HD-DVD: Toshiba 1 Milyar Doları yaktı
Geçtiğimiz ay HD-DVD pazarından çekilen Toshiba, bu kararının sonucunda büyük maliyetlere katlanmak zorunda kalıyor.
Günde 100 milyon dolar gelmezse kriz çıkar
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Türkiye’de üretim maliyetlerinin yükselmesi nedeniyle sanayicilerin 100 birimlik üretim için 69 birimlik ara mal ithalatı yaptığını belirerek, "Türk sanayicisi Çin, Hindistan, Pakistan sanayisinin komisyoncusu oldu" dedi. Hisarcıklıoğlu, "Türkiye’nin günlük cari açığı 100 milyon dolar, bulamazsak kriz çıkar" diye uyardı.
TÜRKİYE Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, son 6 yılda sanayide yaşanan maliyet artışlarına karşılık ihracat fiyatlarının gerilediğini, iç piyasada da ciddi sıkıntı olduğunu söyledi ve "Türk sanayicisi Çin, Hindistan, Pakistan sanayisinin komisyoncusu konumuna sürüklendi. Kendi fabrikasını kapatıyor, onlardan alıp mevcut müşterilerine satıyor" dedi. Ekonomi Gazetecileri Derneği’nin (EGD) The Green Park Resort Kartepe’de düzenlediği Kartepe Ekonomi Zirvesi’nde konuşan Hisarcıklıoğlu, "Asgari ücret 2003’te 160 dolardı, şimdi 500 dolar civarında. Motorinin litresi 2003’te 0.9 YTL’ydi, şimdi 2.2 YTL. Sanayicinin ihrcat fiyatları aynı. İç piyasada müthiş sıkıntı var" diye konuştu.
ARA MAL İTHALATI PATLADI: Maliyet fiyat ikilemi nedeniyle sanayicilerin üretimde kullandıkları ithal ara mal miktarının hızla yükseldiğini söyleyen Hisarcıklıoğlu, "İşlenmiş ara mal ithalatının 100 birimlik sanayi üretimi içindeki payı yüzde 69’a çıktı. Fabrikalar kapanıyor. Son yıllarda Türkiye’nin AB pazarına ihracatında emek yoğun sektörlerin payı hiç artmıyor ama elektronikte de artmıyor. Orta ve yüksek beceri gerektiren imalatın Türkiye’nin ihracatındaki payı yüzde 30" dedi.
İKİNCİ NESİL REFORM: "Biz şimdi İkinci Nesil Reform Paketi’ni istiyoruz. Artık eylem planı değil planlı eylem istiyoruz. Makro ekonomik istikrar devam etmeli bunun için mali disiplin, yapısal reformlar sürmeli" diyen Hisarcıklıoğlu, yeni anayasa konusunun da hayati önem taşıdığını vurguladı. TOBB Başkanı şöyle devam etti: "Anayasa her şeyin başı. 1981’deki şartlara göre, bugünkü şartlar 180 derece farklı. Birçok reformun yapılması mevcut anayasa ile mümkün değil. Mesela sosyal güvenlik reformu. Bu konudaki reform Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.Bu ülkede haklı olduğunuz konuda bile hukuki süreç 2 seneyi geçiyor."
GÜNDE 100 MİLYON DOLAR: Hisarcıklıoğlu, öne çıkan asıl riskin yüksek cari açık olduğunu savundu ve şöyle konuştu: "Yeni hesaplamayla cari açığın GSMH’ye oranı yüzde 8’den yüzde 6’ya gerilemiş. Unutmayalım ki 2007’de şirketlerimiz 32 milyar dolar kredi almışlar. Doğrudan yabancı sermaye 21 milyar dolar gelmiş. Bankalar 4 milyar dolar almış, kısa vadeli fonlarla 3 milyar dolar gelmiş. Cari açık 2007’de 38 milyar dolardı 2008’de 42 milyar dolar bekleniyor. 38 milyar dolar açığın finansmanı için Türkiye’nin her gün 100 milyon dolar bulması gerekiyor. Yani hergün 100 milyon dolar bulamıyorsan kriz çıkacak demektir. "
Dünya krize sürükleniyor Türkiye’yi çok etkileyecek
DÜNYA ekonomisinin bir krizin içine sürüklenmekte olduğunu söyleyen TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, bu konuda da şöyle konuştu: "Küresel zararın ABD zarar bilançosu 600 milyar dolar ile 1 trilyon dolar arasında tahmin ediliyor. Bu durum tabii ki Türkiye’yi de etkileyecek. Etkilememesi mümkün değil. Büyüme dünyada, AB’de ve Avrupa’da gerileyecek. Türkiye ihracatının yüzde 65’ini AB ve ABD’ye yapıyor. Bu ihracatın içinde de tüketim malı grubu yüzde 41 paya sahip. Bu nedenle Türkiye diğer gelişen ülkelere göre daha fazla etkilenecek."
Bedavaya Allah bile vermiyor
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, sosyal güvenlik açığının geçen yıl 25 milyar dolara ulaştığını belirtti ve şöyle devam etti: "1982-2007 döneminde sosyal güvenlik faturası olarak 500 milyar dolar ödedik. Bakın, bedavaya Allah bile bir şey vermiyor. Bütün dinlerde cennete girmek için yapılması gereken şeyler var. Yapmazsan gidemezsin. Türkiye’de ortalama 47 yaşında emekli ol ve 25 yıl emekli maaşı alabiliyorsun. Avrupa’da 62 yaşında emekli ol 15 yıl emekli maaşı alabiliyorsun. 1992’de Süleyman Demirel genç yaşta emeklilik imkanı getiren yasayı çıkarınca çok sevinmiştim. Şimdi o günkü o adımın zararanı ancak 40 yılda düzeltebiliyoruz yani üç nesil boyunca sıkıntı olacak."
Dünya Bankası: Türkiye genel olarak ileri gidiyor
Dünya Bankası’nın internet sitesinde yer alan “Türkiye’de Kalkınmanın Sonuçları” başlıklı çalışmada eğitim, ekonomi, sağlık, doğal alanların korunması alanlarındaki çalışmalar değerlendirildi ve “Ülke genel olarak ileri gitmekte ve sonuçlarını da görmektedir” denildi.
DB çalışmasında, “Türkiye’nin zengin biyolojik çeşitliliğine rağmen ülkede çok az sayıda bakir alan kalmıştır. Temel sorun tüm ilgili yerel toplulukların kendi yönetimlerindeki arta kalan doğal alanların korunmasıdır” ifadesi yer aldı.
Dünya Bankası’nın uluslar arası internet sitesinde Çince, İspanyolca, Fransızca ve Türkçe olarak yayınlanan “Türkiye’de Kalkınmanın Sonuçları” başlıklı çalışmada ortaöğretime giden Türk kızlarının sayısının 2005-2006 yılları arasında, 2001-2002’deki yüzde 42 düzeyinden, yüzde 9’luk bir artışla, yüzde 51’e çıktığı belirtildi.
Marmara depreminden sonra evsiz kalan deprem kurbanlarının yararına 34 bin apartman inşa edildiği ifade edilen çalışmada, “Bunlar Türkiye’nin yoksulluk oranını azaltma, sağlık ve eğitim hizmetlerini iyileştirmede ve ülkenin makroekonomik desteğini güçlendirme yolunda ne kadar büyük adımlar attığının birkaç örneğidir. Dünya Bankası bu kalkınma başarılarına öneri ve kaynak sağlayarak katkıda bulunmuş ve diğer ülkelerde benzer projeleri yürütürken edindiği bilgiyi paylaşarak yardımcı olmuştur” denildi.
