’yi de etkisi altına aldığını söyleyen Şener, “Türkiye bu dalgalanmalardan fazla etkilenmez” diyenlerin konuyu yetirince göremediklerini savundu. Şener, 2008 yılı içinde en önemli sorunlardan birinin dış piyasalardaki dalgalanmalar olacağını, dalgalanmalar söz konusu olmasa dahi küresel rekabet anlayışının kaybedilmesinin Türkiye’yi olumsuz etkileyeceğini söyledi. Türkiye’deki büyüme hızının beklenenin altında geliştiğini belirten Şener, şöyle dedi:
“Büyümenin yüzde 4’lerde olması bir olumsuzluk yaratıyor. Bunun yanı sıra kur desteği verilmesine karşın enflasyon oranı da yüzde 8-9’ların altına düşmüyor. Yoksul vatandaşın yaşadığı enflasyon açıklanan rakamın çok üstünde. Ayrıca son birkaç aydır işsizlik rakamları da artma trendine girdi. İşsizlik konusu tehlike sinyalleri veriyor. İhracat artıyor deniliyor ama ihraç ürün içerisindeki ithal payı da artıyor.”
Türkiye’nin yüksek cari açığa sahip olduğunu vurgulayan Şener, açığa karşın dövizin bol olduğu ve kurun düştüğünü, ihracatın zorlaştığını ve kısır döngüye girildiğini dile getirdi. Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması konusuna da değinen Şener, “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Acil Eylem Planı’nı açıklarken bir gazetecinin sorusu üzerine Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınacağını söyledi. Ancak bu karar aylarca üzerinde çalışılmış planda yer almıyor. Türkiye’de kararların soru soruldukça alınması en büyük risktir” dedi.
“UYARMAK FELAKET TELLALLIĞIYSA BEN TÜRKİYE’NİN FELAKET TELLALIYIM”
ATO Başkanı Sinan Aygün de konuşmasında, 2007 ekonomik genel sonuçlarının gündeme getirildiği gibi olmadığını, bunun rakamlara bakılarak görülebileceğini söyledi. Aygün, “Felaket tellalcısı gelen felaketi önceden haber verir. ‘Biz Türkiye iyiye gitmiyor’ dediğimiz zaman felaket tellalcısı olarak anılıyoruz. Eğer bu yakıştırma Türkiye’nin geleceği içinse ben bu yakıştırmayı kabul ediyorum. Biz uyarı görevi yapıyoruz” diye konuştu.
Türkiye’nin yüksek faiz ve düşük kur yüzünden yıllardır sıcak para cenneti haline geldiğini kaydeden Aygün, 2007’de yıllık ortalama yüzde 8.8 oranındaki faize karşın Türkiye’nin yüzde 18’in üzerinde faizle borçlandığını, döviz kurunun ise yüzde 16.7 oranında azaldığını söyledi. Türkiye’nin büyüme rakamı açısından iniş trendine girdiğini kaydeden Aygün, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Enflasyon hedeflemesi yüzde 100 şaştı ve tutmuyor. İşsizlik rakamı artışını sürdürüyor. ‘Cari açık karşılandığı sürece sorun değil’ deniliyor, peki karşılanmazsa ne olacak? Ülker Goddiva’yı alınca, manşetler bayram etti. Migros satılınca neden ağlamıyoruz? Yabancı sermaye geldi diye seviniyoruz, ülkeye yabancı sermaye gelmedi ki zaten o sermaye var burada, duruyor. Hazır şirketlerimiz gidiyor bizim, bu neden anlaşılmıyor? Bir tane örneğini verebilir misiniz bana, yabancı sermaye geldi, arsayı aldı, binayı dikti ve yatırım yaptı diye. Böyle bir örnek yok ki.”
“SÖZLER SÖYLEMDE KALIYOR”
TOSYÖV Başkanı Hilmi Develi de işveren üzerindeki SSK payının yüzde 5’e indirilmesinin 2009’a ertelenmesini eleştirerek, “Kar payı giderek düşüyor. Reel sektörün ve KOBİ’lerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için en önemli konu verilen sözlerin tutulmasıdır” dedi.
2007’nin reformlar açısından kayıp bir yıl olduğunu kaydeden Develi, yüksek olarak ilan edilen ihracat rakamlarını eleştirerek, “İhracat rakamları 106 milyar dolar deniliyor. İyi ama bu rakam içerisinde katma değeri yüksek olan ürün miktarı nedir? Gittikçe ithalata dayalı bir yapı oluşmaya başlıyor. Bu hormonlu büyümenin göstergesidir” diye konuştu. KOBİ’lerin ayakta kalabilmesinin şartının Ar-Ge olduğunu kaydeden Develi, bunun için gerekli yasanın oluşturulmadığını dile getirdi.
“LEASİNGDE YÜZDE 18 KDV BÜYÜK DARBE OLDU”
OSİAD Başkanı Nihat Güçlü ise konuşmasında, leasing sektöründe KDV oranının yüzde 18’e çıkarılmasının sektör için büyük darbe olduğunu söyleyerek, OSTİM’deki iş potansiyelinin yüzde 50 düştüğünü söyledi. Sektörün ekonomi alanındaki en küçük dalgalanmaları dahi hissettiğini belirten Güçlü, toplum olarak sağduyulu olunması gereken bir döneme girildiğini söyledi. Güçlü, “Çatışma için harcanan zamanın ülke kalkınması için kullanılması bir zorunluluk haline geldi” dedi.
"Türkiye'nin kanını emiyorlar"
DOKUZ Eylül Üniversitesi (DEÜ) Rektörü Prof. Dr. Emin Alıcı, iktisatçıların hergün televizyonlarda konuşmalarına rağmen boşu boşuna konuştuklarını belirterek, “Kendilerinin aldığı bir karar yok. Türkiye'nin üzerine kara bir bulut gelmiş. Kanı devamlı emiliyor” dedi.
DEÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi tarafından İzmir İktisat Kongresi anısına düzenlenen ve ‘Türkiye'nin İktisadi Dönüşüm Süresi’ adını taşıyan 2'inci Ulusal İktisat Kongresi Dokuzçeşmeler Kampusu'nda başladı. Açılış konuşmalarında Prof. Dr. Emin Alıcı. ekonomi üzerine kongreler yapılmasına, iktisatçıların hergün televizyonlarda konuşmasına rağmen bunların boşu boşuna yapıldığını savundu. Prof. Dr. Alıcı, şunları söyledi:
“Hergün iktisatçılar televizyonlarda konuşuyorlar. Boşuna konuşuyorlar. Kendilerinin aldığı bir karar yok. Bize biçilen roller var. Almanya'ya işçi gitmek. Şimdi Norveç'e işçi gitmek, onların bulduğu modası geçmiş olan şeyi burada üretmek. Para getiren işleri kimse bize bırakmıyor. Niye vermiyorlar? Çünkü içimizde işbirlikçi çok. İçimizde yürekli karar verecek politikacı sayısı az.”
Bir ülkenin ekonomisinin bağımsız olmasına gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Alıcı, “Küresellik demek teslim olmak, kanını emdirmek demek mi? Şimdi Türkiye'nin üzerine kara bir bulut gelmiş. Kanını devamlı emiyor. Ne zamana kadar? Hep emecek. Türkiye'ye her yıl 26 milyar dolar uyuşturucudan para giriyor. İnsan kaçakçılığından 7 milyar dolar giriyor. Benim bilmediğim kara para yolu daha vardır. Bunlar da bitecek gibi gözükmüyor” diye konuştu.
‘TAM BAĞIMLI HALE GELDİK’
Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, kendisinin 68 kuşağından olduğunu belirterek, “O zamanlarda tam bağımsızlık deniyordu. Sonra karşılıklı bağımlılık var dendi. 40 yıl sonra tam bağımlı hale gelmişiz” dedi. Belediye olarak özsermayeleri ile yatırım yaptıklarını ifade eden Kocaoğlu, “Borçlu ölmezmiş, benzi sararırmış denir. Bizim de hergün benzimiz sararıyor. Ama borç batağından kurtulduk. Belediye olarak bir kuruş faiz ödemiyoruz” dedi.
Türkiye'deki özelleştirme politikalarını da eleştiren Kocaoğlu, “Önce sigorta gitti. Bankalar gitti. Perakende sektörü gitti. Ticaret de gitti. Nasıl olacak? Tarım 40 yıl uyutuldu. Şimdi tarım denmeye başlandı. Çünkü aç kalacağız. Böyle tarım politikaları olmaz. Ülkeyi bu bağımlılık sarmalından, sosyal devlet anlayışından ileriye gidişini sağlayamayız. Bu ülkenin ulusal çıkarlarını nasıl koruyacağımızı nasıl onurlu duruş sergilemeyeceğimizi tartışmamız gerekiyor” diye konuştu.
‘İZMİR REHAVETE KAPILMAMALI’
EXPO 2015 Genel Sekteri Tunç Soyer de yaptığı konuşmada, adaylık kapsamında geçen hafta gerçekleştirilen uluslararası sempozyuma değinerek, delegelerin ve büyükelçilerin olumlu izlenimlerle ayrıldıklarını söyledi. Soyer, “Bunlar oya dönüşür mü söylemek mümkün değil. İzmir'in Milano'ya göre daha büyük avantajları olduğunu ve kazanacağını düşünüyorum. Bu pozitif sinyaller bizi rahatlatmamalı. Çok daha hırslı olmalıyız” dedi. Soyer ayrıca, İzmir'in EXPO ile büyük değişim yaşayacağına işaret ederek, “30- 35 senede gelecek yatırım, EXPO sayesinde 6- 7 yıl içinde akacak. Kent çok hızlı kabuk değiştirecek. Çok büyük değişimler yaşanacak” diye konuştu.
‘KRİZ İŞARETLERİ VAR’
İzmir Ticaret Borsası (İTB) Başkanı Aydın Kesen de, dünyanın herhangi bir ülkesinde yaşanan ekonomik krizin coğrafi olarak en uzaktaki ülkelere bile ulaştığına dikkat çekerek, şöyle konuştu:
“İçinde bulunduğumuz dönemde piyasalarda yaşanan gelişmeler böyle bir krizin ortaya çıkabileceğinin işaretini veriyor. Bu nedenle, gelişmeleri iyi takip etmek ve alınması gereken tedbirleri mümkün olan en kısa sürede hayata geçirmek büyük önem taşıyor.”
Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) Başkan Yardımcısı Haluk Tezcan, İzmir'in küresel ölçekte bir metropol olmak için gerekli potansiyele sahip olduğunu söyledi. İzmir Ticaret Odası (İTO) Genel Sekreteri Adnan Yıldırım, İzmir'in EXPO adaylığına dikkat çekerek, kentte çözüm bekleyen sorunların EXPO ile çözüm bulacağını kaydetti. DEÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şenay Üçdoğruk, Türkiye'nin geçmişten günümüze gelen ekonomik gelişiminin yeterli görülemeyeceğini söyledi.
Kongre 22 Şubat Perşembe günü sona erecek.
Şimşek'ten Körfez ülkelerine ziyaret
Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, Türkiye'deki yatırım olanaklarını tanıtmak amacıyla düzenlenen program kapsamında Körfez ülkelerinde temaslarda bulunacak
Devlet Bakanlığından yapılan açıklamaya göre, dün akşam Kuveyt'e giden Bakan Şimşek, 24 Şubat tarihine kadar sürecek program çerçevesinde Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar'da temaslarda bulunacak. Şimşek, Ata Yatırım tarafından organize edilen tanıtım programı (roadshow) kapsamında, bu ülkelerde ilgili bakanların yanı sıra ulusal ülke fonları ve yatırımcı şirketlerin temsilcileri ile de görüşecek.
Bakan Şimşek, Dubai Uluslararası Sermaye Piyasası Merkezini de ziyaret edecek.
Roadshow kapsamında ilk olarak bugün Kuveyt Maliye Bakanı El Şimali ile bir araya gelecek olan Bakan Şimşek, Arap Ekonomik Kalkınma Fonu yetkilileri ve diğer iş adamları ile görüşmeler yapacak.
Yarın Abu Dabi Ekonomi Bakanı Sheikha Lubna ile görüşmede bulunacak olan Devlet Bakanı Şimşek, Abu Dabi Ticaret Odasında iş adamları ile bir araya gelecek.
Dubai Uluslararası Finans Merkezi'nde 21 Şubat tarihinde düzenlenen öğle yemeğinde bir konuşma yapacak olan Şimşek, ertesi gün buradaki Türk iş adamları ile bir araya gelecek.
23 Şubat Cumartesi günü Katar'a geçecek olan Şimşek, burada düzenlenen çeşitli toplantılara katılarak bu ülkedeki yatırımcılar ile görüşecek.
Devlet Bakanı Şimşek, bir haftalık Körfez programının ardından 24 Şubat tarihinde Türkiye'ye dönecek.
’Kyoto, ekonomi ve sanayileşmeyi aksatır’ itirafı
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Kyoto Protokolü’nün imzalanmaması konusunda ilginç bir itirafta bulundu.
Sanayileşmekte olan ülkelerin, artan sera gazı emisyonları ile ilgili alacakları önlemlerin ekonomik büyümelerini sekteye uğratacağı endişesi taşıdığını söyleyen Eroğlu, "Bu sanayileşmekte olan ülkemiz için de geçerli" dedi.
NEDEN İMZALANMADI: Eroğlu, MHP Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın Kyoto Protokolü’nün neden imzalanmadığına ilişkin soru önergesine yanıt verdi. Türkiye’nin 24 Mayıs 2004’te Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf olduğunu dile getiren Bakan Eroğlu, "Kyoto Protokolü’nün hedefi, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin listesindeki ülkelerin sera gazı emisyonlarını 2012 yılına kadar 1990 yılı seviyesinin en az yüzde 5 altına düşürmektir" dedi. Türkiye’nin Kyoto Protokolü’ne taraf olmadığını belirten Bakan Eroğlu, Başbakan Erdoğan’ın 24 Eylül 2007’de BM tarafından New York’ta düzenlenen İklim Zirvesi’ndeki konuşmasında "Türkiye’nin İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin listesinde yer alan ülkelerden farklı kılan özel şartları çerçevesinde Protokole taraf olma konusunu olumlu karşılayacağını" söylediğini anlattı. Eroğlu, Türkiye’nin Kyoto Protokolü’nün temel prensiplerine karşı olmadığını belirtti
EKONOMİK ENDİŞE: Eroğlu, MHP’li Çalış’ın "Sanayileşmiş ya da sanayileşmekte olan ülkelerde, sera gazı salımları bir tehlike oluşturmakta mı? Ülkemizde böyle bir tehlike söz konusu mu?" sorusuna ise şu karşılığı verdi: "Sera gazı emisyonları bir sorun. Sanayileşmiş ülkelerin sera gazı emisyonları ile mücadele kapasiteleri sanayileşmekte olan larınkinoen yüksek. Alınacak önlemlerin, ekonomik büyümeleri sekteye uğratacağı endişesi var. Bu durum Türkiye için de geçerli."
BAE: Türkiye’ye 4 milyar dolar yatırdık
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile 7 yıl aradan sonra ilk kez yapılan 7’inci Karma Ekonomik Komisyonu (KEK) toplantısında, hedefin iki ülke arasında 3.7 milyar dolara ulaşan ticaret hacminin 10 milyar dolara çıkarılması oluduğunu söylerken, Türkiye’deki cazip projelere de dikkat çekti.