EKONOMİ?
Çalışmada Türkiye’nin ekonomik durumu anlatılırken, yoksulluk oranını 2002’deki yüzde 27’den 2006’daki yüzde 18’e düşürdüğü bu alanda başarı sağladığı belirtildi. Bu rakamların nüfusun büyük bir bölümü tarafından daha iyi sağlık ve eğitim hizmetleri ve gelecek kuşaklar için daha iyi bir hayat beklentisini içeren sürdürülebilir kalkınmanın yararlarını gösterdiği belirtilen çalışmada, “Hükümetin agresif reform çabalar ülkenin makroekonomik durumunda tutarlı bir iyileşme sağlamıştır. 2001’den bu yana Türkiye’nin genel ekonomik durumunda son yıllarda yüzde 7’nin üzerinde GSYİH büyümesi, enflasyonun yüzde 55’ten tarihi bir şekilde yüzde 7.7’ye düşmesi gibi sürekli bir ilerleme görülmüştür.
Çalışmada, bir ticaret işine başlamak için gerekli olan sürenin 2003 yılındaki 38 günden, 2006’da 9 güne düştüğü de belirtildi.
SAĞLIK?
Sağlık alanındaki gelişmeler anlatılırken Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan verilere göre, Türkiye’nin, 1998 yılında her bin canlı doğumda 43 olan bebek ölümü sayısını 2005’te her 24’e düşürdüğü ve önemli bir ilerleme sağladığı belirtildi. Yaşam beklentisinin şu anda 72 yıl olduğu, bu sonuçların sağlık sektöründeki bir dizi girişim ve halen sürmekte olan temel reform çabalarından ileri geldiği belirtildi.
Sağlık Dönüşüm Projesi ve Programa Dayalı Kamu Sektörü Kalkınma Politikası Programı altında Hükümetin, Evrensel Sağlık Sigortasına giriş dahil sağlık sektörünün kapsamlı reformuna yönelik çok önemli adımlar attığı kaydedildi, amacın herhangi bir sağlık sigortası kapsamında olmayan 10 milyon kişi dahil tüm Türk vatandaşlarını kapsayan bir sağlık sigortası olduğu ifade edildi.
Önceki sistemin, bazı hastanelerin sadece belirli gruplar tarafından kullanılması ve hasta bakım koşullarında son derece eşitsizlik olması gibi nedenlerden dolayı fazlasıyla bölünmüş bir sistem olduğu anlatıldı. Hükümetin kapsamlı reform programının ayrıca birinci kademe (temel) sağlık hizmetlerinin sağlanması için aile hekimliğinin başlatılması ve hastalarına sağlık hizmetleri verirken verimliliklerinin ve etkililiklerinin artması için devlet hastanelerine daha fazla özerklik ve sorumluluk verilmesi gibi girişimleri içerdiği belirtildi.
ÜLKEDE ÇOK AZ BAKİR DOĞA ALANI KALDI?
Çalışmanın “Sürdürülebilir Doğal Kaynak Yönetimini Destekleme” bölümünde ise şöyle denildi:
“-Türkiye, bölgede biyolojik açıdan en çok çeşide sahip ülkelerden biridir. Örneğin, Türkiye’nin 10.000 bitki türünün yaklaşık 1.200 tanesi bu ülkeye özgüdür ve bunlar sadece Türkiye’de bulunur. Buna ilaveten, Türkiye’de kuşların yuvalanması için doğal ortamlar sağlayan bol miktarda sulak alan ve mevsimlik göçleri süresince Afrika ve Avrupa arasında uçarken geçen çok sayıda kuş için besin kaynağı olan 100’ün üzerinde Önemli Kuş Alanı belirlenmiştir. Ancak Türkiye’nin zengin biyolojik çeşitliliğine rağmen ülkede çok az sayıda bakir alan kalmıştır. Temel sorun tüm ilgili yerel toplulukların kendi yönetimlerindeki arta kalan doğal alanların korunmasıdır. Biyolojik çeşitlilik ve Doğal Kaynakları Yönetme Projesi vasıtasıyla Hükümet, topluluklarla öncelikli dört doğal koruma alanının geliştirilmesi ve gerçekleştirilmesinde beraber çalışmış ve bu alanlardan öğrenilenler ülke genelindeki diğer dokuz projeye eklenmiştir.”
Anadolu Su Havzaları Rehabilitasyon Projesi (ASHRP) çerçevesinde daha fazla bozulma, erozyon ve kirlilik olmaması açısından bozulan alanların korunması için topluma dayalı mikro - havza planları hazırlandığı belirtilen çalışmada bunların ve halen 76 köyde uygulandığı kaydedildi. Projeden toplam 120 köyün yararlanacağı ifade edildi.
“ÜLKE GENEL OLARAK İLERİ GİTMEKTEDİR”
Dünya Bankası çalışmasında, “Türkiye, kadastro sisteminin ve tapu sicil sistemlerinin modernleştirilmesi, enerji sektörünün verimliliğinin arttırılması ve büyümeleri için gereken sermayeye ulaşım amacı ile gelişmekte olan işletmelere yardım edilmesi de dâhil olmak üzere bir dizi sektördeki kalkınmasında, ilerleme kaydetmiştir. Ülke genel olarak ileri gitmekte ve sonuçlarını da görmektedir” denildi.
THY'den 111 Avro'ya yurtdışı uçuş fırsatları
Türk Hava Yolları'nın (THY), tüm yıl boyunca devam eden “111 Avro'ya yurt dışı fırsatı” kampanyasının Nisan ayı uçuş noktaları belli oldu.
Yaklaşık bir ay önce, Toshiba HD-DVD pazarından vazgeçtiğini açıklamıştı. Böylece format savaşı da Blu-ray'in kayıtsız şartsız galibiyeti ile sonuçlanmıştı.
Japon ekonomi gazetesi Nikkei, bu kararın Toshiba'ya 989 Milyon Dolara mal olduğunu bildirdi. Hisseler yüzde 1,8 oranında düşüşe uğradı. Toshiba tüm mali yıl için yaklaşık 2,5 Milyar Dolarlık etkin kâr bekliyor. Ancak bu düşüşün genel beklentiyi hedefinden saptırması kimse için sürpriz olmayacaktır.
THY'den yapılan yazılı açıklamaya göre, yaz-kış, düşük-yoğun sezon ayrımı olmaksızın her hafta yenilenen kampanyada, dış hat uçuş noktalarına yolcular, vergiler hariç ekonomi sınıfında 111 Avro'ya, business sınıfta 333 Avro'ya gidiş ve dönüş bileti alabilecek.
Ankara ve İzmir çıkışlarında 50, Türkiye'deki diğer hava alanları ve Ercan Havaalanı'ndan yapılacak seyahatlerde ise 80 Avro ek ücret ödenecek.
Buna göre, 1-7 Nisan arasında Hanover, Oslo ve Dublin, 8-14 Nisan arasında Berlin, Kazan ve Doha, 15-21 Nisan arasında Stuttgart, Belgrad ve Donesk, 22-30 Nisan arasında Münih, Zagrep ve Dnepropetrovsk'a uygun fiyatla uçma imkanı sağlanacak.
İSPANYA'YA BAHAR PROMOSYONU
THY, 1 Nisan-30 Haziran 2008 tarihleri arasında Barselona ve Madrid uçuşlarına promosyonel ücret uygulayacak.
Buna göre, söz konusu tarihlerde İstanbul, Ankara ve İzmir'den seyahat edecek yolcular Madrid'e 1 Nisan 2008'den itibaren vergiler hariç 209 Avro'dan, 16 Nisan 2008 tarihinden itibaren vergiler hariç 169 Avro'dan, Barselona'ya ise 249 Avro'dan başlayan fiyatlarla seyahat edebilecek.