4 MİLYAR DOLARLIK YATIRIM: BAE Ekonomi Bakanı Sheikna Lubna Bint Khaled Al Quasimi ile birlikte protokole imza atan Kemal Unakıtan, Türkiye’de BAE yatırımlarının 4 milyar dolar seviyesine ulaştığını ifade ederek, Dubai Liman İdaresi’nin Yarımcada arazi satın almasından sonra, Sama Dubai şirketinin uluslararası ihalede İstanbul Belediyesinden arazi almasının Türkiye’ye duydukları güvenin en açık göstergesi olduğunu söyledi.
ÖZELLEŞTİRMELERE DAVET: Halkbank, Galataport, elektrik dağıtım şirketleri ve bazı elektrik üretim şirketleri, 25 adet şeker fabrikası, otoyol ve köprülerin özelleştirme takviminde ön sıralarda yer alan kuruluşlar olduğunu kaydeden Unakıtan, giderek gelişen ve derinleşen Türk sermaye piyasaları, gayrimenkul, GAP’taki sulama projeleri, turizm ve sağlık alanındaki projeler ile İstanbul Belediyesi’nin bazı projelerinin BAE sermayesi için, cazip olduğunu söyledi.
TİCARET 4 YILDA 4 KAT ARTTI: Birleşik Arap Emirlikleri ile ticaretin ve ekonomik ilişkileri en üst düzeye çıkarmaya kararlı olduğunu da belirten Unakıtan, son 4 yılda ticaret hacminin 4 kat arttığını ve 2007 yılında 3,7 milyar dolara ulaştığını belirtti. Hedefin orta vadede ticaret hacmini 10 milyar dolara çıkarmak olması gerektiğini söyledi.
ANLAŞMAYA DESTEK VERİN: Unakıtan, karşılıklı atılması gereken adımların arasında Türkiye’nin Körfez İşbirliği Konseyi ile en kısa zamanda Serbest Ticaret Anlaşması’nı (STA) imzalamasının de yer aldığını belirtti. Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri ile Körfez İşbirliği Genel Sekreteri’nden Türkiye’ye destek sözü aldıklarını hatırlatan Unakıtan, bu konuda Birleşik Arap Emirlikleri’nin destek istedi. Unakıtan ayrıca Türk müteahhitlerinin BAE’de bazı ufak tefek problemler yaşadığını kaydeden Unakıtan, "Bu konuda yardımlarınızı istiyoruz" dedi.
İŞBİRLİĞİ FORUMUNA DESTEK: BAE Ekonomi Bakanı Al Quasimi de, Türkiye ile Körfez İşbirliği arasında imzalanacak STA’nın çekirdeğini oluşturacak bir anlaşmayı daha önce imzaladıklarını hatırlatarak, "Türkiye ile Körfez İş Konseyi arasında imzalanacak olan STA ile ilişkilerde büyük bir atılım gözlenecektir" dedi. Türk İşbirliği Formu’nun oluşmasını da desteklediklerini vurguladı.
Sama Dubai, TOKİ projeleriyle ilgileniyor
MALİYE Bakanı Kemal Unakıtan, TOKİ’nin konut, okul ve hastane projeleri bulunduğunu kaydederek, Sama Dubai’nin o projelerle ilgileneceği bilgisinin kendilerine ulaştığını ve söz konusu projelerin ilgili idare tarafından Sama Dubai’ye takdim edileceğini ifade etti.
Merkez Bankası faizleri yine yükseltti
MERKEZ Bankası, faizleri 25 baz puan (yani % 1’in dörtte biri) düşürerek, bir bakıma faizleri artırmış oldu.
Dünyada döviz (hard currency) diye adlandırılan paraların reel faizleri % 1’ler düzeyinde geziniyor. ABD’de nominal faizler % 40 indirildi. Gerek ABD’den, gerek AB’den faizler indirilecek sinyalleri gelmeye devam ediyor. Diğer yandan gelişmiş ülkelerde enflasyonda yükselme var.
Bu iki değişim hesaba katılınca, yani nominal faizlerde enflasyon düzeltmesi yapılınca "reel faiz"ler bulunur. İşte yukarıda sözünü ettiğim yaklaşık % 1’lik reel faiz böyle hesaplanmıştır. İktisadi karar alma açısından önemli olan bu faiz oranı, budur. Türkiye’de reel faizler ise % 8 dolayında. Merkez Bankası, faizleri çeyrek puan indirerek, Türkiye’nin kemikleşmiş "yüksek faiz-ucuz döviz" politikasından sapmadığını, sapmayacağını (sapamayacağını) tüm dünyaya bir kez daha ilan etmiş oldu.
* * *
"İktisat, müşevviklerden bahseder" (Economics, is about incentives) diye bir söz vardır. Gerçekten iktisat politikası tasarımcıları, aldıkları her kararla, iktisadi karar alıcıları belli yönde hareket etmeye teşvik eder. Politika yapıcıların başında da merkez bankaları ve maliye bakanlıkları (Hazine) gelir. İktisadi karar alıcılar denince de şirketler ve hane halkı kastedilir.
Durum şöyle: Merkez Bankası faizleri yüksek tutuyor. Hazine de döviz cinsinden "düşük faizli-uzun vadeli" borçlanmak yerine, TL cinsinden "yüksek faizli-kısa vadeli" borçlanmayı tercih ediyor. İktisadi politikalar daima "Merkez&Hazine" ortak yapımıdır. Ekonominin iki patronunun birlikte yürüttükleri bu politika ile gerek yurtiçindeki, gerek yurtdışındaki iktisadi karar alıcıları belli bir yönde hareket etmeye teşvik ediyor. "Merkez&Hazine"nin yolladığı mesajı alan yerli ve yabancı işadamları ve hane halkı hangi cihete yöneliyor. Sonunda nasıl bir tablo oluşuyor?
1. Orta vadede kapanması gereken cari işlem açığı, giderek büyüyor.
2. 2007’de büyüme hızı % 4’lere doğru düşerken, döviz açığı 32 milyardan 38 milyar dolara tırmanıyor. Artış oranı % 18.
3. "Yüksek faiz-orta enflasyon" noktasında salınıma giren ekonominin, "düşük faiz-düşük enflasyon" istikrar noktasına geçişi gecikiyor.
4. Bu geçişin yani düzeltmenin "ekonomi küçülürken, cari işlem açığının hızla daralması" anlamına gelen yumuşak iniş senaryosunun hayata geçme ihtimali azalıyor.
5. Sert iniş veya Asaf Savaş’ın deyişiyle "gayri muntazam" düzeltme riski artıyor.
6. Birikimlerini TL’de tutan yerli ve yabancı zenginler, dünyanın en faiz gelirini elde ediyor.
7. Bu faizleri, Türk halkı ödüyor. Bütçesinin gelir tarafını % 70 dolaylı vergilerle dengelemeye çalışan Maliye, geniş halk kitlelerine vergi salıp, onlardan topladığı paraları bir avuç yerli ve yabancı zengine aktarıyor. Bu da İslami ekonomi oluyor.
Unakıtan: Türkiye'nin gündem maddesi ekonomidir
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, “Biz devamlı söylüyoruz, fazla dinleyen yok. Türkiye'nin gündemi, birinci gündem maddesi ekonomidir. Bunu, fevkalade üzerine basa basa, altını çize çize söylüyorum” dedi.
Maliye Bakanı Unakıtan, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Oğuz Satıcı ve beraberindeki heyeti makamında kabul ederek, bir süre görüştü. Görüşmenin ardından Unakıtan ve Satıcı, görüşmeye ilişkin açıklama yaptı.
Unakıtan, konuşmasına, “Biz devamlı söylüyoruz fazla dinleyen yok. Türkiye'nin gündemi, birinci gündem maddesi ekonomidir. Bunu, fevkalade üzerine basa basa, altını çize çize söylüyorum. Başka yerlerde konularla ilgili çok meşgul oluyorsunuz ama Türkiye'nin gündeminin birinci maddesi ekonomidir, aş ve iştir. Bunlar fevkalade önemlidir” diyerek, başladı.
Bugün Türkiye'nin artık eski Türkiye olmadığını ifade eden Unakıtan, “100 milyar dolar ihracatı aşmış, çok daha ileri hedeflere kilitlenmiş bir Türkiye var. Eskiden bunları rüyamızda bile görmezdik. Çok uzun değil 1977-1978'de Türkiye'nin ihracatı 2 milyar dolardır. 2 milyar dolar nerede, 107 milyar dolar nerede. Bu seneki hedefleri 125 milyar dolar diyoruz. O bakımdan alınacak çok yol ve yapılacak çok iş var” dedi.
Türk insanının refah seviyesini yükseltmek için çok çalışması mecburiyeti bulunduğunu, rehavete kapılma lüksü olmadığını vurgulayan Unakıtan, “Başka hedeflerle, başka konularla Türk milletinin de çok fazla meşgul edilmesine gerek yok. Onu da açıkça söylemek istiyorum” diye konuştu.
Türk müteşebbisi, üreticisi ve ihracatçısı ile Türkiye'ye döviz getirenlerin devamlı yanında olduklarını ve olmaya devam edeceklerini belirten Unakıtan, şöyle devam etti:
“Onların teşvikçisi olmaya devam edeceğiz. Eğer biz üretimimizi, GSMH'yi artıramazsak, diğer ülkelere göre çok gerilerde kalırsak ne konuyla ilgilenirseniz ilgilenin hiç kıymeti harbiyesi yok. Ama eğer biz bu insanımızın gelir düzeyini, GSMH'yi, üretimimizi artıracaksak, ileri ülkelerle, Avrupa ülkeleriyle boy ölçüşebilir hale geleceksek o zaman gündem ekonomidir,üretimdir, ihracattır, ekonominin büyümesidir.
Ekonomi büyüdüğü zaman bundan herkes istifade eder, ekonomi büyümediği, küçüldüğü zaman Türkiye'de herkes küçülür. Ama büyüdüğü zaman herkesin cebine biraz daha fazla para girer. Bu hedeften katiyen ayrılmamamız lazım.”
Ziyarette, Satıcı ile Türkiye'nin gerçek gündemini konuştuklarını dile getiren Unakıtan, “Türkiye'nin ihracatını, hedeflerimizi, Türkiye'nin yapması gerekenleri konuştuk, konuşmalarımıza devam edeceğiz” dedi.
Unakıtan, hükümet olarak reel sektörün, üreticinin, sanayicinin, tüccarın, esnafın ve ihracatçının yanında olduklarını söyledi.
“TÜRKİYE'NİN BİRİNCİ ÖNCELİĞİ İHRACAT OLMALI”
TİM Başkanı Oğuz Satıcı da görüşmede, ihracattı bu yıl için koydukları 125 milyar dolarlık hedefe ne şekilde gideceklerini ve Bakan Unakıtan'dan nasıl bir destek beklediklerini dile getirdiklerini kaydetti.
Üretici ve ihracatçıların Türkiye'nin kayıt içinde çalışan en önemli omurgası olduğunu ifade eden Satıcı, görüşmede ayrıca kayıt dışıyla mücadele konusunda nasıl işbirliği içinde olacaklarının da gündeme geldiğini belirtti. Satıcı, “TİM kısa, orta, uzun vadeli hedeflerle çalışan Türkiye'deki tek kurum diyebilirim. 2023 için 500 milyar dolarlık ihracat hedefimize bugünden adım adım ne şekilde gideceğimizi planlamaya çalışıyoruz” dedi.
Oğuz Satıcı, hem Türkiye içinde hem Türkiye dışında çeşitli limanlarla ilgili çalışmaları bulunduğunu ve Bakan Unakıtan'a bununla ilgili bilgileri verdiklerini ve yurt dışı çalışmaları için destek istediklerini anlattı.
Türkiye'de herkesin minimum senelik yüzde 7 büyümeye kilitlenmesi gerektiğini vurgulayan Satıcı, “Ne kadar hızlı büyürsek, ne kadar hızlı zenginleşirsek, bu sorunların hepsi otomatikman ortadan kalkacak. Türkiye böyle bir transformasyon, değişim sürecinden geçiyor. Göreceksiniz, ihracatla büyüyecek, zenginleşecek ve bütün bu sıkıntı sorun dediğimiz şeylerin hepsi buharlaşıp, gidecek” şeklinde konuştu.
Türkiye'nin birinci önceliğinin her zaman ihracat olması gerektiğini ifade eden Satıcı, “Herkes sabah kalktığında, 'bugün ihracat için ne yapmalıyım?' Akşam yatarken de, 'ben bugün ihracat için, Türkiye'nin zenginleşmesi için ne yaptım?' diye sormalı. Bunu becerirsek, göreceksiniz sorunların hepsinden çok hızlı biçimde kurtuluruz” diye konuştu.
Bu arada bir gazetecinin Bakan Unakıtan'a, “Eskişehirspor'un süper lige çıkması durumunda Ronaldinho'yu transfer edeceğine” ilişkin sözlerini hatırlatması üzerine, güldü ve “Pazar günü Antalyaspor-Eskişehirspor maçı var. İki takımızı da büyük imtihan bekliyor. İki takıma da başarılar diliyorum”.
Maden mühendisleri işsizlik batağında
Maden Mühendisleri Odası, küreselleşme çerçevesinde tüm alanlardaki dönüşümle mühendislerin meslek alanlarının daraltıldığı, işsizliğin arttığına işaret ederek, özellikle maden mühendisleri arasında işsizlik oranının yüzde 36’ya ulaştığını, yeni mezunlarda ise bu oranın yüzde 50’ye çıktığını bildirdi.
Oda Yönetim Kurulu adına yapılan açıklamada, maden mühendisleri arasında işsizlik oranının yüzde 36’ya ulaştığını, yeni mezunlarda ise bu oranın yüzde 50’ye kadar çıktığını bildirdi. Açıklamada, yaşanan bu süreçte işlevsizleşen birçok meslek grubu gibi, maden mühendislerinin de toplum içindeki konumunun tahribata uğradığı ve tüm ücretli mühendislerin yoksullukla baş başa bırakıldığına işaret edildi.
SORUN POLİTİKADA : Uygulanan ekonomi politikalarının istihdamı artırmak bir yana işsizliği büyüttüğü, refah artışının ise çalışan kesimde değil, tekeller ve rantiye cephesinde olduğu anlatılan açıklamada şöyle denildi: "İstihdam azalmış, işsizlik artmış, çalışanların reel gelirleri gerilemiştir. Yoksulluk sınırındaki 15 milyon insan ile 6 milyon işsiz görmezden gelinmektedir. Bugün ülkemizde eğitimli işsizlik oranı resmi rakamlara göre yüzde 20’ye yakındır. Maden Mühendisleri arasında işsizlik ya da mesleğinde bir işte çalışamama oranı da oldukça yüksektir. Toplam kitle içerisinde bu oran yüzde 36’dır. Ancak, son yıllarda mezun olanlar arasında bu oranın yüzde 50’den çok daha fazla olduğu ve işsizliğin giderek hızla arttığı gözlemlenmektedir."
'2007 Enflasyonu bu yıla da yansıyabilir'
IMF Dış İlişkiler Direktörü Mesud Ahmed 2007’deki enflasyonun etkilerinin bu yıla da yansıyabileceğini bildirdi.
Mesud Ahmed, Washington’da düzenlediği basın toplantısında ABD’nin OPEC’e yönelik petrol arzını artırma çağrısının, petrolü ne kadar ucuzlatabileceğine ilişkin bir soruyu yanıtladı. Bugüne değin yüksek petrol fiyatlarının “output effect”inin (faktörlerdeki fiyat değişikliklerinin çıktıya etkisi) idare edilebilir olduğunu, petrol fiyat artışında sürdürülebilir, güçlü talep büyümesinin etkisi de bulunduğunu kaydeden Ahmed, bunun da yükselen piyasa kökenli olduğunu anlattı.
ENFLASYONUN ETKİSİ 2008’İN BİR BÖLÜMÜNDE SÜREBİLİR
IMF Dış İlişkiler Direktörü Mesud Ahmed, petrol ve gıda fiyatlarındaki büyük kabarmanın etkisini dünyada 2007 enflasyonunda gösterdiğini, petrol fiyatlarında son dönemdeki ters harekete karşın etkinin, bu yılın büyük bölümünde de varlığını sürdürebileceğini anlattı.
Mesud Ahmed, “Küresel ekonomi beklendiği üzere bu yıl yavaşlarsa o zaman, petrol talebindeki azalma gibi petrol fiyatlarının da düşeceğini umabiliriz. Gerçekten son günlerde ABD ekonomisindeki yavaşlamaya ilişkin kaygılarla, daha şimdiden petrol fiyatları, Ocak’ın ilk günlerindeki yüksek düzeyinden önemli ölçüde aşağıya inmiştir” dedi.
Petrol fiyatlarında gelecekteki değişikliklerin küresel büyüme üzerindeki etkisine ilişkin kaygıların büyük ölçüde temel ekonomik sebeplere bağlı olduğunu belirten Ahmed, “Eğer petrol fiyatları, yükselen piyasaların beklenenden daha fazla büyümesi dolayısıyla artarsa, bu artış, bir bakıma küresel ekonomi için sağlık belirtisidir” dedi.
Petrol fiyatlarında arz kaynaklı bir yükselmenin ise büyümeye karşıt etkileri artırıp ciddi endişelere yol açacağını kaydeden Mesud Ahmed, artan petrol fiyatlarının birçok ülkede geçen birkaç aydaki enflasyon artışında etkisi bulunduğunu anlattı.
Ahmed, “Son yıllarda küresel büyümenin motorları olan yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ülkelerde, geçen yılki ortalama yüzde 7.8 büyüme rakamının bu yıl yüzde 6.9’a düşeceğini, hala sağlıklı, fakat ılımlı bir büyüme olacağını tahmin ediyoruz” dedi.
Yükselen piyasaların birçoğunu şu anda rahatsız eden sorunun, güçlü iç talep ve yüksek enerji-gıda fiyatlarından kaynaklanan enflasyon baskısı olduğunu belirten Mesud Ahmed, “Gelişmiş ekonomilerde talepte daha fazla bir zayıflama- özellikle de sıkı mali koşulları yansıtıyorsa- yükselen piyasalardaki büyüme beklentileri üzerinde olumsuz etki yapacaktır” dedi.
IMF Dış İlişkiler Direktörü Mesud Ahmed, büyümede ılımlı bir düşüşün kimi ülkelerde, bu ekonomilerdeki aşırı ısınma kaygılarını hafifleteceğini de kaydetti.
2001 krizinden sonra ekonomi iyiye gitti, mutluluğumuz arttı
Dünya genelinde 25 ülkede 1981’den beri yapılan ’Dünya Değerler Araştırması’nın 2007 sonuçları açıklandı.
Türkiye’de Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yılmaz Esmer ve ekibi tarafından gerçekleştirilen araştırmanın sonuçları 2001 Ekim ayındaki araştırmayla kıyaslandığında Türk toplumunun aradan geçen sürede ekonomide istikrarın sağlanması ve iyileşme nedeniyle daha mutlu birtoplum haline geldiği görüldü. Araştırma sırasında anketörlerin, soruları yanıtlayanların tansiyonlarını da ölçtüğünü belirten Prof. Esmer, son günlerde ’türban’ tartışmalarıyla gerelim yaşayan AKP ile CHP arasındaki tansiyon farkını da ortaya koyduklarını söyledi. Esmer, "AKP’lilerin tansiyonu 13’ün üzerinde çıktı, CHP’lilerin ki 12 civarında. DTP ile MHP’lilerin tansiyonu da 12 seviyesinde" dedi.
BETAM KAPSAMINDA OLACAK: Dünya Değerler Araştırması’nın belirli periyodlarla her ülkedeki temsilcisi tarafından tekrarlandığını anlatan Yılmaz Esmer, bugüne kadar 1991, 1996, 2001 ve 2007’de tekrarlandığını ve dünyanın en geniş kapsamlı sosyal bilim projesi olduğunu söyledi. Esmer, araştırmanın ABD Siyasal Bilimler Derneği’nin en değerli veri tabanı ödülünü de kazandığını vurguladı. Esmer, önümüzdeki dönemde bu araştırmanın Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi çatısında devam edeceğini kaydetti.
TÜRKLER ŞİMDİ DAHA MUTLU: 2001 yılı Ekim ayında yapılan önceki araştırmada Türkiye’de mutluların oranı yüzde 59 çıkıyordu. Mutsuzların oranı ise yüzde 41 düzeyindeydi. Bu rakamlar 2000 yılında yüzde 78 ve 23 seviyesindeydi. Pro. Dr. Yılmaz Esmer, aradan geçen 6 yıldan sonra mutluların oranının yüzde 86’ya çıktığını, mutsuzların oranının ise yüzde 13’e indiğini söyledi. Bu mutluluk yönündeki pozitif dönüşümün temelinde ’hanenin maddi tatmin durumunun’ önemli etken olduğunu söyleyen Yılmaz Esmer, "2001’de hanenin maddi tatmin durumu verimiz yok. Ancak 2000 yılında yani krizden önceki yıl bu veri 10 üzerinden 4.26’ydı. 2007 bu veri 10 üzerinden 5.99’a çıkmış görünüyor. Dolayısıyla mutluluk artışında ’hanenin gelir durumunun tatminkarlık düzeyi’ etkili olmuş görünüyor" dedi.
DEMOKRASİ VE DİN: Dünya Değerler Araştırması’nın siyasi ve kültürel değreleri de sorguladığını belirten Prof. Esmer şöyle konuştu: "Vatandaşın demokrasi tarifleri çok farklı ama yine de ’Sizin için demokratikbir ülkede yaşamak nekadar önemli’ sorusuna verilen yanıt çok pozitif değişim göstermiş durumda. Buna karşın ’kurumlar güven indeksi’nde Türk ordusu yine yüzde 74 ile birinci çıkıyor. Hükümet ve siyasi partilere güven ise 2001 araştırmasını göre oldukça iyileşmiş durumda. Bunda AKP’nin önemli etkisi olduğu görülüyor. Din ise Türk toplumunun en önem verdiği olgu. 1990’dan beri ’din önemli’ diyenlerin oranı yüzde 90’ın üzerinde, ’dindarım’ diyenlerin oranı da yüzde 80’ler civarında çıkıyor."
Türklerin değerleri nasıl değişti
2001’de yüzde 41 olan mutsuzların oranı 2007’de yüzde 13’e düştü. Hanelerin maddi tatmin düzeyi 1990’dan bu yana en yüksek değerlerde.
Etnik çeşitliliğin ülke birliğini bozmaktan ziyade, ülkede yaşamı zenginleştirdiği görüşü ağır basıyor.
Sol-Sağ cetvelindeki konumlarına baktığımızda, genel seçmen kitlesinin ortalama olarak, hem parlamentodan hem de medyadan daha sağda yer aldığı görülüyor. En solda medya elitleri konumlanıyor.
BETAM bilimsel standardı yüksek araştırmalar yapacak
BAHÇEŞEHİR Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) Direktörü Seyfettin Gürsel; Prof. Dr. Taner Berksoy, Prof. Dr. Yılmaz Esmer ve Doç. Dr. Deniz Gökçe ile genç araştırmacıların birlikte çalışacağını ve bilimsel standardı yüksek araştırmalar yapacaklarını söyledi. Gürsel, "Türkiye’de araştırma kurumlarının sayısı yetersiz. Geçmişe göre daha dayanıklı bir ekonomimiz var ancak bazı yapısal reformlar da bekliyor. BETAM olarak bizler bu süreçte üzerimize düşeni yapacağız. Özgün konularda sorunları tanımlayıp anlamlı politika notları üreteceğiz. Ayrıca ekonomik ve toplumsal sorunlar için daha detaylı analiz ve daha akademik düzeyde çalışmalar üreteceğiz. Bilimsel çalışmalara destek veren kurumlarla temel sorunlara ilişkin kapsamlı araştırmalar hedefliyoruz" dedi.
İşadamı ve sanayicilerden "acil tedbir" çağrısı
Doğu Akdeniz Sanayicileri ve İşadamları Dernekleri Federasyonu (DASİFED) Başkanı ve Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Başkan Yardımcısı Süleyman Onatça, “Piyasada çok büyük bir nakit sıkışıklığı var. Ekonomi konusunda hükümet acil tedbir almalı” dedi.
Onatça, ABD'de başlayan ve Orta Doğu ve Avrupa'da süren ekonomik çalkantının, Türkiye'yi de etkilediğini ve etkilemeye devam edeceğini ifade etti.
Sanayici, yatırımcı ve çalışan herkesin 2008'de ekonomi konusunda endişeleri bulunduğunu, bu nedenle harcamaların kısıldığını ve bekleme dönemine girildiğini ifade eden Onatça, “Piyasaya nakit çıkmıyor. Büyük bir nakit sıkışıklığı var. Bunun en büyük göstergesi, çek ve senetlerin, 5 yıldır hiç olmadığı kadar çok geri dönmesi” dedi.
Hükümetin ekonomi konusunda acil tedbir alması gerektiğini belirten Onatça, şöyle devam etti.
“Tüm dünyada ülkeler ekonomiyi konuşuyor. 2008 ve ilerisi için ekonomik tedbirler değerlendiriliyor. Bizim gündemimizde başka konular var. Bunlar da mutlaka konuşulmalı, ancak, zamanı değil. Şimdi bir yangın var ve bunun tedbirini almak lazım. Ülkemizi seviyoruz ve çalışıyoruz. Herkes elinden geldiğince felaket tellallığı yapmamaya çalışıyor ve krizden çok bahsetmiyor. Ama, tedbir alınması gerektiğinin altını kalın kalın çizmek lazım.”
“FAİZLER İNMELİ”
Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Adana Şube Başkanı Bilal Nadir Gök ise insanların ABD'de yaşanan krizden sonra kendisini korumaya aldığını, dövizin üzerindeki aşırı baskıdan dolayı birikimlerini ellerinde tutarak, beklediklerini ifade etti.
Faizlerin yüksek olduğunu ve bu durum sürdüğü sürece birikimlerin de piyasaya yansımayacağını kaydeden Gök, “Merkez Bankası bu konuda aktif davranmalı ve faizlerin düşüşünü sağlamalı. Piyasada para dönmesi için insanların rahat hareket etmesi lazım. Döviz üzerindeki baskı kalkıp, faiz düşürülürse, piyasa kendi kendine toparlanacaktır. Türkiye'de dinamikler yerine oturdu ve ekonomi iyi yolda. Türkiye'nin ABD ve Uzak Doğu ülkelerindeki krizlerden çok etkilenmemesi bunun göstergesi” dedi.
Çukurova Genç İşadamları Derneği (ÇUGİAD) Başkanı Ayhan Şenbayrak ise 2008'in temkinli olunması gereken bir yıl olduğunu ifade ederek, “Kendi öz kaynaklarımıza dönmemiz gereken bir dönemdeyiz. Piyasada karamsar bir hava var ve insanlar önlerini göremedikleri için bekleme sürecinde. Harcamalar kısılıyor, sürücüler dahi otomobillerine 5-10 YTL'lik yakıt alıyor” dedi.
Hükümetin, beklenti yönetimini daha iyi yapması gerektiğini ifade eden Şenbayrak, “Seçimlerden sonra bazı projeler ve değişimler bekleniyordu, ancak bu olmadı. Ekonomiye odaklanmamız gerekirken, gündem bambaşka konularla meşgul halde. Hükümet ekonomiyle ilgili yeni atılımlar yapmalı ve beklentileri karşılamalı” dedi.
Yıllık ihracat 110 milyar dolara dayandı, 2008’e hızlı giriş yaptı
Türkiye geçen yılı 109 milyar 166 milyon dolarlık ihracatla kapatırken, 2008’in ilk ayında da 9 milyar 820 milyon dolarla başladı. Bayram nedeniyle 2007 Ocak’ında sınırlı ihracat yapılmış olması, bu yılın ocak ayındaki artışı yüzde 50’ye yaklaştırdı.
TÜRKİYE İhracatçılar Meclisi (TİM) açıkladığı verilere göre, ocak ayında ihracat geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 49.27 artışla 9 milyar 820 milyon 192 dolar olarak gerçekleşti. Böylece ocak ayı itibariyle son bir yıllık ihracat yüzde 24.86 artışla 109 milyar 166 milyon 926 dolara ulaştı. Türkiye’nin yeni yıla hızlı bir giriş yapmasında ise, geçen yılın ocak ayı ihracatının bayram nedeniyle düşüm çıkması etkili oldu.
YÜZDE 86’SI SANAYİDEN: TİM’in Eskişehir Genç İşadamları Derneği’nin ev sahipliğinde Eskişehir’deki Paşabahçe Şişecam Cam Fabrikası’nda açıkladığı rakamlara göre, ocak ayında 9.8 milyar dolarlık ihracatın 8 milyar 400 milyon dolarla yüzde 86’sını, tarıma dayalı işlenmiş ürünler ve kimyevi maddeler de dahil olmak üzere sanayi ihracatı oluşturdu. Tarım sektörünün 1 milyar 196 milyon, madencilik sektörünün 233.5 milyon dolarlık ihracat yaptığı ocak ayında, sanayi grubundaki ihracatın 1 milyar 39.4 milyon dolarını kimyasal maddeler, 768.9 milyon dolarını tarıma dayalı işlenmiş ürünler, 6 milyar 592.4 milyon dolarını ise doğrudan sanayi mamulleri oluşturdu. Bu kapsamda alt sektörlere göre en yüksek ihracatı 2 milyar 152.4 milyon dolarla taşıt araçları ve yan sanayii gerçekleştirdi. Hazır giyim ve konfeksiyon aylık 1 miyar 445.5 milyon dolarlık ihracatla ikini sırada yer aldı. 2008 yılının ilk ayında geçen yılın aynı dönemine göre en fazla ihracat artışı sıralamasında yüzde 105.96’lık artış ile canlı hayvan, su ürünleri ve mamulleri ilk sırada yer aldı.