Barselona ve Madrid promosyonel ücretlerine Denizli'den başlayan seyahatler için 40 Avro, Ercan ve diğer Türkiye noktaları için 80 Avro eklenecek.
İÇ HATLARDA YÜZDE 20 İNDİRİM
Öte yandan, THY'nin iç hat uçuşlarında Ocak ayında başlatılan yüzde 20 indirim uygulamasının, gördüğü yoğun ilgi üzerine uzatıldığı bildirildi.
Buna göre yolcular, 13 Nisan 2008 tarihine kadar yapacakları seyahatlerde, 6 Nisan 2008 tarihine kadar rezervasyon yaptırmaları halinde yüzde 20 indirimli seyahat edebilecek.
Söz konusu promosyondan faydalanmak için biletlerin uçuştan en geç 7 gün öncesinden alınması gerektiği kaydedildi.
Bu arada, THY'nin, Kıbrıs'a seyahat edecek yolcular için başlattığı vergiler hariç 49 YTL'den başlayan ücretlerle promosyon uygulamasının da devam ettiği belirtildi.
Promosyon uygulaması ve diğer konulardaki ayrıntılı bilgi, THY'nin bilet satış ofislerinden, 444 0 849 numaralı telefondan ve “www.thy.com” adresinden alınabilecek.
Oyak'tan 2 milyar YTL'lik fon belgesi ihracı
Oyak Emeklilik A.Ş. Büyüme Amaçlı Esnek Emeklilik Yatırım Fonu'nun portföyünü temsil eden 2 milyar YTL’lik katılma belgesi ihracı için Sermaye Piyasası Kurulu’na (SPK) başvurdu.
SPK Haftalık Bültenine göre, daha önce başvuran Fortis Emeklilik ve Hayat A.Ş. Gruplara Yönelik Gelir Amaçlı Kamu Borçlanma araçları Emeklilik Yatırım Fonu'na ait 300 milyon YTL tutarındaki katılma belgesi ihracı SPK tarafından kayda alındı. Söz konusu Fon'un portföyü yüzde 84 oranında devlet tahvili, yüzde 16 oranında ters repo işlemlerinden oluşuyor.
İş Yatırım Menkul Değerler A.Ş. B Tipi Sütaş Değişken Özel Fonu’nun tutarının 40 milyon’dan 70 milyona çıkarılması nedeniyle 30 milyon YTL’lik artırımı temsil eden katılma belgelerinin ihracı da Kurul kaydına alındı. Bu fonun portföyünde yüzde 85.50 oranında devlet tahvili, yüzde 8.43 hisse senedi, yüzde 5.07 ters repo, yüzde 0.53 ileri valörlü alışlar ve yüzde 0.47 oranında Hazine bonosu bulunuyor.
İŞ YATIRIMDAN YENİ FON
SPK, 100 milyon YTL başlangıç tutarlı İş Yatırım-iBoxx Türkiye Gösterge Tahvil B Tipi Borsa Yatırım Fonu’nun kuruluşuna izin verirken, Türk Ekonomi Bankası A.Ş. B Tipi yüzde 100 Anapara Koruma Amaçlı İkinci Yatırım Fonu’nun yatırım yapılacak araçlarda değişiklik başvurusunu onayladı. Fon portföyünün yaklaşık yüzde 85’i Fon'un vade yapısına uygun kamu borçlanma senetlerinden veya Borsa dışı ters repo sözleşmesinden, yaklaşık yüzde 15’i de Borsa dışı dolar/YTL kuruna dayalı opsiyon sözleşmesinden oluşacak.
Finansbank A.Ş.’nin portföy yönetim şirketlerinin bireysel portföy yönetimine varlıklarının saklanmasında portföy saklama kuruluşu olarak faaliyet göstermesine de Kurul'dan izin çıktı.
CREDITWEST FAKTORING’DEN 50 MİLYON YTL’LİK TAHVİL İHRACI
Öte yandan, İş Yatırım Menkul Değerler A.Ş’nin Creditwest Faktoring A.Ş. şirketinin değişken faizli 2 yıl vadeli, 6 ayda bir kupon ödemeli 50 milyon YTL tutarında tahvil ihracı da Kurul tarafından kayda alındı. SPK, İş Yatırım Menkul Değerler A.Ş.'nin söz konusu tahvillerin Kurul kaydına alınmasından talep toplama süresinin sonuna kadar maruz kalınabilecek piyasa riskinin yönetilebilmesi için talep toplama süresi boyunca ek getiri oranının aralık şekilde tutulmasına ilişkin talebini olumlu karşıladı. İş Yatırım Menkul Değerler A.Ş. de söz konusu tahvillere ilişkin nihai ek getiri oranı ile ilk kupon ödeme dönemi için geçerli olacak nihai faiz oranı ve yıllık bileşik faiz oranını kamuoyuna açıklayacak.
400 dolara gemi ile Akdeniz'i gezebilirsiniz
Eren Güler
Üstün Özbey, Koç Topluluğu'nun turizm sektöründe faaliyet gösteren şirketi Setur'un genel müdürü.
Turizmde masanın öteki tarafından, yani otelcilikten kalkıp acenta tarafına oturmuş. Setur'a geçeli 10 yıl, genel müdürlük koltuğuna oturalı da 3 yıl olmuş.
Turizmin her alanını en iyi bilen isimlerden olan Özbey ile sektörü ve şirketin hedeflerini konuştuk...
KAFKASLAR'DAN BAŞLAYAN, KAYAKLA DEĞİŞEN HİKAYE...
Üstün Özbey'in aslında biraz ilginç bir kariyer hikayesi var. Özbey'in kökleri Kafkaslar'a dayanıyor. Dedeleri Şeyh Şamil'in soyundan geliyor. Rusya'dan göç sırasında bütün aile Sarıkamış'a gelip yerleşmiş. Özbey'in hayat hikayesi de buradan başlıyor...
"Çocukluğum Sarıkamış'ta geçti. Ancak benim orada hayatımı değiştiren en önemli olay kayağa olan ilgimdi. 14 yaşında Türkiye kayak şampiyonu oldum. Sadece ben değil, bizim aileden dört tane daha kayak şampiyonu çıktı.
Kayak sayesinde daha çok küçük yaşlardan başlayarak Türkiye'nin birçok tarafını gezdim, yurtdışında çeşitli yarışmalara katıldım. Üniversitede Ankara'ya geldim. Daha sonra da Londra'ya giderek işletme okudum..."
-Sektöre nasıl adım attınız?
"İngiltere'de okurken bir yandan da çalışmaya başladım. Sheraton oteli ilk işyerimdi. Daha sonra Türkiye'deki Sheraton otellerinden ve arkasından yine İngiltere'de çalıştım. Arada Ortadoğu ülkeleri ve ABD'deki zincirlerde de bulundum. 1991 yılında ise Antalya'da yeni açılan Sheraton'a genel müdür yardımcısı olarak geldim."
-Otelciydiniz yani...
"Tabi tabi. Asıl temelim otelcilik benim. Seyahat acentası tarafına geçmek ise bir seçimdi. Otelcilikte uluslararası zincirde bir yere geldiğinizde 2-3 senede bir ülke değiştirirsiniz. Ben evlendikten sonra kızım da olunca daha fazla yurtdışını dolaşmak istemedim. Koç Grubu'ndan da böyle bir imkan olunca seyahat acentasına, yani masanın öbür tarafında geçtim."
EKONOMİ İLE TURİZMİ BİRBİRİNDEN AYIRAMAZSINIZ
Turizm, Türkiye ekonomisinin can damarlarından biri. Bir yandan ülkeye turistler sayesinde milyar dolarlar akıyor, diğer yandan milyonlarca kişiye iş imkanı sağlıyor. Üstün Bey, turizm ile ülke ekonomisi arasındaki bir noktaya dikkat çekiyor...
"Turizmi ülkenin ekonomisinden ayıramazsınız. Ülkedeki ekonomik iyileşme ve zaaflar turizmi çok etkiliyor. Daha doğrusu turizm en çok etkilenen sektörlerden biri... Çünkü turizm iş haricinde öncelik değil. Yani bir sıkıntıya girdiğinizde ilk tasarruf edebileceğiniz kalemlerden birisi. Onun için her tür ekonomik hareketlilikten çok çabuk etkilenir hale geliyor.
Ama Türkiye şimdi öyle bir yere geldi ki; global dünyanın içindeki ekonomik potansiyelden ve iş potansiyelinden dolayı artan hareket normal turizmi desteklemeye başladı. Mesela eskiden iş otelleri yotu. Şimdi bakıyorsun İstanbul, Ankara ve İzmir'de birçok otelin ve uçakların dolu olmasının sebebi iş...
Aslında biz başından beri turizmin çeşitlendirilmesi lazım diye söylüyoruz. Türkiye sadece deniz-kum-güneş değildir, tarihi vardır, kültürü vardır... Ekonomik potansiyeli de vardır. Ekonomik yatırımları getirirseniz o ülkeye turizm kendiliğinden geliyor zaten. Aynı son yıllarda olduğu gibi..."
-Peki bu hareketlilik devam eder mi?
Bu hareket devam eder. Özellikle de Türkiye'nin bulunduğu konumdan dolayı.
Ben hep bardağın dolu tarafına bakarım, bugün dezavantaj gibi gözüken komşularımız, özellikle de Ortadoğu'daki komşularımız, iyi yönetildiği takdirde bizlerin çok ciddi iş imkanı yaratacağı bölgeler. Rusya tarafı da öyle, doğu tarafı da öyle. Tüm komşularla ilişkiler iyi gidiyor ve bence Türkiye bu alanda geleceği parlak ülkelerden.
Bakın, bu hareketlilik yeni turizm dallarını da beraberinde getirecek. Kongre turizmini etkiliyor. Incentive dediğimiz sektörü etkiliyor. Unutmayın ki Türkiye'ye yatırım yapan bir şirket belli bir insan transferi yapıyor.
YURTDIŞI TURLARA İLGİ ARTIYOR
Türkiye'de turizm denilince genellikle akla iç turizm gelir. Ancak son yıllarda bu algı giderek değişmeye başladı. Türk halkı yurtdışını da merak etmye başlayınca ve biraz da ekonomik gücü artınca rotayı yurtdışına çevirmeye başladı. Üstün Özbey de yurtdışı turlara artan ilgiyi teyit ediyor....
"Eskiden yurtdışı turlar çok azdı. Paket turlar dediğimiz charter'larla yapılan bayramlarda seyranlarda olan turlar vardı ama şimdi Türkiye'de bizlerin başlatığı cruise (gemi yolculuğu) sektörü olsun, diğer turlar olsun ilgi çok arttı. Ayrıca lüks turizm seçenekleri de gelince bir baktık ki içerideki potansiyel harekete geçmekle kalmadı, daha önce bunları bizden değil İsrail, Yunanistan, İsviçre üzerinden alanlar da içeri döndü. Sonuçta bizde bu tarz hareket etmek isteyen bir kitle vardı, ama bu hizmeti veren yoktu.
Ben hep zamanında dedim ki, 'Türkiye'ye insanlar gelsin ve bizi burada tanısın' iddiası doğru değildi. Bizim insanımızın da dünyaya dağılması, yurtdışına gitmesi ve arkadaşlıklar kurması, bize maledilen negatif görüntüyü ortadan kaldırma sürecini hızlandırır.
Ama tabii niye Türkler çok fazla yurtdışına gitmiyor derseniz bunun altında ekonomik ve kültürel sebepler yatıyor. Bir paranız olacak, iki seyahat etme kültürüne sahip olacaksınız.
- Yurtdışına giden nereyi tercih ediyor?
Önce Avrupa, sonra Uzakdoğu. ABD'de yavaş yavaş başladı. Türk milleti biraz konservatif. Önce bildikleri yere gidiyor.
TURİZMİN EN BÜYÜK PROBLEMİ...
Turizm bu ülke ekonomisinin en önemli sektörlerinden biri. Ancak ekonominin her alanında olduğu gibi turizmin de bazı problemleri var. Üstün Özbey, özellikle bir konuya dikkat çekiyor...
"Önce altyapı. O da sadece turizmin değil ülkenin sıkıntısı. Turizm yalnız başına bir sektör değil. Gıda ile belediye ile yerel yönetimler ile, havacılık ile esnafla ulaşımcıyla ilgili... Turizm reel ekonomideki herşeyle alakalı... Bunların bir tarafında sıkıntı olduğunda dolaylı olarak turizmi etkiliyor. O yüzden bunu ciddi bir bütün olarak görmek lazım.
- Başka problem var mı?
Global sıkıntıların da bize etkisi oluyor. Komşulardaki sıkıntılar bize yansıyabiliyor.
- Kuzey Irak operasyonu rezervasyonları etkiledi mi?
Hayır hayır. İyi anlatıldığı için bir reaksiyon yaratmadı. Bir de zaman olarak sezonun çok dışında bir zamandı...
- Sektörde insan kaynağı ne durumda?
Ben 1983 yılında başladım Sheraton'da ve o tarihte Türkiye'de 2-3 tane 5 yıldızlı otel, elle sayılacak kadar acente, çok az da otel vardı. Bugün ise çok ciddi bir istihdam var.
Rakamsal olarak yüksek fakat kalite olarak istediğimiz yerde değiliz. Çünkü iyi bir otel, iyi bir bina, iyi bir restaurant yapmak için iyi bir mimar, proje ve finans yeterli olur. 1-2 senede işi bitirirsiniz. Ama eğitilmiş bir insanın yetişmesi 5-10 seneyi buluyor. Burada da sürece ihtiyaç var. İnsanımız çok zeki akıllı ama bu bir süre meselesi. Fakat şunu söyleyebilirim ki gelişim iyi. İleriye doğru iyi gözüküyor.
BANKALAR SAĞOLSUN...
Türkiye'de özellikle iç turizm son yıllarda önemli bir gelişme gösterdi. Tatil yapma fikri ve alışkanlığı giderek oturmaya başladı. Ama bunda otellerin artması kadar başka bir faktör de önemli... Bunu Üstün Özbey açıklıyor...
"Seyahat bir kültür. İnsanlar tatil yapmanın yaşamın gerekliliği olduğunu anladı. Artık para biriktireyim, emekli olayım, yazlık alayım değil, emekli olana kadar ne kadar çok gezerim görürüm olayı başladı. Bir de eskiden yazın sadece güneydi, o da kalktı. Güneye giden artık Karadeniz'i de göreyim, Ege'yi de göreyim, becerebilirsem yurtdışına da gideyim diyor. Buradaki gelişme çok güzel. Daha çok büyük bir potansiyel var.
Bu arada iç turimin gelişmesinde bankalar çok önemli rol oynadı. Tatil kredisi verdiler, tatile gidemeyenler kredi alarak bir senede ödeyerek bu imkana ulaştı. Ama bu zaten böyle başlıyor. Önce bir gidip ne olduğunu anlamanız lazım.. Bir kere gidenler tatil yapmayı yaşam şekli haline getirmeye başlıyor.