TAŞIT ARAÇLARININ YILI: Son 12 aylık döneme de alt sektörler itibariyle bakılınca, en yüksek ihracat tutarına 22 milyar 178.4 milyon dolarla taşıt araçları ve yan sanayii ulaştı. Sektör önceki bir yıllık döneme göre yüzde 37.7 ihracat artışı kaydetti. İkinci sırada yer alan hazır giyim ve konfeksiyon sektörü de ihracatını yıllık bazda yüzde 16.2 artırarak 16 milyar 418.6 milyon dolara yükseltti. Yıllık ihracat tutarında bu sektörleri 11 milyar 697.6 milyon dolarla demir çelik izledi. Sanayi dışındaki ihracatın 11 milyar 716.8 milyon dolarını tarım sektörü gerçekleştirdi. Sektörün yıllık ihracatı yüzde 17.5 artış gösterdi. Madencilik sektörünün ihracatı da son bir yılda yüzde 29.1 artarak 2 milyar 776.7 milyon dolar oldu. Türkiye ihracatında (kümülatif olarak) ilk sırayı Almanya alırken, bunu İngiltere, İtalya, Fransa ve Rusya izledi.
Şişecam’a ’LCD camı yatırımı yapın’ çağrısı
ŞİŞEcam yetkililerine de seslenen Kemal Unakıtan, LCD camı yatırımı yapmasını istedi. Unakıtan, "Türkiye’nin teknolojide daha nitelikli olduğu şu günlerde Şişecam’dan ayrı bir atılım bekliyorum, o da LCD camı yatırımı. Bu konuda bir adım atıldığın takdirde, Türkiye teknolojik anlamda çok büyük bir adım atmış olacak" dedi.
Biz dikkatli olacağız, siz de panik yapmayın
MALİYE Bakanı Kemal Unakıtan, küresel dalgalanmaya ve dış şoklara karşı hükümetin dikkatli olacağını söylerken, "iş dünyasına da ne rehavete ne de paniğe kapılmayın" mesajı verdi. İhracat rakamlarının açıklandığı toplantıda konuşan Unakıtan, şunları söyledi: Türkiye’nin rekabet gücünü artırmak için maliyetleri düşüren tedbirler alacağız. Türkiye’nin küresel dalgalanmalara ve dış şoklara karşı karşı yeteri kadar dayanıklılığa sahip. Bunları üzerine basa basa söylüyorum. Türkiye küresel dalgalanmaları çok dikkatli takip eden bir ülke olacaktır. Bunu nasıl takip edeceğiz? Devamlı dikkatli olacağız. Gelecek menfi etkileri en aza indirmeye çalışacağız.
PANİĞE GEREK YOK: Türkiye’nin paniğe kapılmasına hiç gerek yoktur. Türkiye’nin önündeki günler iyi günler olacaktır. Bu bakımdan rehavete kapılmayalım ama paniğe de kapılmanın gereği yoktur. Türkiye iyi yoldadır, doğru yoldadır. O bakımdan hiç kimse korkuya kapılmasın.
EN ŞANSLI DURUMUMUZ: Türkiye’nin küresel dalgalanmalardan etkilenmemesi mümkün değil. Ancak bunu en az hasarla atlatmayı başaracağız. Eğer Türkiye mali disiplinden taviz vermezse, yapısal reformlar ve özelleştirmelere devam ederse, yabancı sermaye çekmeye devam ederse Türkiye bu konuda şimdiye kadarki en şanslı durumunda oluyor.
REFORMLARDAN TAVİZ YOK: Hükümetin bir üyesi olarak söylüyorum, 2008 yılında Türkiye yapısal reformları çok daha fazla yapan bir ülke olacak, mali disiplinden taviz vermeyen, özelleştirmeleri en yüksek düzeyde yapan bir ülke olacak. Türkiye şimdiye kadar ne özelleştirme yapmışsa, yıl bazında bunun çok daha fazlasını 2008 yılında yapacak."
TİM’den ’gündemimiz ekonomi olsun’ uyarısı
TÜRKİYE İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Oğuz Satıcı, konuşmasında isim vermeden türban tarışmalarını hatırlatarak, "Gündemimiz ekonomi olsun" çağrısı yaptı. ABD’nin gireceği olası bir resesyondan Türkiye’nin ihracat anlamında daha az etkilenmesi beklense de tüm dünyaya yayılabilecek bir durgunluğun Türkiye’ye de yansıyacağına dikkat çeken Satıcı, şöyle konuştu: "Tüm dünyada bu tür gelişmeler yaşanırken Türkiye’nin kendi iç gündemine kapanmasını hiç de uygun bulmuyoruz. Dünya ekonomileri geleceklerini tayin etmek için yaşanan gelişmeleri büyük bir dikkatle takip ederken biz yine iç siyasi meselelerimizle yatıp kalkıyoruz. Halbuki 2007 yılında demokratikleşme yolunda ciddi adımlar attık. Siyasette gerekli sınavları geçtik, aştık. Artık siyaseti geride bırakarak 2008 yılında bu bu başarının semeresini toplamamız gerekiyor. Türkiye işsizliği nasıl yenmeli? Türkiye nasıl daha fazla yabancı sermaye çekmeli? İçeride yatırımları nasıl arttırabiliriz? Yeni rekabetçilik alanları nasıl yaratırız? Türkiye’nin ihracat pazarlarını nasıl genişletebiliriz? Türkiye’de üretimi ve yatırımı engelleyen unsurları nasıl ortadan kaldırabiliriz? İşte, üzerinde gece gündüz, 24 saat, hiç durmadan düşünmemiz ve kafa patlatmamız gereken sorular bunlardır."
Hedef için günde 350 milyon dolar ihracat şart
DEVLET Bakanı Kürşad Tüzmen, konjonktürel gelişmelerin ve piyasa dalgalanmalarının kendilerini 500 milyar dolarlık ihracat hedefinden alıkoyamayacağını söyledi. "2008 yılı için ihracat hedefimiz 125 milyar gibi iddialı bir miktar. Bu hedefi gerçekleştirmek için günlük 350 milyon dolar ihracat yapılması gerekiyor" derken, şunları söyledi:
BAŞKA ÇIKIŞ YOK: Türkiye’nin ihracattan başka çıkışı yok. Ekonomik ve sosyal hadiseleriyle en iyi şekilde işin en üst noktaya taşınması için ihracat artışını sürdürmemizin dışında başka çıkışımızın olmadığını artık herkes fark etti. Türkiye’nin sürekli döviz girdisine ihtiyacı var. Bunun birinci unsuru ihracat artışı, ikincisi turizm, üçüncüsü yabancı sermaye ve özelleştirmedir. Bu alanlarda top yekun seferberlik ilan etmiş durumdayız.
Kamil Koç, havayolu taşımacılığına giriyor
Kamil Koç, kuruluşunun 82. yılında kombine taşımacılık yaklaşımı içinde Sun Express ile işbirliğine giderek havayolu taşımacılığı işine de gireceğini açıkladı.
Kamil Koç Otobüsleri A.Ş. İcra Kurulu Başkanı Sena Kaleli, Doğu Avrupa ülkelerinde şehirler arası yolcu taşımacılığı yapmak üzere görüşmelere başladıklarını ve Türkiye’de Hızlı Tren işletmeciliği için de talip olduklarını bildirdi.
Sena Kaleli “Türkiye coğrafyası her türlü ulaşıma uygun. Biz karayolu taşımacılığı yanı sıra Türkiye’de tüm ulaşım seçeneklerinin gelişmesini istiyoruz. Demiryolları da hızlı gelişsin istiyoruz. Bu nedenle kombine taşımacılık Kamil Koç’un yeni vizyonudur. Karayolu taşımasında yolcu sayısı itibarıyla şu anda 7-8 milyonlar düzeyindeyiz. Hedefimiz yılda 10 milyon yolcuya ulaşmak” dedi.
YURT DIŞINDA ŞEHİRLER ARASI TAŞIMACILIK
Sena Kaleli, yabancı sermayenin Türkiye’de ağırlıkla kurye taşımacılığına yoğunlaştığını ve karayolu taşımacılığıyla ilgilenmediğini kaydederek, “Karayolu taşımasında yabancı sermayenin gelmesini beklemiyoruz, ama biz yurtdışına açılmayı planlıyoruz.
Avrupa’da otobüslerle şehirlerarası yolcu taşıma gelişmiş değil. Bizim bu konuda büyük bir deneyimimiz var. Bu deneyimi oralara götürmek hedefimiz. Nitekim İngiltere’den şehirlerarası yolcu taşımacılık için teklif aldık. Şehirlerarası yolcu taşımacılığının demode kaldığı ya da devlet tekelinde olduğu başta Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti olmak üzere Doğu Avrupa ülkelerinde şehirlerarası taşımacılık yapmak için girişimlerimiz ve görüşmelerimiz sürüyor. Şu anda sonuca en yakın olduğumuz ülke Polonya” açıklamasını yaptı.
“KAMİL KOÇ İSMİ TARİHİ DEĞER OLARAK KORUNMAYA ALINMALI”
Bursa’da Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) üyeleriyle bir toplantı yapan Sena Kaleli, sektör olarak sürekli küçümsendiklerini ve aşağılandıklarını söyleyerek “Biz Kamil Koç olarak otobüs işletmeciliğinde profesyonelleşmenin ve kurumsallaşmanın tüm gereklerini yerine getiriyoruz. Kamil Koç 82 yıldır Türkiye’ye mal olmuş bir isimdir. Sahip olduğu değerlerle hiçbir zaman kötü işlere bulaşmamış bir isimdir. Biz de ikinci kuşak olarak bu isme her zaman gururla ve saygıyla sahip çıktık. Kamil Koç’un temsil ettiği değerler itibarıyla korunması gereken, müzelik bir kuruluş olduğunu düşünüyoruz. Türkiye bize sahip çıksın” yorumunda bulundu.
“ELEKTRONİK BİLETE GEÇECEĞİZ”
Küçülerek büyüme modelinin Türkiye’de örnek bir temsilcisi olduklarını belirten Kaleli, mevcut pazardan yolcu çalma yaklaşımı içinde değil, kombine taşımacılığa girerek, yeni hizmet ve ürünler geliştirerek, yolcunun ayağına giderek büyümeyi hedeflerini söyledi. Yakın zaman içinde elektronik bilet uygulamasına geçeceklerini belirten Kaleli, 2008’de hedeflerinin yaz kış yolcu ortalamasını yüzde 90’a ulaştırmak olduğunu, Kiosklar ve çağrı merkezi üzerinden bilet satışlarını başlatacaklarını, bagaj kayıplarını önleyecek bir ilk sistemi devreye koyacaklarını ve araç takibinde GPRS sistemini uygulayacaklarını kaydetti.
OTOBÜS MARKASINDA TEKELİ KIRDIK
Kamil Koç’un otobüs filosunun yüzde 90’ının 1 yaşın altında olduğunu, ortalama filo yaşının da 1.5 olduğunu ifade eden Sena Kaleli, her konuda tekelciliğe karşı olduklarını belirterek şunları söyledi “Microsoft da dünyada tekel olduğu için biz Linux yazılımı kullanıma başladık. Otobüste de tek marka Mercedes idi. Onlar tek olmanın avantajını yaşarken biz de dezavantajını yaşıyorduk. Kamil Koç olarak büyük bir cesaretle MAN’a destek olduk ve çok başarılı ürünlerin geliştirilmesine katkı yaptık. Şimdi hem MAN hem Mercedes otobüslerle hizmet verebilir hale geldik. Starliner ve Setra modellerle birlikte otobüs kalitemiz de çok arttı. Euro 4 çevreci motor kullanarak AB standartlarına da uygun davranıyoruz“ dedi.
“KARAYOLU UÇAKTAN DAHA KONFORLU”
Sena Kaleli , Kamil Koç’un sunduğu otobüs hizmetleri ile Türkiye’de karayolu yolculuğunun uçak yolculuğundan daha rahat hale geldiğini belirterek “ Karayolu taşımacılığında bizim gibi hizmet eden dünyada başka şirket var mı bilemiyorum. Cep telefonlarının, diz üstü bilgisayarların kullanıldığı, rahat hatlarla seyahatin ev içi konforla özdeş hale geldiği bir hizmet sunuyoruz. İnsanların ayağını yerden kesmeden, seyahat etmenin avantajlarını sağlıyoruz. Yolculuklarda karayolu hala en güvenli yöntem” diye konuştu
“UÇAĞA ÜSTÜNLÜĞÜMÜZ ARA DURAKLAR”
Kaleli, seyahatlerde yolculara her türlü modelde ve her türlü varış merkezi için ve geniş bir zaman alternatifi sunduklarını belirterek “Biz gerektiğinde tek yolcuyla bile kalkabiliyoruz. Uçakta böyle bir şey mümkün mü? Günün 24 saati içinde sayısız seçenek sunuyoruz. Gün ortasında da gecenin 3’ünde de kalkan otobüslerimiz var. Biz İstanbul-Ankara, Bursa, Antalya gibi ana güzergahlarımızda en iyi şekilde hizmeti sürdürürken, esas olarak ara duraklara talibiz. İstanbul’dan kalkan uçak Bursa, Bandırma, Susurluk’tan yolcu alabilir mi? Bizim otobüslerimiz doğrudan seferlerin yanı sıra ara duraklardaki yolcuları da ana merkezlere taşıma şansına sahipler. Bu ara duraklarda yaşayan insanlar için büyük bir hizmet. 82 yıldır bu işi yapıyoruz ve 82 yıldır hiçbir yolcuyu yolda bırakmadık. Bu yolcularımızla aramızda oluşan sarsılmaz bir güven yaratmıştır. Kamil Koç’un olduğu hatlarda artık uçakla seyahatin pek tercih edilmediğini söyleyebilirim” değerlendirmesinde bulundu.
“ENTEGRE TAŞIMACILIK YAPACAĞIZ”
2008 ile birlikte ana politika olarak entegre taşımacılığa yönelmeyi benimsediklerini, karayolu yanı sıra hava ve demiryolu taşımacılığına da girmeyi hedeflediklerini ifade eden Sena Kaleli “Sun Express ile işbirliğine gidiyoruz. Biz onların biletini keseceğiz, onlar da bizim biletimizi kesecekler. Yani yolcuya gideceği yerden varacağı noktaya kadar bilet düzenleyebileceğiz. Sun Express ile uçacak yolcuları tali merkezlerden ana kalkış merkezlerine taşıyacağız. Örneğin Nazilli’den Trabzon’a gidecek bir yolcuyu Kamil Koç’la İzmir’e taşıyacağız, oradan da Trabzon’a Sun Express ile uçabilecekler. Buna benzer seçenekler çoğalacak” dedi.
HIZLI TREN İŞLETMECİLİĞİNE TALİBİZ
Hızlı Tren projesi ile de ilgilendiklerini açıklayan Sena Kaleli “ Proje tamamlandığında biz de Hızlı Tren Projesinde işletmeciliğine talip olacağız. Oluşturacağımız bir konsorsiyum aracılığıyla vagon kiralaması yöntemiyle işletmecilikte ve sinyalizasyon sistemlerinin kurulmasında yer alabiliriz. Bizim işimiz taşımacılık ve hızlı tren işletmeciliğini de iyi yapacağımızı düşünüyoruz. Kombine taşımacılıkta tren bileti düzenleme hizmeti de verebiliriz” şeklinde konuştu. Kaleli, özelleştirme öncesinde altyapı çalışmalarının tamamlanmasının önemine işaret ederek, mevcut durumda ray ve zemin yapısının çok zayıf olduğunu, doğru zemine doğru rayların döşenmesi gerektiğini ve ondan sonra özelleştirmeye gidilmesi gerektiğini söyleyerek “ Yolcu taşımacılığı ile ilgili şartname ve hukuki yapı henüz oluşmuş değil. Öncelikle bunun oluşturulması gerekiyor. Bu konuları DDY ile görüşmeyi planlıyoruz”dedi.