- Turizmde bu seneyi nasıl görüyorsunuz?
Sezon iyi gözüküyor. Uçakların Türkiye'ye olan doluluk oranları iyi gözüküyor. İnşallah herhangi bir şekilde sekteye uğramaz.
DENİZ-KUM-GÜNEŞ-UCUZ!
Turizm ve Türkiye kelimeleri yanyana geldiği zaman akıllara düşen üçlü deniz-kum-güneş... Yıllardan beri turizmciler bu tarz turizmin yanına yenilerinin eklenmesi gerektiğini söyleyip duruyor. Sonuçta bazı gelişmeler var ama henüz yeterli değil. Ee haliyle Türkiye'de turizm deniz-kum-güneş üçgenine sıkışınca 'ucuz ülke' imajından da kurtulamıyoruz. Üstün Özbey, Türkiye'deki fiyat seviyesini ve turizmin çeşitlendirilmesini şöyle değerlendiriyor:...
"Türkiye ucuz bir ülke mi? Güneye bakarsanız, evet ucuz ülke. Tesislerin kalitesi ve niteliği çok üst düzey olmasına karşın fiyatlar istenilenin çok çok altında. Çok otel var ve burada talebi çok profesyonelce yürüttüğümüzü söylemek zor. Rekabet deyince herkes fiyat düşürmek anlıyor. Ama buna karşılık büyükşehirlerde fiyatta Avrupa fiyatlarına yaklaşmaya başladık. Yavaş yavaş olacak...
- Burada fiyatı ucuzlatan otellerin bolluğu mu o zaman?
"Bolluğundan çok belli bir süreye sıkışmış yoğun bir dönem olması. Çünkü 12 ayın 4-5 ayı tam dolu çalıştırma şansınız var. Onu da riske etmek istemiyor kimse...
Ama bunlar normal. Bizim rakiplerimize bakın, İtalya ve İspanya gibi ülkeler belirli bir doygunluğa ulaştı. Biz daha yeni geliyoruz. Bu süreç yaşanacak ve bir süre daha ucuz ülke olacağız.
Bu arada daha pahalı ürünler, daha konsept ürünler piyasaya girmeye başladı. Onların doluluk oranları çok düzgün gidiyor. Bunların sayıları yavaş yavaş artacak. Mesela golf gelecek... Sadece güneş deniz değil de temalı turizm devreye girdiğinde, işte özel kongre merkezleri gibi, fiyatlar yavaş yavaş yükselecek...
Biz bu ucuz ülke imajından yavaş yavaş ve turizmi çeşitlendirerek kurtulacağız.."
- Türkiye'nin en büyük rakipleri kim?
Akdeniz çanağındaki tüm ülkeler... Ama biz fiyat politikasından dolayı, diğerlerinin çok da fazla istemediği bir kesime hitap ediyoruz. Ancak çok farklı ve çeşitli şeyler sunarsanız bir üst seviyeyi çekebiliriz.
İspanya'ya giden İngilizle Türkiye'ye gelen İngilize bakmak lazım. Sadece deniz -güneş için gidecekse, İspanya yerine bizi tercih edip daha az para veriyor. Ama ben bunun yanında golf de oynayayım, ata da bineyim, trekking yapayım, para önemli değil diyene geldiğinizde, orada yeterli kitleye ulaşamıyoruz. Turizmi çeşitlendirmek gerekiyor.
SETUR LÜKS TURİZMDE ATAĞA GEÇİYOR
Setur turizm sektörünün en köklü firmalarından biri. 1964 yılı ortalarında, gümrükten muaf mağazaların ülkemizde faaliyet göstermesine olanak tanıyan kararın çıkarılması üzerine Koç Holding tarafından kuruldu. Daha sonra seyahat acentası olarak da faaliyet göstermeye başladı. Peki Setur ağırlıklı olarak kime hitap ediyor?
"Orta ve orta üst gruba hitap ediyoruz. Türkiye'de ciddi bir belli yoğunlukta çalışan üst düzey yönetici ve işadamları var. Bu insanların en büyük sıkıntıları zamandır. O kadar yoğundurlar ki; kendileri ve ailelerine fazla zaman ayıramazlar. Onun için limitli tatil yapma şansları vardır. Bu tarz kitle de hata ve zaman kaybı kabul edemez. Der ki; 'ben seyahat ederken riskimi, ulaşım süremi minimuma indirip, alacağım keyfi maksimuma çıkarmak istiyorum. Ben şu eksikti bu eksikti gibi şeyler düşünmek istemiyorum. Bana öyle bir tatil verin ki gideyim, tatilimi yapayım ve dinlenmiş olarak geri döneyim...'
Bunu isteyen bir kitle var ve biz bu kitleye hizmet vermeye çalışıyoruz.
Bu tarz turizm çok önemli. Mesela bizim Türkiye temsilciliğini aldığımız Abercrombie. Dünyada kişi ve gruplara çok özel bir tatil imkanı sağlayan ve her tatilin bir hatıra olarak sizinle yaşamasını sağlayan bir konsept sunuyor. Şimdi buna milyonlarca insan götürmeniz zor..."
-Ne yapıyor özel olarak?
"Hizmet ulaşımından transferine kadar, otele kadar en kalitelisi seçiliyor. Uçaksa business class, ulaşımsa kişi sayısına göre en kalitelisi... Biz Abercrombie'nin Türkiye temsilcisiyiz ve bunu Türkiye'de yapıyoruz.
Bunun şöyle bir avantajı da var: Bugün Abercrombie'nin seyahat eden kitlesi belli. Setur temsilcilik aldığından beri Abercrombie'yi kullanarak dünyada seyahat yapanlar artık Türkye'yi de haritada görüyor. Eskiden Türkiye yoktu, biz ülkemizi o ligin içine de soktuk."
Biz bunu sadece Türkiye'deki vatandaşlarımızın hizmetine açmak için değil, dünyada bu network'ü kullananlara Türkiye'nin de burada olduğunu göstermek istedik. O çok yüksek parayı harcayıp tatil yapmak isteyenlere kapı açmayı amaçlıyoruz."
-Önümüzdeki dönemde Setur olarak özellikle önem vereceğiniz bir dal olacak mı?
"Biz şimdi bu global ekonomiyi de göz önüne alarak Avrupa Birliği'ne hizmet verecek bir yapıyı oluşturmaya çalışıyoruz. Bizim corporate traveller dediğimiz, iş dünyasının seyahat ve ihtiyaçlarını kapsayan bir çalışmamız var. Dünyanın en büyük corporate seyahat şirketi olan Bcd Travel'ın Türkiye temsilcisi olduk. Artık bu tarz global şirketler bir yerle anlaşma yapıp hizmeti tek bir yerden alıyor. Bunun altyapısı olarak da bilişim teknolojisine büyük bir yatırım yaparak Booking Turkey gibi bir portal kurduk.
Biz artık bu sistemi global çevreye açabilir hale geldik. Hem internet üzerinden hem de global dünyanın dünyanın ihtiyaçlarına hizmet verecek bir yapıyı kurmayı hedefliyoruz. Yani sadece uçak bileti satıp otel rezervasyonu yapan bir acenta kimliği değil bizimki...
İş ve seyahatin de biraz olmayanını vermeye çalışıyoruz. Biz diyoruz ki, 'olmayanı sunalım ve çeşitlilik katalım..."
- Bunu da yurtdışında bu işi yapan firmaların temsilciliğini alarak yapıyorsunuz...
Evet. Çünkü bu bir know how meselesi. Bu şirketler milyar euroluk şirketler. Bu işin networkünü, sistemini kurmuşlar ve önemli bir müşteri potansiyeline sahip şirketler. Bu ağa dahil olmadan o yapıya giremezsiniz...
Sabancı Lexus'u Türkiye'ye getiriyor
Güler Sabancı, "Toyota ile Lexus markasının pazara girişi, Mitsubishi Fuso ile kamyon üretimine yönelik planlarımız var" dedi.
Güler Sabancı, Japonya’nın etkin yayınlarından Nihon Keizai Shimbun’un (NIKKEI) ekonomi yayını Nikkei Sangyo Shimbun’un (Nikkei Business Daily) sorularını yanıtladı.
Röportajda Sabancı Holding’in Japon şirketleriyle olan işbirliğine yönelik projeksiyonlarına değinen Güler Sabancı, "Öncelikle mevcut ortaklarımızla yeni projeler üzerinde duruyoruz. Bridgestone ile yeni ekipman yatırımları, Komatsu ile yurt içinde üretimin başlatılması, Toyota ile Lexus markasının pazara girişi, Mitsubishi Fuso ile kamyon üretimine yönelik planlarımız var" dedi.
Sabancı, Japon şirketleri için Türkiye’de ideal sektörlerin neler olduğu sorusuna karşılık, "Şu anda en ideal sektör enerjidir. Hükümetin yakın zamanda ihaleye çıkacağı nükleer enerji santrallerine yönelik program da bunun merkezinde.
Biz de Sabancı olarak bu projede yer almak istiyoruz. Japon firmaları ile işbirliği yapabiliriz. Hükümetin özel sektör eli ile projeyi yapmak istemesine yönelik bazı endişeleri de anlıyorum, fakat enerji sektörünün özelleştirilmesi kaçınılmaz. Riskin olduğu yerde fırsatlar da vardır" karşılığını verdi.
ORTADOĞU ZOR BÖLGE: Japon şirketlerinin Türkiye dahil olmak üzere Ortadoğu’da iş yapma konusunda isteksiz olduğuna dair görüşler olduğu yönündeki yoruma da Sabancı, "Şirketlerin Ortadoğu gibi zor bir bölgede dikkatli davranmaları normal ve siyasi istikrar, yatırım kararı alırken son derece önemli. Bu durum içinde bakıldığında Türkiye’de gerekli yatırım ortamı mevcuttur" dedi.
Sabancı, Japon şirketleri için Türkiye’de ideal sektörlerin neler olduğu sorusuna karşılık, "Şu anda en ideal sektör enerjidir. Hükümetin yakın zamanda ihaleye çıkacağı nükleer enerji santrallerine yönelik program da bunun merkezinde.
Biz de Sabancı olarak bu projede yer almak istiyoruz. Japon firmaları ile işbirliği yapabiliriz. Hükümetin özel sektör eli ile projeyi yapmak istemesine yönelik bazı endişeleri de anlıyorum, fakat enerji sektörünün özelleştirilmesi kaçınılmaz. Riskin olduğu yerde fırsatlar da vardır" karşılığını verdi.
ORTADOĞU ZOR BÖLGE: Japon şirketlerinin Türkiye dahil olmak üzere Ortadoğu’da iş yapma konusunda isteksiz olduğuna dair görüşler olduğu yönündeki yoruma da Sabancı, "Şirketlerin Ortadoğu gibi zor bir bölgede dikkatli davranmaları normal ve siyasi istikrar, yatırım kararı alırken son derece önemli. Bu durum içinde bakıldığında Türkiye’de gerekli yatırım ortamı mevcuttur" dedi.
Türkiye doğrudan yabancı sermaye çekmeye devam ediyor
İngiliz ekonomi gazetesi Financial Times bünyesindeki Küresel Olaylar birimi, Türkiye'nin, siyasi belirsizliklere rağmen doğrudan yabancı sermaye çekmeye devam ettiğini bildirdi.
Financial Times ve The Banker dergisi, yıllık “Sermaye Piyasaları Dizi”lerinden birisini 29 Nisan'da Türkiye'de düzenleyecek.
Türkiye'deki toplantı öncesinde yayınlanan yorumda, Türkiye'nin önemli bir siyasi belirsizlik dönemine girdiği, bunun ekonomiye de etkisi olduğu ifade edildi. Türkiye'deki siyasi belirsizliğe rağmen, uluslararası yatırımcılar tarafından en çok tercih edilen Yükselen Piyasalar arasında yer aldığı ve önemli bir Doğrudan Yabancı Sermaye çekmeye devam ettiği vurgulandı.
29 Nisan'da, İstanbul'da düzenlenecek olan toplantıda, çok sayıda ulusal ve uluslararası ekonomist ile uzmanın, Türkiye'deki piyasaları ele alacakları bildirildi.
Toplantıda, küresel ekonomik gelişmeler çerçevesinde, Türkiye ekonomisinin geleceğinin de tartışılacağı vurgulandı.
Enflasyon ön plana çıktığında
BUGÜNLERDE ekonomi politika yapıcıları ve uygulayıcılarının gündeminde "enflasyon" ön sıralarda değil.
Ön planda olan, finans sisteminin çalışması, varlık fiyatlarının o denli düşmemesi ve ekonomik büyümenin düşük de olsa devam etmesi.
Finans sisteminin tökezlediği bir ortamda ekonomik büyümeden söz etmek doğal olarak olanaksız. Kredi piyasası çalışmadığında, finansal kaynakların en verimli bir biçimde dağıtımı da söz konusu olamaz. Kısacası, ekonomide mali ve reel kaynakların israfı söz konusu olur.
SINIR KALMADI
Enflasyon da mali ve reel kaynakların israf edilmesine neden olan bir ortam yaratır. Ama, nedense, politika yapıcıları ve uygulayıcıları çoğu zaman enflasyonun yarattığı kaynak israfından o denli rahatsız olmazlar. Aksine, sorunları "biraz enflasyon" yoluyla çözüme ulaştırmak tercih edilir. Diğer yandan, kredi piyasasının doğru çalışmaması enflasyon yaratarak da başarılamaz. Sorun, güven eksikliğidir. Enflasyon ise yarının sorunudur.
Bugünlerde yaşanan olgu da budur. Özellikle, Amerikan ekonomisinde, sorunlar üzerine para atarak çözüm aranıyor. Amerikan Merkez Bankası (FED), "olağanüstü durumlarda düşünülemeyeceklerin düşünülmesi gerektiği" savından hareketle, para basma kurallarını değiştirdi. Piyasaya borç verirken aradığı teminatların kalitesini düşürdü. Piyasaya borç verirken iş yaptığı kurumlar yelpazesini genişletti. Neredeyse, sokaktan geçen param yok dese, FED’in para verebileceği izlenimi oluştu.
Bir otoritenin piyasa ile ilişkisinde yapılabilecek en kötü şey, otoritenin piyasa tarafından test edilmesine yol açabilecek beklentilerin yaratılmasıdır. FED bu yönde beklentiler yarattı. Panik havasında aldığı kararlarla Amerikan ekonomisinde durumun, zaten kötüleşen piyasa beklentilerinden de kötü olabileceği izlenimini bıraktı. Piyasaları "daha düşünülemeyip düşünülmesi gereken ne olabilir?" sorusunu sormaya itti. Sonuçta, FED’in piyasada neredeyse işlem görmeyen (fiyatı sıfıra yakın) konut kredileri tahvillerini alabileceği beklentisi yaygınlaştı. FED bu dedikoduyu yalanladı.