ÖTV YÜKSEKLİĞİ KAYITDIŞILIĞA YÖNELTİYOR
Karayolu taşımasında en önemli sorunun yakıttan yüzde 34 gibi çok yüksek bir ÖTV uygulaması olduğunu ve bu rakama yüzde 18 KDV’nin de eklenmesiyle yüzde 52 gibi çok yüksek bir vergi yükü ile karşı karşıya bulunduklarını vurgulayan Sena Kaleli, “Toplam harcamalarımızın nerdeyse yüzde 57’si mazot giderlerine gidiyor. ÖTV’nin yüksekliği sektörü kayıt dışılığa ve kaçak petrol kullanımına itiyor. ÖTV’nin bu yönüyle ülke ekonomisi için gerçek anlamda bir katma değer sağlamadığı görüşündeyiz” yorumunu yaptı.
"YÖNETENLER SAFLIĞIMIZDAN YARARLANIYOR"
Paradan para kazananların vergi ödemediği bir ekonomide her şeyi kayıtlı ve tüm işlemleri yüzde 100 yasal olan şirketlerin işinin giderek zorlaştığını savunan Sena Kaleli, bu konudaki görüşünü “Biz böyle bir ortamda küresel ekonomi ile nasıl rekabet edebiliriz. İşimize olan aşkımız ve ülkemize olan sevgimizden aldığımız güçle işimizi sürdürmeye çalışıyoruz. Sektörümüzde son derece saf ve cefakar insanlar çalışıyor. İnsanlar şikayetçiler ama yine de işlerini sürdürmeye devam ediyorlar. Yönetenler de bizim bu saflığımızdan yararlanıyorlar” şeklinde dile getirdi.
Kıbrıs ’tekerrürden ibaret’
AYNI filmi yeniden görür gibiyim. Tabii sahne her seferinde olduğu gibi, bu kez de farklı.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Pazar gününden düne kadar sokaklarda dolaşırken izlediğim bıkkınlık, dinlediğim dertler, duyduğum dedikodular yıllar önce Denktaş-Klerides görüşmelerinin başlamasından önce izlediğim Kıbrıs’ı anımsatıyor.
Ekonomi durgun, piyasa mutsuz, turist yok, hükümetten şikayet alabildiğine.
Sendikalar asgari ücretin iki bin ytl’ye çıkması için eylem hazırlığında.
Ancak bu kez, Talat farkı var. Denktaş hükümetle uğraşıp didişirdi ama iç işlerini hükümete bırakırdı.
Kıbrıs meselesine, Türkiye ve dünyaya odaklanırdı.
Talat öyle değil. Hem fiili parti lideri, hem cumhurbaşkanı. İster istemez bölünüyor. Tek adamlığın hedef tahtasına da epey yanaşmış durumda gördüm onu bu kez.
Kendisini, çözümsüzlükle eleştiren Barış Platformu’nun, iktidara "Türkiye’nin alt yönetimi" demesine sinirleniyor.
"Beni Kıbrıs Türk halkının lideri görmeyen bir bakış açısının barışa hizmet ettiğini söylemek mümkün değil" diyor.
Denktaş kulakların çınlasın, çözüm yanlıları için ondan da benzer yorumlar duyardık!
Hayır Talat’ın çözüm istemediğini söylemiyorum. Aksine. Talat çözüm istiyor. "Siyasi eşitlik" temelinde bir çözüm istiyor. "Türkiye’nin garantörlüğünden vaz geçilemez" diyor. İki eşit devletin oluşturacağı "yeni bir ortaklık devleti"ni şart koşuyor.
Hristofyas seçilir seçilmez, bu tavrını basın toplantısında da açıkça ortaya koyan KKTC lideri, yeni dönemin "kırmızı çizgilerini" en baştan çizdi.
Ama Hristofyas, bunu yapmıyor. Elini göstermiyor.
Herkesin yeni bir umuttan söz ettiği bu dönemde, Kıbrıs gayet de puslu.
* * *
BU puslu hava, Türkiye’de vizyonu açık bir hükümet olsaydı bu kadar önemli olmayabilirdi. Ama öyle mi?
AKP, 11 Aralık 2004’te o ünlü Kopenhag Zirvesi’nde, Kıbrıs meselesini iyi yönetememişti. Denktaş Annan Planı’nı reddetmiş, Kıbrıs Rumlarının AB’ye girişi kesinleşmişti.
Seçimlerin hemen ardına rastalayan o günlerin şaşkınlığının nedeni güvensizlikti.
Bugünkü karmaşanın nedeni ise aşırı güven.
Her şeyin en iyisini biliyor AKP, her şeyin en doğrusun yaptığına inanıyor.
Ama türban kaosu ile şehit cenazeleri arasında sıkışan bir hükümetin Kıbrıs gibi 44 yıldan beri süren çetrefil bir sorunla başa çıkması mümkün mü sizce?
Üstelik de karşıda artık, çözüm istemeyen bir Papadopulos yok. Seçimleri kazandığı günden itibaren dünyanın "işte bu işi çözecek adam" gözüyle baktığı Hristofyas var.
* * *
ÇÖZÜMDEN ne anladığını ortaya koymaktan titizlikle kaçınmasına rağmen, arkasına sadece Avrupa’nın ve ABD’nin değil, Rusya’nın da desteğini almış olan bir muhatap Hristofyas.
Onun karşısında ise dünyaya son derece dürüst davranmış bir lider, Talat var.
Annan Planı sonrasında, bu dürüsütlüğün faturasını çıkartmak şöyle dursun tam tersine, bugüne kadar Avrupa tarafından vaatlerle sakinleştirilmiş bir KKTC yönetimi ve Türkiye kısacası.
Kosova örneği mi dediniz? O örneği iyi inceleyin. Orada büyük bir uluslararası destek var. Hem de en başından beri.
Türkiye’de, Kosova’nın sahip olduğuna yakın uluslararası desteği sağlayacak güçlü ve yaratıcı siyasi liderlik olmadıkça, Kıbrıs’ta tarih tekerrür etmeye hazırlanıyor.
Sabancı: Reel sektöre önem vermeliyiz
Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, dünyada yaşanan finansal belirsizliklerin Türkiye açısından ciddi fırsatlar da barındırdığını kaydetti.
Güler Sabancı, holdingde bazı gazetecilerle bir araya geldiği sohbet toplantısında, Migros'un satışına ilişkin olarak, detaylı, içeriden baktıklarında kendileri açısından zorlukları daha iyi gördüklerini anlattı.
Sabancı Holding Üst Yöneticisi (CEO) Ahmet Dördüncü de konuyla ilgili olarak, o dönemde, gizlilik anlaşması yaptıklarını ve bağlayıcı olmayan bir teklif verdiklerini hatırlatarak, o zamanki referans değerlerle, beklenen değerlerle, kendi buldukları değerler arasında fark olduğunu ayrıca, Migros'u satın almaları halinde Carrefoursa ile birleştirmelerinin de zor ve uzun bir süreç olacağını gördüklerini, Rekabet Kurulunun vereceği kararlarla ilgili olarak tereddütler oluştuğunu, tüm bu tespitleri üst üste koyup ortaklarıyla birlikte, "Biz kendi yolumuza devam edelim" kararı verdiklerini bildirdi.
Dördüncü, bir gazetecinin, holdingin cirosunun yüzde 55'inin Akbank'tan geldiğini ve bunun dengeli bir durum olup olmadığını sorması üzerine, bunun dengeli bir durum olmadığını ancak, bu konu üzerinde ciddi çalışıldığını ayrıca, Türkiye'de son 2-3 yıldır bankacılığın dolayısıyla Akbank'ın büyümesinin de memnuniyet verici olduğunu, finans dışı varlıklarının bu büyüme performansına yetişmesinin zor olabileceğini söyledi.
ENERJİ
Güler Sabancı, holdingin bu yıl için 1,5 milyar dolar yatırım hedefi olduğunu, bunun yaklaşık yarısının enerji yatırımları olarak planlandığını, enerjiye para ayırmaya devam ettiklerini belirterek, bunların etkisinin 2010 yılından sonra görülebilecek uzun vadeli yatırımlar olduğunu söyledi.
Sabancı, Türkiye'nin önünde, bu senenin sonuna doğru çok ciddi bir enerji darboğazı olabileceğini, bu darboğazı yumuşak geçmek için kamunun elindeki tesislerin özelleştirilmesi gerektiğini bildirdi.
Kendilerinin bu sektördeki en erken yatırımının 2010 ağustos ayına yetişebildiğini, dolayısıyla yeni yatırım yapacak zaman olmadığını aktaran Güler Sabancı, enerjiyi Türkiye'nin önündeki en büyük engellerden biri olarak niteledi.
Sabancı, verimlilik ve kapasite artışı için sözü edilen tesislerin muhakkak özelleştirilmesi gerektiğini yineleyerek, Türkiye'nin böyle bir sıkıntıyla karşı karşıya olduğunu, bu konuyla ilgili Enerji Bakanı Hilmi Güler ve Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci ile de konuştuğunu, olayın bilincinde olduklarını, çalıştıklarını söyledi.
Bir gazetecinin, Enerji Bakanlığıyla ilgili bazı kuruluşlarda devam eden soruşturmaları hatırlatıp, "Belki fırsat bulamıyorlardır" değerlendirmesi üzerine de Sabancı, "Kaygı verici... Haklısın... Söyleyecek birşey bulamıyorum" karşılığını verdi.
Enerji sektöründe özelleştirmenin şart olduğunu, var olan durumun sürdürülebilir bir durum olmadığını anlatan Güler Sabancı, yapılması gereken verimlilik ve kapasite artışı yatırımlarının özel sektör tarafından yapılabileceğini belirterek, "Satsınlar da biz alalım diye değil. Sadece bizim için değil, Türkiye için de gerekli..." diye konuştu.
Güler Sabancı, çimento sektöründe yaşanan gelişmeler ilişkin bir soru üzerine de "sektörde birden bire satmak isteyenlerin çıktığını" kendilerinin ise satın aldıkları 2 fabrikadan daha fazla büyüdüklerini, ancak kendileri gibi çok büyüyen olduğunu da kaydetti.
RESESYON
Güler Sabancı, dış piyasalarda yaşanan tedirginliğe ilişkin olarak da ABD kökenli bu hareketlerin ardından dünyada ciddi belirsizlikler yaşandığını, morallerin bozuk olduğunu, dünyada bir güven sorunu yaşandığını anlattı.
Krizin gerçek çapının mart ayı sonu gibi görüleceğine ilişkin söylentilerin de varlığına işaret eden Güler Sabancı, Türkiye bundan hiç etkilenmeyecek demenin doğru olmayacağını ama bunun altında Türkiye için çok ciddi fırsatlar da bulunduğunu dile getirdi.
Artan petrol fiyatları dolayısıyla Türkiye'nin güney ve kuzeyindeki bölgelerde, ülkelerde para biriktiğini, bu paranın sözü edilen riskler nedeniyle Batı'ya gidemediğini belirten Sabancı, "Akıllı olursak bize gelebilmesi lazım..."
Orta vadede böyle bir likiditenin Türkiye'ye gelmesinin cari açığın finansmanı açısından da fayda sağlayacağını, bunun da Türkiye'nin reformlara odaklanmasını kolaylaştıracağını aktaran Sabancı, Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı ve Türk Ticaret Kanunu'nun bir an önce yasalaşması gerektiğini ifade etti.
Sabancı, "Bir türlü Meclis gündemine gelmiyor. Ben gündem ekonomi olsun derken bunu kastediyorum. Bir çok şey hazır ama aksiyona gelmesi lazım, istiyoruz" dedi.
Güler Sabancı, IMF ile yola devam edilip edilmeyeceğine ilişkin olarak da IMF ile farklı bir çerçeve, yapı içinde, dünyada böyle belirsizlikler varken devam edilmesinin faydalı olacağını, IMF'nin bir çıpa olduğunu belirterek, "Takip eden bir kurum olsa daha iyi olur" dedi.
AB'nin de Türkiye için bir çıpa olduğunu belirten Güler Sabancı, "Geçen sene iki taraflı olarak yavaşladık onlar da biz de... Ama bu süreç bizim için önemlidir. Bu süreç hükümetlerin ömrünü aşar, Türkiye için önemlidir" dedi.
REEL SEKTÖR
Bir gazetecinin reel sektörün zor durumda olduğuna ilişkin değerlendirmeleri üzerine de Güler Sabancı, "Türkiye'de artık gecikmeden reel sektöre önem ve özen göstermeliyiz. Reel sektörün verimliliğini artıracak bir yaklaşıma ihtiyaç var. Reel sektöre odaklanmak lazım" diye konuştu.
Sabancı, kayıtlı reel sektörü olumsuz etkiyen kayıt dışı meselesinde çözüm bulunması gerektiğini, kayıt dışına sadece vergi zararı olarak bakılmasının yanlış bir yaklaşım olacağını, kayıt dışının verimliliğe dayalı rekabet yerine rant ekonomisini getirdiğini, bu sorunun Türkiye'ye esas zararının bu olduğunu aktardı.
Ruslar pazar günü yeni başkanlarını seçecek
Rusya'da halk yeni devlet başkanını seçmek için pazar günü sandık başına gitmeye hazırlanırken, Devlet Başkanı Vladimir Putin'in desteklediği Başbakan Birinci Yardımcısı Dimitriy Medvedev'in yüzde 70 oranında oy alarak seçilmesi bekleniyor.
Medvedev'in seçimi kazanmasına kesin gözüyle bakılmasından dolayı, seçim heyecanı yaşanmıyor. İktidardaki Birleşik Rusya Partisi de bu rehavetin halka yansıyıp katılımın düşük olmasını engellemek için afişlerle ve GSM abonelerine kısa mesaj yoluyla sandığa gitme çağrısında bulunuyor.
Putin, Medvedev'in başkan seçilmesi halinde Rus kabinesinde başbakan olarak görev yapacağını açıkladı. Muhalefet de seçimin sonucunun önceden belli olduğunu belirterek, Kremlin'i diktatörlükle suçluyor.
Kremlin'e muhalif partiler, seçmenlerin gerçek bir tercihten mahrum bırakıldıklarını, çünkü ülkedeki büyük televizyonların sık sık Medvedev'i ekrana taşıdıklarını, kendilerine ise çok az yer verdiğini savunuyorlar.
Muhalefet, iktidarın toplantı ve gösterilerini yasaklayarak, kendilerine baskı uygulandığını savunurken, Rusya Putin iktidarı döneminde ekonomik açıdan tarihinin en iyi dönemlerinden birini yaşıyor.