Gelinen noktada, FED’in böyle bir saçmalık yapıp yapmaması çok önemli değil. Önemli olan, piyasanın FED’in çözüme yönelik olarak böyle bir uygulama içine girebileceğinin akıllara gelmesi. Demek ki, piyasalar FED’in neler yapabileceği konusunda hiçbir sınırı olmayacağına ikna olmuş durumda. Halbuki, merkez bankalarının para basmalarındaki en önemli sınır enflasyon ve enflasyon beklentileridir. FED açısından bu sınırın kalkmış olduğu düşünülüyor.
TARİHİN TEKRARLANMASI
Bir merkez bankasının para basmada sınır tanımadığı izlenimini oluşturması enflasyonun hızla yükseleceğine işarettir. Amerikan ekonomisi ciddi bir enflasyon dönemine giriyor. Bir süre enflasyonla debelenecek. 1970’li yıllarda da böyle olmuştu.
Enflasyon içinde debelenmenin sonucu daha yüksek faizler ve ekonomik büyümeden feragat etmektir. Amerikan ekonomisini de önümüzdeki birkaç yılda bekleyen bu olgudur. Aslında, ekonomik büyümeyi aksatmamak için bugün alınan önlemler ileride ekonomik büyümeye daha da büyük darbe vuracak gibi görünüyor.
Geçenlerde, FED eski Başkanı Paul Volcker da bu konuyu dile getirdi. Şaşırtıcı olmadı. Çünkü, 1970’lerde enflasyonu arka plana atan ekonomi politikaları İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Amerika’daki en yüksek enflasyon ortamını yaratırken, Paul Volker’ın başındaki FED politikaları yoluyla en ciddi resesyon dönemine neden olmuştu. Galiba, tarih tekrarlanıyor.
Konunun teknik yanını yarın irdeleyeceğim.
Avrupa morali kısa sürdü, yabancı alımı ile dolar 1.28 YTL’yi gördü
Yabancı yatırımcıların pozisyon kapatarak döviz piyasasında yaptığı alımlarla dolar dün 1.28 YTL’ye kadar çıktı.
Jean Claude Trichet başkanlığındaki Avrupa Merkez Bankası’nın açıklamasıyla sabah saatlerinde yüzde 1.7’ye varan değer artışı yakalayan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) ise ikinci seansta gelen satışlarla kazançlarını geri verdi. Borsa günü, yüzde 0.06 değer kaybıyla tamamladı.
TRICHET TAKİPTEYİZ DEDİ: Avrupa Merkez Bankası para piyasalarındaki gerilimi yakından izlediğini ve gerektiğinde ek likidite sağlamaya hazır olduğunu açıkladı. İngiltere Merkez Bankası da dün olağan açık piyasa operasyonuyla piyasaya 13.62 milyar sterlin (27 milyor dolar) verdi. Bu iki haberin ardından Avrupa borsaları artan alımlara yükselişe geçti ve yüzde 1’in üzerinde prim yaptı. Bu arada ABD merkezli ekonomi gazetesi Wall Street Journal (WSJ), aralarında Türkiye’nin de bulunduğu Doğu Avrupa’da yabancı sermayeye çok fazla bağlı olan ekonomilerin, enflasyonla mücadele etmek ve para birimlerini desteklemek için faizlerini artırmaları gerektiği yorumunu yaptı.
İMKB KAZANÇLARINI VERDİ: Siyasetin gölgesinin düştüğü İMKB’de ise dün Avrupa borsalarındaki yukarı seyir tetikleyici güç oldu. İMKB Ulusal 100 endeksi gün içinde 1.7’nin üzerinde yükseliş kaydetti. Ancak ardından gelen satışlar, borsadaki kazançları azalttı ve İMKB 100 endeksi günü 40.634 puandan yüzde 0.06 değer kaybıyla kapattı.
DOLAR 1.28 YTL’DEN DÖNDÜ: Döviz piyasasında ise tansiyon düşmedi. Yabancı yatırımcıların riskli pozisyonlarını azaltma yoluna gitmesi, içeride doları tekrar hareketlendirirken yeniden 1.2820 YTL’yi test etti. Güne, Avrupa piyasalarındaki olumlu seyrin etkisiyle 1.25 YTL’ye kadar gerileyerek tepki veren dolar, gün içinde 1.2820 YTL’ye kadar çıktı. Ardından 1.27 YTL seviyesinde dengelendi. Dolar serbest piyasada günü 1.2760 YTL’den tamamladı. Bono faizi de yüzde 18.43 seviyesinden işlem gördü.
Yeni milli gelir hesabı IMF kotamızı da artırıyor
ABD’de yapılacak IMF-Dünya Bankası Bahar Dönemi Toplantıları’nda, Türkiye’nin yeni hesap yöntemi ile artan milli geliri, kotasına da yansıtılacak. Yükselen milli geliri ile birlikte Türkiye’nin kota ve kredi miktarında önemli artışlar olması bekleniyor.
DEVLET Bakanı Mehmet Şimşek başkanlığındaki ekonomi heyetinin, 10 Nisan’da, Uluslararası Para Fonu (IMF)-Dünya Bankası Bahar Dönemi toplantılarına katılmak üzere Washington’a gitmesi bekleniyor. Şimşek başkanlığındaki heyet, 12-13 Nisan tarihlerinde Washington’da yapılacak olan IMF-Dünya Bankası toplantılarına katılacak. Şimşek başkanlığındaki heyete, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz ile Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakcı’nın da katılmaları bekleniyor. Şimşek, Washington’da, Uluslararası Para ve Maliye Komitesi ile Kalkınma Komitesi toplantılarına katılarak, burada, IMF-Dünya Bankası yetkilileriyle, bazı bakanlarla görüşmelerde bulunacak. Şimşek’in, IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn ve Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick ile de görüşmesi bekleniyor.
YENİ ANLAŞMA: Mehmet Şimşek’in, Washington’daki görüşmeleri sırasında, Türkiye’nin, mayıs ayında sona erecek olan mevcut stand-by anlaşmasının ardından yapacağı yeni anlaşmanın da ele alınacağı ve şekillendirileceği belirtiliyor. Öte yandan, Türkiye’nin, 10 Mayıs’ta sona erecek olan 19’uncu stand-by anlaşmasını tamamlamasının ardından IMF ile yapacağı yeni anlaşma seçeneklerinden ilkini "program sonrası takip mekanizması", ikincisini ise mali fon içermeyen "ihtiyati stand-by programı" oluşturuyor. Mevcut 19’uncu stand-by düzenlemesinin yerini alması beklenen, yeni programın alternatifleri görüşülürken, mali destek içermese de yine bir anlaşmanın mutlaka yapılacağı vurgulanıyor. Uzmanlar, küresel likidite koşulları da düşünüldüğünde, ihtiyati stand-by seçeneğinin ağır bastığını vurguluyorlar. IMF-Dünya Bankası Bahar Dönemi toplantılarına, Hazine, Maliye Bakanlığı, DPT, Merkez Bankası gibi kurumların yetkilileri katılıyor.
KOTA ARTIŞI: Bu arada, Washington’daki toplantılarda Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ülkelerin kota artışı konusu ve IMF reformları ele alınacak. Milli gelirdeki artış çerçevesinde, Türkiye’nin kotasının da önemli ölçüde artırılması bekleniyor. Öte yandan, yeni hesaplama sistemiyle Türkiye’nin IMF’deki kotası, dolayısıyla alabileceği kredi miktarı daha da artacak. Türkiye’nin kotasının artırıldığını, ancak yeni hesaplama yöntemiyle kotasının daha da fazla artırılacağını belirten yetkililer, eski formülle bile Türkiye’nin kotasında artış olurken, IMF’nin yeni hesaplama sistemiyle Türkiye’nin kotasının daha da artacağını vurguluyorlar. Türkiye’nin faydalanacağı ikinci kota artışı hareketinde, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla, Kişi Başına Satın Alma Gücü Paritesi gibi faktörler önemli rol oynayacak. Uzmanlar, Türkiye’nin, yeniden güncelleştirilerek artış gösteren milli geliri ile kotasının önemli oranda artacağına dikkat çekiyorlar. IMF, Singapur’daki toplantılarda, Türkiye, Güney Kore, Çin ve Meksika’nın kotalarının ve oy haklarının artırılmasına ilişkin kararı onaylamıştı.