Rus ekonomisi artan petrol ve doğal gaz fiyatlarıyla her geçen gün büyüyor. Rus halkının büyük bölümü de Medvedev'in seçilmesinin ülkenin ekonomik istikrarını sürdürmesine engel olmayacağını düşünüyor ve bu nedenle kendisini destekleyeceğini belirtiyor.
Medvedev de seçim konuşmalarında, Putin'in ekonomi politikalarına vurgu yaparak, “Eğer devleti yönetme yetkisi bana verilirse Başkan Vladimir Vladimiroviç Putin'in politikalarını devam ettireceğim. Eğer sayın Putin ile birlikte olursak bu formatın ülkemizin çıkarına olduğuna inanıyorum” ifadesini kullandı.
Rus Anayasasına göre, aynı kişi üst üste sadece 2 dönem devlet başkanlığı yapabiliyor. Putin, Anayasanın kendisi için değiştirilmesine karşı olduğunu belirterek bu yoldaki girişimleri engellemiş, ancak Medvedev'in başkan olması halinde Rus hükümetinin başında yer alabileceğini açıklamıştı.
Batılı analistler, Medvedev'in başkan, Putin'in başbakan olması halinde Kremlin'de bulunan güç merkezinin Putin'in başında bulunduğu Başbakanlığa geçeceğini savunuyorlar.
Bu arada, kent merkezinde bulunan Rus hükümetinin karargahı olan eski Devlet Başkanı Boris Yeltsin'in bombalattığı Beyaz Ev'in 5'inci katının mobilyalarının da Putin için değiştirildiği belirterek, ülkedeki en üst düzey yetkilinin seçimlerden sonra yine Putin'nin olacağını kaydediyorlar.
Uzmanlar, Medvedev ve Putin'in her fırsatta aynı politikaların süreceği mesajını verdiğini belirterek, aslında ikiliyi çok da sorunsuz bir ülkenin beklemediğine dikkat çekiyorlar.
Uzmanlar, ülkedeki enflasyonun bir türlü kontrol altına alınamadığını ve petrol fiyatlarındaki ani büyük bir değişikliğin ikili arasındaki ilişkileri olumsuz etkileyebileceğini öne sürüyorlar.
Eski Devlet Başkanlığı danışmanlarından Georgi Satarov yaptığı açıklamada, “Kontrol konusunda kesinlikle değişiklikler meydana gelecek ve bunu engellemeye çalışacan çok sayıda mutsuz insan olacak. Asıl tehdit bu. Bu Putin'in çevresindekilerden kaynaklanacak olan bir tehdit” diye konuştu.
Rus Çarı 2'inci Nikolay'dan sonra en genç ikinci devlet başkanı olması beklenen 42 yaşındaki Medvedev, yapılan kamuoyu yoklamalarında yüzde 70'in üzerinde oy oranına sahip görünüyor.
Medvedev, seçim dönemi boyunca yapılan televizyon tartışmalarına katılmama kararı alırken, seçim boyunca da “İleri Rusya” sloganını kullandı.
Rusya Devlet başkanlığı seçimlerini birçok batılı gözlemci kuruluş da çeşitli zorluklar çıkarıldığı gerekçesiyle izlememe kararı almıştı.
TÜRKİYE İLE İLİŞKİLER
Medvedev'in Başkanlığı döneminde Rusya-Türkiye ilişkilerinde çok radikal bir değişiklik beklenmiyor. Mevcut adaylar içinde Türkiye'yi en yakından tanıyan isim de yine Medvedev.
Gazprom'dan sorumlu olan Medvedev, bu çerçevede Türkiye'yi yakından tanıma şansı buldu. Analistler, enerji politikasının yeni başkanın gündeminde de önemli yer tutacağını, dolayısıyla iki ülke ilişkilerinde ilerleminin ivme kazanarak devam edebileceğine dikkat çekiyorlar.
Ancak Türk-Rus Araştırmalar Merkezi Başkanı Hakan Aksay, Türkiye ile ilişkiler açısından en iyi ismin Putin olduğunu belirterek, “Putin Türkiye için bence çok büyük şanstı. Türkiye'nin bu şansı yeterince iyi kullandığına inanmıyorum. Medvedev Gazprom üzerinden Türkiye'ye bir takım öneriler sundu. Türkiye bu önerilerin büyük çoğunluğunu reddettiği gibi Rusya'nın karşı olduğu bazı projelerde yer aldı. Bu Medvedev döneminde ilişkilere olumsuz etki bile yapabilir” demişti.
Ancak, Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan 19 şubatta Mosokva'ya yaptığı ziyaret sırasında, Türkiye'nin enerji alanında dahil olduğu projelerin Rusya ile rekabet amacı taşımadığını, aksine bunların birbirini tamamlayıcı projeler olduğunu vurgulamıştı.
Babacan özellikle Rusya'nın karşı çıktığı Nabucco projesi konusunda, Rusya'yı da bu projeye davet ederek, Türkiye için önemli olan boru hattının güzergahının değil, bu boru hattı içindeki gazın çeşitliliği olduğunu dile getirmişti.
RUSYA'DA DEVLET BAŞKANI VE BAŞBAKANIN GÖREVLERİ
Rusya'da devletin başı olan Başkanın çalışma yeri ülkenin simgelerinden olan Kremlin Sarayı'nda bulunuyor. Başkan'ın sahip olduğu yetki ve sorumluluklar kısaca şöyle sıralanabilir:
“-Silahlı Kuvvetleri'nin Başkomutanı ve Rusya'nın nükleer silahlarının kontrolünden sorumlu;
-İç ve dış politikanın yönünü belirler;
-Anayasa'nın ve vatandaşların haklarının garantörü;
-Rusya'nın egemenliğinin savunucusu;
-Başbakan doğrudan Başkan'a rapor verir;
-Başbakanı, bakanları atama ve görevden alma;
-Tüm istihbarat servisleri doğrudan Başkan'a rapor verir;
-Dışişleri, İçişleri, Savunma, Acil Durumlar ve Adalet Bakanlıkları doğrudan Başkan'a rapor verir;
-Kremlin'deki Başkanlık Yönetimi tamamen Başkan'a bağlıdır;
-Rus kabinesine başkanlık etme hakkına sahip ancak genellikle bunu Başbakan'a bırakır;
-Merkez Bankası Başkanı'nı atar;
-Rusya'nın savunma ve güvenlik politikalarını denetleyen Güvenlik Konseyi'ni atar;
-Ulusal güvenliğe yönelik tehdit olduğuna inanması halinde olağanüstü hal veya sıkıyönetim ilan edebilir.”
BAŞBAKANIN YETKİLERİ
Rus kabinesine Başkanlık eden ve çalışma yeri Beyaz Ev olan Başbakan'ın da şu görev ve yetkileri bulunuyor:
“-Rusya Anayasasına göre Başkan yetersiz ve sorumluluklarını yerine getiremez hale gelirse Başkan vekili olarak görev yapar;
-Eğitim ve Sağlık gibi bakanlıklar doğrudan başbakana rapor verir;
-İç ve dış politikanın yanı sıra Başkanlık kararnameleri, yasalar ve uluslararası anlaşmaları uygular;
-Ekonomik ve mali politikaları koordine eder, federal mülkleri yönetir;
-Gaz, elektrik ve iç ulaştırma fiyatlarını belirler;
-Sosyal, iş, göç ve aile politikalarını kontrol eder.”
Sabancı, 1.5 milyar dolar yatırım planladı, 18 milyar dolar göründü
Bu yılki senaryosunu ’ihtiyatlı iyimserlik’ üzerine kuran Sabancı Holding, geçen yıl 837 milyon dolar olan yatırımlarını bu yıl 1.5 milyar dolara çıkarma kararı aldı.
Sabancı Holding CEO’su Ahmet Dördüncü, bunun yüzde 55’sinin enerji ve perakendeye olacağını söylerken, bu yıl 19.4 milyar YTL olan cirosunda da 21.7 milyar YTL’lik hedef açıkladı.
BÜYÜMEDE planlarında banka, sigorta, perakende ve enerji sektörlerine odaklanan Sabancı Holding, 2008 yılı senaryosunu "iyimser ancak ihtiyatlı" bir varsayımla hazırladı. Bu yıl için ciroda yüzde 12 büyüme planlayan Sabancı Holding, yatırımlar içinde 1.5 milyar dolar ayırdı. Sabancı Holding CEO’su Ahmet Dördüncü, 2008 yılında çalışacakları senaryo planını, "tedbiri elden bırakmayan" bir varsayımla hazırladıklarını vurguladı.
CİROSU YÜZDE 20 BÜYÜDÜ: Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı ile Dördüncü, grubun 2007 sonuçlarını ve 2008 beklentilerini açıkladı. Dördüncü’nün aktardığı verilere göre, Sabancı Holding’in net satışları geçen yıl yüzde 20’lik artışla, 19.4 milyar YTL’ye (16.3 milyar dolar) ulaştı. Bu yıl da yüzde 12’lik büyümeyle 3.7 milyar YTL’lik (18.2 milyar dolar) hedef konuldu. Faaliyet kárı ise geçen yıl yüzde 23 artışla 3.2 milyar YTL (2.7 milyar dolar) olarak gerçekleşti. Bu yıl ise yüzde 16’lık artışla 3.7 milyar YTL’lik (3.1 milyar dolar) faaliyet kárı öngörüldü.
YATIRIM YÜZDE 77 ARTACAK: Sabancı bu yıl için 1.5 milyar dolarlık yatırım planlarken Dördüncü bu konuda şu bilgileri verdi: "Geçen yıl ihracatımızı yüzde 67 artırdık. Ancak 900 milyon dolarlık yatırım planlarken, 850 milyon dolarlarda kaldık. Bu yıl için planladığımız 1.5 milyar dolarlık yatırımın yüzde 50-55’ini enerji ve perakende yatırımları oluşturacak. Gerçekleşmesini tahmin ve ümit ettiğimiz özelleştirme rakamları ise burada yok. Onlar da olursa, ayrıca hesaplanacak. Gerek dağıtım bölgelerinin, gerek üretim tesislerinin özelleşmelerini ilgiyle ve merakla bekliyoruz."
İHRACATTA HEDEF AYNI KALDI: Güler Sabancı, "Türkiye’nin en büyük ticari ortağı olan Avrupa’da büyümede önemli yavaşlama görülmüyor. Bu da Türkiye için bugünkü ihracatının devam edebileceğini gösteriyor" derken, holdingin ihracattaki hedef rakamını büyütmediği görüldü. Geçen yıl 1.9 milyar dolar ithalatının bu yıl 2.1 milyar dolar olmasını öngören Sabancı, ihracatta ise 1.3 milyar olarak gerçekleşen rakamı, bu yıl da aynen tutturmayı planladı.
TEMKİNLİ BÜTÇE HAZIRLADIK: İhracatta bir artış görülmemesinin nedenini "temkinli olmakla" açıklayan Dördüncü, şunları söyledi: "2008 yılı için iyimser ancak oldukça temkinli, ihtiyatlı bütçe hazırladık. TL’nin değerlenmesinin negatif etkilerinin yanı sıra, geçen yıl satmış olduğumuz birçok şirketin bütçesi de burada yer almayacak."
CİRONUN YÜZDE 55’İ AKBANK’TAN: Dördüncü, bir soru üzerine grup cirosunda halen Akbank’ın payının yüzde 55 olduğunu açıkladı. Bunu azaltmak gibi bir hedef bulunduğunu belirtmekle birlikte, nazar değmemesi için masaya vurarak "Ama bankamız o kadar başarılı ki" diyen Dördüncü, bunun için diğer şirketlerde daha hızlı bir büyüme gerektiğini anlattı. Dördüncü, perakendecilikte de agresif organik büyümeyi hedeflediklerini açıkladı.
Güler Sabancı’ya göre ekonomi
MEVCUT DURUM
Çok riskli mortgage krizi yapısal problem ve dengesizliklerin üzerine geldi.
Henüz tam derinliği ve çapı bilinmeyen bu kriz piyasalarda güveni sarstı.
Bu durum beklentilerde karamlarlığa yol açtı.
Ciddi bir küresel yavaşlama hatta resesyon tehlikesi ortaya çıktı.
TEHDİTLER
Petrol ve hammadde fiyatlarındaki artışlar enflasyonist baskılar yaratabilir.
Yapısal olarak ekonominin verimliliğini artıracak mikro bazlı reformlar hálá yapılmadı.
Bunların neticesinde işsizliğin artması tehlikesini bulunuyor.
FIRSATLAR
Siyasi krizlerden uzak durursak mortgage krizi bir fırsat yaratabilir.
Kriz ile uğraşmak için dünya piyasalarına sürülen bir likidite fazlası olacak.
Petrol, gaz ve enerji kaynaklarına sahip ülkelerde ciddi likidite birikimi sağlandı.
ABD’deki zararlar ve belirsizlik nedeniyle bu para gelişmekte olan ülkelere gidebilir.
Türkiye’de bu likiditenin gidebileceği yerlerden biri olabilir.
NE YAPILMALI
Özelleştirmelere devam edilmeli.
Enerji özelleştirmesinde üretim tesislerine öncelik verilmeli.
Makro ekonomik disiplin devam etmeli.
Reel sektörü sürdürülebilir, rekabetçi kılacak yeni arayış ve çalışmalara girilmeli.
Siyasi krizlerden uzak duralım fırsatları değerlendirelim
SABANCI Holding Yıllık Paylaşım Toplantısı’nda dünyadaki son gelişmelere değinen Güler Sabancı, Türkiye’nin önünde tehditler kadar fırsatlar bulunduğunu da savundu. Sabancı, siyasi krizlerden uzak durması halinde Türkiye’nin bu krizi bir fırsat olarak değerlendirebileceğini savundu.
LİKİDİTE GELEBİLİR: Sabancı, 2008’de dünyada çok ciddi belirsizlikler bulunduğunu söylemekle birlikte, kriz nedeniyle ortaya çıkacak likidite fazlasının gidebileceği yerlerden birinin de Türkiye olacağını vurguladı. Bunun da kısa dönemde cari açığın finansmanında katkıda bulunacağını belirten Sabancı, ancak bunun için Türkiye’nin de başta özelleştirmeler olmak üzere yapması gerekenler bulunduğunu hatırlattı. Sosyal Güvenlik Yasası, yeni Türk Ticaret Kanunu, vergi reformu ve kayıtdışı konusunda "beklemeye tahammül kalmadığını" dile getiren Sabancı, "Ayrıca, enerji üretim tesisleri özelleştirilmeli ki, kısa zamanda kapasite artışı sağlanabilsin" dedi.
KAYBEDİLEN ZAMANIN TELAFİSİ: Bunların hızla gerçekleştirilmesinin 2007 yılında kaybedilen zamanı telafi ettireceğini dile getiren Sabancı, şöyle konuştu: "En az yüzde 7 büyümeyi sağlayacak ilave, reel sektör odaklı politikalara ve çalışmalara ayrıca ihtiyaç var. Ülkemizin bunu yapacak güçlü hükümeti, dinamik, çalışkan özel sektörü, dünyayı bilen, takip eden kadroları vardır. Daha hızlı ve sağlıklı büyüyen bir Türkiye’yi gerçekleştirebileceğimize inanıyorum."
DEMOKRASİ SINAVINI GEÇTİK: Siyasi krizlere yönelik bir soru üzerine, "İstikrardan bahsediyorum. Hepimiz de buna hassas olmalıyız" diyen Sabancı, sözlerine şöyle devam etti: "Türkiye’nin demokrasisi geçen sene bir imtihandan başarıyla geçtiği. Önümüze yeni bir dönem çıktı. Bu dönemi iyi değerlendirmeliyiz. "
TÜRKİYE’NİN ŞANSI VAR: Türkiye’nin dünyadaki subprime krizinin yaratacağı fırsatlardan yararlanabileceği konusuna Sabancı, şöyle açıklık getirdi: "Batı’da, özellikle ABD’de finans şirketlerine ve kurumlarına olan güvende ciddi sarsılma oldu. Kriz resesyona gitmesin diye çok ciddi bir kaynak aktarımı var. Petrol, gaz, enerji fiyatları, bu kaynaklara sahip ülkelerde çok ciddi likidite birikimi sağlıyor. Bu ülkeler ne yapacaklar? Bir yanda da her zaman bilinen, güvenilen ABD’deki kuruluşlara, bankalara tereddütler var. Bu para bir yere gidecek. Biz çok şanslı konumdayız. Bu fırsatı iyi değerlendirmemiz lazım."
Nükleeri yapacaksak, en güvenilir ortakla oluruz
NÜKLEER enerjide "Ortağınız belli oldu mu" sorusu üzerine "Henüz belli olmadı" diyen Güler Sabancı, "Çok hassas çalışıyoruz. Yapacaksak, en iyi teknoloji ile en güvenilir ortakla yapmak istiyoruz" dedi. Sabancı Topluluğu’nun "2015’lerin ötesinde Türkiye’nin en önemli, en büyük elektrik enerjisi üreten, dağıtan, satan gruplarından ve topluluklarından birisi olma" hedefini hatırlatan Ahmet Dördüncü ise "Türkiye’de nükleer santrallar yapılacaksa, Sabancı burada en iyisi, en birincisi olacaktır" diye konuştu.
Yönümüz Avrupa, yolu değiştirmeyelim
TÜRKİYE’nin yeni dönemde ortaya çıkacak fırsatları iyi değerlendirmesinin "yönümüzü değiştirmemekten" geçtiğini dile getiren Güler Sabancı, "Yönümüz Avrupa yolunda ilerlemektir. Avrupa yolculuğu Türkiye’nin bir medeniyet yolculuğudur" dedi. Sabancı, türban konusunda ise "Dün itibariyle hukuki bir süreç başlamıştır. Onu takip edeceğiz" demekle yetindi.
Her şeyin başı güvenlik
GÜLER Sabancı, Irak’ın kuzeyine yönelik operasyonun ekonomiye etkisine ilişkin bir soru üzerine "Bütün kalbimiz, bütün dualarımız Mehmetçikle beraber" diyerek, şunları söyledi: "En iyisinin, en doğrusunun, en doğru zamanlama ile yapılacağına olan inancım tam. Bunun Türkiye’ye olan, ekonomiye olan etkisi; henüz gördüğünüz gibi piyasalar sakin. Bu bize ilave bir şey getirmedi. Kaldı ki, her şeyin başı güvenlik."
Türkiye turizm hizmeti ihracında ikinci
Türkiye, “hizmet ihracında turizm gelirlerinin payı” açısından OECD ülkeleri arasında en üst sıralarda, turizmin ekonomi içindeki payı açısından ise orta sıralarda yer alıyor.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın 2008 turizm raporunda, “Devlet turizmin ‘co-producer’ıdır, Türkiye’nin Turizm Stratejisi’nin yerine getirilmesi için doğru kurumsal düzenlemeler yaşamsaldır, bir ülkeye ya da destinasyona yatırımcıları çekmek, ekonomik, sosyal ve politik ortamın özel sektör yatırımına yardımcı olmasını gerektirir” gibi görüşler dile getirildi.
OECD’nin iki yılda bir hazırlayacağı turizm raporlarından ilki olan “OECD Ülkelerinde Turizm 2008: Eğilimler ve Politikalar” başlıklı rapor yayınlandı. Rapora göre Türkiye turizmin rekorlar kırdığı 2005 yılı itibarıyla “hizmet ihracında turizm gelirlerinin payı” açısından OECD ikincisi konumunda oldu. Meksika’nın birinci sırada bulunduğu sıralamada, hizmet ihracında turizm kaleminin tuttuğu yer açısından ikinci Türkiye’yi, Yeni Zelanda, Avustralya, Portekiz, İspanya, Çek Cumhuriyeti, Yunanistan, İtalya ve Fransa gibi ülkeler izledi. 2006 itibarıyla “turizmin GSYİH’da aldığı yer” sıralamasında ise Türkiye Avusturya, Fransa, Yunanistan, Japonya, Meksika, Yeni Zelanda, Polonya, İspanya ve Güney Afrika’nın altında, OECD ülkeleri sıralamasında ortalarda yer buldu.
Turizmin 2004 yılında Türkiye’nin GSYİH’sına yüzde 5.3 katkıda bulunduğu, hizmet ihracatının üçte ikisini, mal ihracatının ise yüzde 24’ünü oluşturduğu belirtildi. Raporda, “Her üç kategoride turizmin göreceli önemi 2002-2004 periyodunda azalmıştır” denildi.
Buna göre GSYİH’nın oranı olarak turizm 2002’de yüzde 6.5’lik bir değer ifade ederken, 2003’te yüzde 5.5, 2004’te ise yüzde 5.3’e düştü. Yunanistan ve İspanya’da turizm GSYİH’nın yüzde 10’undan fazlasını oluşturuyor.
Mal ihracatında turizm 2002’de yüzde 29.7, 2003’te yüzde 25.8, 2004’te yüzde 23.7 yer tuttu.
Hizmet ihracatında turizmin payını gösteren rakamlar, 2002’de yüzde 80.4, 2003’te yüzde 69.2, 2004’te yüzde 66.1 oldu. Üç kategorideki oranlarda da göreli azalış meydana geldi.
Rapora göre, 2006’da ülkeye turizm amaçlı gelişler 19.8 milyon iken, rakam 2005’e göre yüzde 6.2’lik bir düşüş ortaya koydu. 2005 Türkiye’nin turist sayısı rekoru kırdığı yıldı, 21.1 milyon yani, 2004 rakamının yüzde 20.6 üzerinde bir turist gelmişti. 2006’da Türkiye’ye gelen turistlerin yüzde 59’u OECD ülkelerinden idi, bu rakam 2005’te yüzde 60.3 olmuştu.
Türkiye’nin uluslar arası turizm gelirleri 2006’da 16.851 milyar dolar olurken bir önceki yıla göre yüzde 7.2 düşüş kaydedildiği belirtildi.
DEVLET TURİZMİN “CO-PRODUCER”IDIR?
Devletin turizmdeki rolüne değinilen raporda, devletin destinasyonların arzını sağlamak, doğal sitelerle kültürel anıt ve müzeleri dikkatli bir şekilde koruyup bakımını yapmakla görevli olduğu anlatıldı. Devletin destinasyonları erişilebilir kılmak için ulaşım alanında da görevleri bulunduğu belirtilen OECD raporunda, “Yani devlet turizmin ‘co-producer’ıdır. Hizmetleri, destinasyonların potansiyel ziyaretçiler için çekici hale gelmesine katkıda bulunurken, turizmde büyümenin gerçekleşmesi için zorunlu politika ortamını oluşturur” görüşü ifade edildi. Raporda çevre korumanın önemine de şöyle değinildi:
“-Başarılı bir turizm sektörü, daha fazla insanın ulaşımdan, konaklamadan, korunmuş bölgelerdeki tesislerden yararlanmaları anlamına gelir. Turistler her şeyin üzerinde, güzel doğa manzaraları ve kirlenmemiş bir çevreyle ilgilenirler.
-Turizm arzını yapanlar için ise bu kaynakların kullanıma sunulması ana ilgi konusudur. Bu, koruma ve kalkınma gereksinimi arasında çatışmaya yol açar. Bu nedenle bölgesel planlama ve çevresel koruma politikaları doğrudan turizmle ilgilidir.
-Bölgesel düzeyde kaynakların boşa harcanmasını önlemek ve çevre kirliliğini minimum düzeyde tutmak amacıyla, koruma ve kalkınma gereksinimi arasındaki optimal dengeyi başarmak için dikkatli planlama yapılması gerekir.
-Bir ülkeye ya da destinasyona yatırımcıları çekmek, ekonomik, sosyal ve politik ortamın özel sektör yatırımına yardımcı olmasını gerektirir.
DOĞRU KURUMSAL DÜZENLEMELER YAŞAMSAL?
“ ‘Türkiye’nin Turizm Stratejisi’nin yerine getirilmesi için doğru kurumsal düzenlemeler yaşamsaldır” denilen raporda “Turizm potansiyeli bir hayli yüksek olan Akdeniz ve Ege kıyılarının altyapı sorunlarını çözmeye yönelik Ege-Akdeniz Turizm Altyapı Kıyı Yönetim Projesi Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülmektedir. Projede başarıya sağlanması için, yerel yönetimler ve bundan yararlananlar tarafından biçimlendirilecek altyapı birliklerinin hayata geçirilmesi ve uygun kurumlar ve yasal düzenlemeler yaratılması suretiyle, kullanıcıların parasal desteğini sağlamak önemlidir” tavsiyesi yer aldı.
Troy, Afrodisyas ve Perge yerleşimlerinin termal tesisler ve kültürel etkinliklerle bölgesel destinasyonlar haline getirileceği belirtilen raporda, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü ile yurtdışındaki 36 kültür ve turizm enformasyon bürosunun ülke içi ve dışındaki turistlerden şikayetleri topladıkları kaydedildi ve özetle şu bilgilere yer verildi:
-Bakanlık şikayete konu olan örneğin otel, restoran, dükkan gibi işletmelerle ilgili incelemelerini Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve belediyelerle işbirliği yaparak gerçekleştirmektedir.
-Oda sayısı 2005’te 230 bin 605, 2006’da ise ilk rakamlara göre 241 bin 32 olarak hesaplanırken yatak sayısı 2005’te 481 bin 704, 2006’da 506 bin 522 oldu. İki kategoride artışa karşın doluluk oranları 2005’te yüzde 52.4 iken, 2006’da yüzde 47.3 şeklinde gerçekleşti. Ortalama kalış süresi de 3.2 geceden 2006’da 2.9 geceye geriledi.
TURİZMİN GELİŞMESİ İÇİN MAKROEKONOMİK İSTİKRAR GEREKLİ?
OECD Raporunda, “İstikrarlı makroekonomik koşullar turizmin gelişimine daha fazla katkıda bulunur” denilen raporda “Patlayan bir ekonomide turizm talebi harekete geçer. Sürdürülebilir büyüme gerekli altyapı ve üstyapı yatırımlarını olanaklı kılar. İkisi de sonuçta istihdam artışına yol açacak potansiyel turizm yatırımları için öngörüye olanak sağlar. Enflasyonun kontrol altında tutulması turizm hizmetlerinin fiyatlarını sınırlar” denildi.
Olumlu makroekonomik ilişkilerin turizmin başarılı bir şekilde gelişmesi için önemli bir önkoşul olduğu belirtilen raporda, “Turizm sektöründe şirketler için elverişli bir ortam da zorunludur. Bu ekonomik, mali ve turizm bölgesiyle ilgili önlemleri içerir” denildi.
Merkez Bankası: Küresel yavaşlamayı hafife almayın
Hükümete iş dünyasından sonra bir uyarı da Merkez Bankası’ndan geldi. Küresel ekonomideki yavaşlamanın boyutuna yönelik belirsizliğin sürdüğünü vurgulayan Merkez Bankası, sert bir yavaşlama olasılığının göz ardı edilmemesi gerektiğine dikkat çekti.
Hükümete "ekonomi birinci gündem maddesi olsun" çağrısı yapan TÜSİAD, TOBB ve TGSD, geçen hafta da işsizlikle ilgili uyarılarda bulunmuştu. Üç kuruluş, mevcut ekonomik programla sağlanabilecek iyileşmenin sınırına gelindiğine dikkat çekerek, acil önlem isteğini dile getirmişti.
PORTFÖY ŞOKU YAŞANMAZ: Para Politikası Kurulu’nun (PPK) son toplantısının özet raporunda, küresel ekonomideki yavaşlamanın boyutu ve şiddetine ilişkin belirsizliklerin sürdüğü belirtildi. Merkez Bankası’nın orta vadeli enflasyon ve para politikasının, Türkiye’nin önemli bir portföy şoku yaşamayacağı varsayımıyla hazırlandığı belirtilirken, küresel ekonomide sert bir yavaşlama olma olasılığının da gözardı edilmemesi gerektiği vurgulandı.
MALİ DİSİPLİN KRİTİK: Türkiye ekonomisinin dünyadaki dalgalanmadan önemli ölçüde etkilenmediğine değinilen raporda, risk algılamalarının bozulmaya devam etmesi halinde ekonominin dayanıklılığının korunması için mali disiplin ve yapısal reformların devamlılığının kritik önem taşıdığı vurgulandı.
HARCAMALARI KISIN: Bütçe harcamalarının hedefle uyumlu olmasına yönelik uyarıların yer aldığı raporda, faiz dışı fazla hedefinin tutturulması için ek finansman gerekmesi halinde vergi artışı yapılmaması, harcamaların kısılması önerisi de yapıldı.
ENFLASYON ŞUBATTA ARTABİLİR: Merkez Bankası raporda, olumsuz hava koşulları nedeniyle Şubat ayında işlenmemiş gıda fiyatlarının geçen yıla göre yüksek bir artış gösterebileceğini ve bu artışın yıllık enflasyonda geçici bir yükselişe neden olabileceğini belirtti.
GE: 6 yıldır önümüzü iyi gördük enerjiye 5 milyar dolar yatırırız
General Electric (GE) Türkiye ve Güneybatı Asya Genel Müdürü Kürşat Özkan, 60 yıldır Türkiye’de faaliyette bulunduklarını hatırlatarak, "Ancak son 6 yıldır önümüzü daha iyi görüyoruz. Türkiye’deki en büyük yatırım sepetimiz enerji. Önümüzdeki birkaç yılda 3-5 milyar dolar arasında enerji yatırım yaparız" dedi.
GENERAL Electric (GE) Türkiye ve Güneybatı Asya Genel Müdürü Kürşat Özkan, yaklaşık 60 yıldır Türkiye’de bulunduklarını belirterek, "Ancak son 6 yıldır önümüzü daha iyi görüyoruz. Bu dönemde Türkiye’nin zaten var olan potansiyeli ortaya çıktı" dedi. GE olarak Türkiye’de enerji, uçak motoru, sağlık teknolojisi, medya, finans ve bankacılık alanlarında yatırımları bulunduğuna işaret eden Özkan, "Türkiye’deki en büyük yatırım sepetimiz ise enerji. Önümüzdeki birkaç yılda enerjiye 3 ila 5 milyar dolar arasında yatırım yapacağız" diye konuştu.
BU YIL 1.5 MİLYAR DOLAR: GE’nin tüm dünyada yüzde 14 ile rekor büyüme kaydettiğini söyleyen Özkan, "GE’nin cirosu 173 milyar dolara çıkarken, faaliyetlerden elde edilen kazanç yüzde 16’lık artışla 22.5 milyar dolara ulaştı. Bu büyümede şirketin faaliyetlerinin yarısından fazlasının Kuzey Amerika dışında olması etkili oldu" dedi. Özkan, 160 ülkede faaliyet gösteren GE’nin gelişmekte olan pazarlara büyük verdiğini belirterek, "Türkiye’de bu ülkeler arasında yer alıyor. 2007 yılı ciromuz 1.2 milyar doları geçti. Bu yıl ise 1.5 milyar doları hedefliyoruz" diye konuştu. Bir ülkedeki ciroları ile o ülkenin ekonomik büyüklüğü arasında paralellik bulunduğunu anlatan Özkan, "Türkiye dünyanın en büyük 16’ncı ekonomi konumunda. GE ülkeleri arasındaki yeri de hemen hemen aynı. Portföy olarak ise Türkiye ilk 10’a girer" dedi.
EN BÜYÜK SEPET ENERJİ: Türkiye’de başta enerji, uçak motoru, sağlık teknolojisi, medya ve bankacılık olmak üzere GE’nin ana iş kollarının tamamında yatırımları bulunduğunu vurgulayan Özkan, "Türkiye’deki en büyük yatırım sepetimiz ise enerji" dedi. Geçen aralık ayında Gama Enerji’ye yüzde 50 ortak olduklarını hatırlatan Özkan, "Bu yatırımız sadece bir portföy yatırımı değil. Gama Enerji ortaklığıyla bildiğimiz bir sektöre yatarım yaptık" dedi. Türkiye’de 20-25 yıl içerisinde 125 milyar doları bulan enerji yatırımı yapılacağına dikkat çeken Özkan, şunları söyledi: "Bu yatırımın 90 milyar doları ise direkt enerji üretimi için yapılacak. Bu dönemde her yıl milyarca dolarlık yeni yatırım yapılması gerekiyor. Bizde GE olarak önümüzdeki birkaç yılda enerjiye 3 ila 5 milyar dolar arasında yatırım yapacağız."
NÜKLEER KURUP İŞLETMEDİK: Enerji sektöründe yatırımı çeşitlendirmenin önemine işaret eden Özkan, Türkiye’de rüzgar, doğal gaz, hidro ve ithal kömürle çalışan santraller kuracaklarını söyledi. Nükleer santral kurulması konusuna da değinen Özkan, "15-20 yıldır nükleer santral imalatı konusunda teknoloji sağlayan bir şirketiz. Şimdiye kadar hiç nükleer santral kurup işletmedik. Türkiye’deki politikamız da ağırlıklı bu eksende olacak" şeklinde konuştu.
Her iki saniyede bir GE motorlu uçak havalanıyor
DÜNYADA her iki saniyede bir GE motorlu bir sivil uçağın havalandığına dikkat çeken Kürşat Özkan, "Bu uçaklarda Eskişehir’deki TEİ (Tusaş Engine Industry-Tusaş Motor Sanayi) tesislerinde üretilmiş bir parça mutlaka bulunuyor. Yüzde 46 ile ortak olduğumuz TEİ, geçen yıl 20 milyon dolar yatırım yaparken, büyük çoğunluğu ihracat olmak üzere 200 milyon dolar ciro elde etti" dedi.
Garanti’den çok şey öğrendik şimdi bölgesel marka olacağız
GARANTİ Bankası’ndaki ortaklıklarından çok memnun olduklarını söyleyen Kürşat Özkan, şöyle konuştu: "Garanti’den tüketiciler konusunda çok şey öğrendik. Uzun vadeli bir ortaklık olarak baktığımız Garanti, dünyanın en iyi bankacılık işletmelerinden biri. Garanti’yi şimdi bölgesel bir marka olarak görmek istiyoruz. Romanya ve Ukrayna ile başladık. Avrupa Birliği’nin genişleyeceği bölgede Garanti ile büyümek istiyoruz. Garanti’deki hisselerimizin küçük bir bölümünü Doğuş Holding’e devretmemiz ise tamamen kapital kullanımımızla ilgili bir karardı, Türkiye ile ilgili değil."
Türkiye Ar-Ge merkezine dönüşüp satılan her motordan pay alacak
TEİ ile ortaklaşa bir AR-GE merkezi kurduklarını söyleyen Kürşat Özkan, "TÜBİTAK’ın serbest teknoloji bölgesinde bu merkezi hayata geçirdik. Şimdilik 25 mühendis çalışıyor. Bu rakam kademeli olarak 240’a çıkacak. Yeni bir uçak motoru geliştirmenin maliyeti 1.5 milyar doları buluyor. Biz de bu merkez sayesinde motorun belirli kısımlarında uzmanlaşıp, yeni tasarımlar geliştireceğiz. Geliştirilecek yeni projelerde risk ve gelir ortağı olmayı hedefliyoruz. Böylece satılan her motordan Türkiye olarak pay alacağız. Öncelikli hedefimiz Joint Strike Fighter Projesi’nde TEİ olarak yer almak. Bu savaş uçağının motorunun geliştirmesinde yer alırsak, 30 yıl için bir gelir kapımız daha olur" dedi.
Kiler Holding'den 500 milyon dolarlık yatırım
Perakende, enerji, inşaat ve turizm sektörlerinde faaliyet gösteren Kiler Holding, 2008 yılında 500 milyon dolarlık yatırım yapacak.
Kiler Holding’in 2007 yılı faaliyet sonuçları ve 2008 yılı hedefleri Çırağan Sarayı’nda düzenlenen basın toplantısı ile kamuoyuna duyuruldu. Toplantıda konuşan Kiler Holding CEO’su Ahmet Kacar, 2007 yılında 800 milyon YTL olarak gerçekleşen holdingin cirosunu 2008’de 1 milyar dolara çıkarmayı hedeflediklerini söyledi.
Bu yıl Türkiye genelinde 55 yeni mağaza açacaklarını ayrıca Afyon Karahisar’da 1000 yatak kapasiteli Türkiye’nin en büyük termal otel ve SPA merkezinin temelini atacaklarını ifade eden Kacar, 2008’de yüzde 47 büyümeyi hedeflediklerini kaydetti. Kacak, bu yıl içinde perakende ve turizme 75, enerjiye 100 ve inşaata 250 milyon dolarlık yatırım yapmayı planladıklarını dile getirdi.
Kiler Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nahit Kiler de Türk ekonomisinin iyileşme ve büyüme sürecinin her geçen yıl artarak devam ettiğini vurgulayarak, “Önümüzdeki dönemde Türkiye ekonomisine yön veren kuruluşlar içinde yer almayı ve yurtdışına da açılmayı hedefliyoruz” dedi.
“YARI SAVAŞ HALİNE RAĞMEN EKONOMİ YOLA DEVAM EDİYOR”
Toplantıda konuşan Kiler Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nahit Kiler, sözlerine Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’ta yürüttüğü kara harekatında yaşamını yitiren askerlerin ailelerine başsağlığı dileyerek başladı. Bu olumsuzluklara karşın, ülkenin “yarı savaş” halinde olmasına rağmen, Türkiye ekonomisinin yoluna aynı hızla devam ettiğini vurgulayan Kiler, ekonomideki iyileşme ve büyüme sürecinin her geçen yıl aratarak devam ettiğine işaret etti.
Türkiye’ye duydukları güvenle yatırımlarına kesintisiz devam edeceklerini ve önümüzdeki dönemde Türk ekonomisine yön veren kuruluşlar arasında yer almayı hedeflediklerini dile getiren Kiler, yurtdışına da açılmak üzere çalışmalara başladıklarını söyledi. Türkiye’nin itici gücü olan 5 ana sektörden enerji, perakende, inşaat ve turizmdeki faaliyetlerine hız vereceklerini anlatan Kiler, holding’in büyüme stratejisine paralel olarak Ahmet Kacar’ın Aralık 2007’de Kiler Holding CEO’luğuna atandığını bildirdi.
Nahit Kiler, Kiler Holding’in kurucusu babaları ve Hikmet Kiler ve Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı kardeşi Ümit Kiler ile birlikte işlerinin başında olduklarını vurgulayarak, diğer kardeşleri Vahit Kiler’in de 2002 yılında Bitlis’ten milletvekili seçilerek ticari hayata veda ettiğini hatırlattı.
“SON 15 YILDA HER YIL ORTALAMA YÜZDE 30-40 BÜYÜDÜK”
Kiler Holding Yönetim Kurulu Başkanı Yardımcısı Ümit Kiler de, “1994 yılından itibaren tabiri yerinde ise gemileri yakarak perakendede 100-200 metrekarelik mağazalar değil, 1000 metrekarenin üzerinde mağazalar kurmaya yöneldik” dedi. Bu amaçla perakendenin güçlü olduğu ülkelerde 3-4 aylık araştırmalar yaptıklarını ve organizasyon modelleri üzerinde çalıştıklarını anlatan Kiler, 1994-2005 yılları arasında her yıl ortalama yüzde 30-40 büyüme sağladıklarının altını çizdi.
İstanbul’a geldikleri 1994 yılında kentin her ilçesinde mağaza açmadan başka bir kentte yatırım yapmama kararı aldıklarını ve 2005 yılı itibariyle bu amaçlarına ulaştıklarını ifade eden Kiler, “2005’ten sonra Ankara’ya yöneldik ve bu bölgede Canerler markasının yüzde 51’ini satın alarak 48 mağazayı daha bünyemize kattık. 2007’de de Trakya bölgesinde Güler markasını alarak 15 mağaza daha büyüdük” diye konuştu.
“AKDENİZ’DE 25 YENİ MAĞAZA AÇACAĞIZ”
Ümit Kiler, 2007 yılı başında Türkiye genelinde 6 ilde faaliyet gösterirken bu rakamın yılsonunda 14’e ulaştığına dikkat çekerek, 2008 yılında da Akdeniz bölgesinde başta Adana, Mersin, Kahramanmaraş, Osmaniye ve Hatay gibi illerde olmak üzere 25 yeni mağaza açacaklarını kaydetti. Geçmişte perakende sektöründe fiyat rekabetinin öncelikli olduğunu ancak şu an hijyen, müşteri memnuniyeti ve kalite gibi kavramların öne çıktığını dile getiren Kiler, “Biz Kiler olarak tarladaki, seradaki sebzeyi 24 saat içinde mağazalarımıza sunuyoruz. Türkiye’de bunu yapan başka kimse yok. Aynısını ette ve sütte de yapıyoruz” dedi.
“MARMARA’DA 350 MAĞAZAYA ÇIKMAYI HEDEFLİYORUZ”
Marmara Bölgesinde 350 mağazaya kadar büyüme planları olduğunu vurgulayan Kiler, bu amaçla bölgede 100 bin metrekare kapalı alana sahip olacak bir lojistik merkez kuracaklarını söyledi. Kiler, söz konusu merkezin 70 milyon dolara mal olacağını ve yaklaşık 2 ay içinde hazır hale geleceğini belirterek, Ankara’da 20 bin metrekarelik bir lojistik merkezi kuracaklarını belirtti.
-“SİYASİ KURULUŞ DEĞİLİZ, TİCARİ İŞLETMEYİZ”
Gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Ümit Kiler, Kiler’in AKP mitinglerinde hediye çeki dağıttığına ilişkin iddiaların sorulması üzerine, “Her yıl İstanbul Büyükşehir Belediyesi bizden yoksul bölgelere dağıtılmak üzere hediye çekleri alır. Biz ticari bir işletmeyiz, siyasi bir kuruluş değiliz” dedi. Kiler, ağabeyleri AKP Bitlis milletvekili Vahit Kiler’in de milletvekili olduktan sonra “ticaretin t’sini bile” ağzına almadığına dikkat çekti.
“MİGROS İLE İLGİLİ YANLIŞLIK VARDI, DÜZELTİLDİ”
Kiler, Migros’un satışında Koç Holding ile yaşanan “mini kriz”i değerlendirirken ise, “Koç Holding ülkemizde çok takdir ettiğimiz bir kuruluştur. Migros konusunda bir yanlışlık vardı, düzeltilmesi için açıklama yaptık. Onlar da düzelttiler” diye konuştu. Kiler, halka arz ile ilgili bir soru üzerine ise, şu anda bu konuda bir çalışmalarının bulunmadığını söyledi.
“2008’DE YÜZDE 47 BÜYÜME VE 1 MİLYAR DOLAR CİRO HEDEFİ”
Kiler Holding CEO’su Ahmet Kacar ise, holdingin 2007 faaliyetleri ve 2008 hedefleri hakkında bilgi verdi. Kiler Holding’in perakende ve inşaat sektörlerinde yakaladığı başarıya çok yakında enerji ve turizm alanında da göstereceğini dile getiren Kacar, 2008 yılında holding olarak yüzde 47 büyümeyi hedeflediklerini kaydetti. Kiler Holding’in 2008 yılında perakendede ve turizmde 75, enerjide 100 ve inşaatta 250 milyon dolarlık yatırım yapacağını vurgulayan Kacar, “2007 yılında 800 milyon YTL olarak gerçekleşen ciromuzu, 2008’de 1 milyar dolara çıkarmayı hedefliyoruz” dedi.
“YURT DIŞINA AÇILACAĞIZ, UKRAYNA VE RUSYA İLE GÖRÜŞÜYORUZ”
Holdingin yeni yatırımları hakkında da bilgi veren Kacar, Türkiye perakende sektöründe yüzde 5 olan pazar paylarını 5 yılda yüzde 12’ye çıkarmayı hedeflediklerini söyledi. “Önümüzdeki dönemde artık özellikle perakende ve inşaat alanında yurtdışına da açılmak istiyoruz. Bu konuda Rusya ve Ukrayna ile bazı görüşmelerimiz var” diyen Kacar, 2008’de Türkiye’de 55 yeni perakende mağaza açarak faaliyette oldukları il sayısını 14’ten 25’e çıkaracaklarını bildirdi.
İnşaat alanında ise başta 200 milyon dolarlık yatırımla hayata geçirecekleri Türkiye’nin en yüksek binası olması planlanan 216 metrelik “Sapphire” projesine odaklandıklarını anlatan Kacar, Zonguldak, Kütahya, Afyon’da alışveriş merkezleri, İstanbul Beylikdüzü ve Kartal’da ise konut projelerini hayata geçireceklerini ifade etti.
“TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK TERMAL OTELİNİ KURACAĞIZ”
Turizm ve sağlık hizmetleri alanında ise Afyon Karahisar’da 1000 yatak kapasiteli Türkiye’nin en büyük termal otel ve SPA merkezinin temelini bu yıl atacaklarını belirten Kacar, İzmir Seferihisar’da da bir termal otel inşa edeceklerini sözlerine ekledi. Kacar, ayrıca turizm sektöründe faaliyet gösteren TUREX markası ile 2 bin 500 araçlık filo ile yılda 35 bin kişiye taşıma hizmeti vermeye devam ettiklerini belirtti. Kacar, enerji sektöründe ise şu an 460 bin kilovatsaat olan kapasitelerini yılsonuna kadar 1 milyar kilovatsaata çıkarmayı planladıklarını kaydetti.