Açık ekonomi ol kotan yükselsin
IMF İcra Kurulu, Türkiye dahil üye ülkelerin kota ve temsil hakkı ve kurumun yönetimine ilişkin değişiklikleri içeren reform önerisini IMF Guvernörler Kurulu’nun onayına sundu. Türkiye’nin oygücü iki yıl öncesine göre binde 15 artarak binde 61’e çıkacak, kota hesaplamalarında bundan böyle GYSH’nin yanında açık ekonomi olma ve rezerv faktörüne bakılacak. Öneriyle IMF’nin 185 üye ülkesinin kota ve kurum içinde temsili hakkında, dünya ekonomisindeki ağırlık ve rollerine göre yeni gruplandırmalar yapılıyor. Reformla düşük gelirli ülkeler ve yükselen piyasaların IMF yönetimine katılımı ve kota haklarında iyileştirme yapılması hedefleniyor.
Büyüme yetersiz, ekonomi politikalarında değişiklik şart
Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Nurettin Özdebir, 2007 yılında büyümenin düşük kaldığına işaret ederek, “Bu büyüme yetersizdir. 6 aydır Türkiye’nin gündeminin ekonomi olmasına dikkat çektik. Söylemeye çalıştığımız şey düşük büyüme hızıyla artık daha iyi anlaşılacak. Ekonomi politikalarında değişiklik şart” dedi.
ASO Başkanı Özdebir yaptığı açıklamada, 2007’deki düşük büyüme oranının 2004 yılında başlayan büyüme hızındaki düşüş eğiliminin hızlanmasının göstergesi olduğunu belirtti. Türkiye’nin her yıl yüzde 7-7.5 büyümesi gerektiğini kaydeden Özdebir, büyüme hızındaki düşüş eğilimi nedeniyle ekonomik politikalarda önemli değişikliklere gidilmesi gerektiğini ifade etti. Özdebir, eksik bırakılan yapısal reformlarla yatırım, üretim ve istihdam ortamını iyileştirecek mikro reformlar olmak üzere, ekonomi yönetiminin elini çabuk tutması ve acil tedbirler alması gerektiğini belirtti. Özdebir, “Biz altı aydır ekonominin gündemin başında olması gerektiğini söylerken, Türkiye’nin yine siyasi istikrar endişelerine kapılmış olmasını üzüntüyle izliyoruz. Dünyadaki küresel dalgalanmadan dolayı risklerin arttığı ve ekonomik krizin tsunami dalgalarının ülkemize yaklaşmakta olduğu bu koşullarda süratle gündem yeniden ekonomi olmalı ve gecikmeden acil tedbir alınmalıdır” dedi.
Büyümeyi olumsuz etkileyen faktörlerin başında Türk parasının aşırı değerlenmesi ve yüksek faizlerin geldiğine de dikkat çeken Özdebir, “Yılın son çeyreğindeki büyüme hızının yüzde 3.4 olması da ekonomik büyümenin hızlı bir fren yapabileceğini göstermektedir.” diye konuştu. Kişi başına düşen gelirin 9 bin doların üzerine çıkmasının kimseyi yanıltmaması gerektiğini kaydeden Özdebir, “Özellikle içinde bulunduğumuz siyasi koşullar ve siyasi gerginlik, cari işlemler açığının doğurduğu risk ile birlikte Türk lirasında sert bir düzeltme yapma ihtimalini artırmaktadır” dedi.
Liberty Sigorta'dan 80 milyon YTL'lik sermaye artırımı
Sermaye Piyasası Kurulu’na (SPK) başvuran Liberty Sigorta, 80 milyon YTL’lik sermaye artırımı talebinde bulundu.
SPK’dan izin isteyen Liberty Sigorta, 80 milyon YTL tutarında nakit sermaye artırımında bulunacak.
Öte yandan, SPK, Türk Ekonomi Bankası’nın 145 milyon YTL, Işıklar Ambalaj’ın 79,8 milyon YTL tutarındaki sermaye artırım işleminin ertelenmesine karar verdi.
Kaleseramik Çanakkale Kalebodur sermaye tavanını 177,9 milyon YTL’den 277,9 milyon YTL’ye, Anadolu Cam Sanayii de 315,9 milyon YTL’den 500 milyon YTL’ye çıkarmak için Kurul’dan izin istedi.
Doğuş Otomotiv ise 275 milyon YTL tutarında kayıtlı sermaye sistemine geçmek için SPK’ya başvurdu.
Krizleri tartışırken tanımlayı doğru yapın
İstanbul Ticaret Odası (İTO) ve Boğaziçi Yöneticiler Vakfı tarafından düzenlenen "Kamu Sektörü ve Yöneticilik" panelinde konuşan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren, mortgage krizi gibi küresel krizleri tartışırken doğru tanımlamalar yapılması gerektiğini söyledi.
Ekren, "Eğer tanımlamaları düzgün yapmaz, ilişki biçimlerini doğru bir şekilde algılayamazsak, alacağımız inisiyatiflerde bütün ekonomik ajanlar düzeyinde farklı olacak ve farklı sonuçlara götürecektir" diye konuştu. Bu arada, Türkiye’de son 5 yılda ekonomik açıdan bir normalleşme ve düzelme sürecinden geçildiğini söyleyen Ekren şöyle konuştu: "Bazı önemli hassasiyetlerimiz azalırken, ekonominin büyümesi, gelişmesi, farklı bir platforma gelmesinden dolayı, yeni eşiklerin başına geldik. Dolayısıyla hem ekonomi yönetimi olarak hem firmalar olarak bu sürecin, değişim ve dönüşümün, ortaya çıkarttığı sonucu birlikte değerlendirmeli ve tartışmalıyız. Yeni dönemde buna ilave olarak, sosyal restorasyon sürecinin de başladığını ifade etmek gerekir."
Türk firmaları için yurtdışında büyük fırsat
Türkiye'de üretim sektörünün yaşadığı sıkıntılar herkesin malumu. Bir taraftan yüksek maliyetler, diğer yandan sıkışık iç talep ve düşük kurlar nedeniyle sıkıntılı ihracat süreci...
Ancak başta ihracatçılar olmak üzere diğer üreticiler için yurtdışında önemli bir fırsat var. O da Avrupa'daki kamu ihaleleri... Avrupalı kamu kurumları, her yıl milyarlarca euroluk ihalelerle çok büyük bir kazanç fırsatı sunuyor... Alman polisinin üniformasından Belçika Posta İdaresine, İngiltere'deki bakanlık mobilyalarından İrlanda'daki gardiyanların elbiselerine kadar birçok farklı sektör ve üründe çok büyük satın almalar gerçekleşiyor.
Ekonomi durgun mu siz karar verin
Direksiyon altındaki panelde kırmızı göz kırpıyor, ibre iyice sola kaymış. Bizim mahalle kavşağındaki Gulf istasyonuna giriyorum. Soğuğu kırbaçlayan rüzgarda ellerini oğuşturan genç, ''Ful depo, yüksek oktanlı.'' talimatım üzerine benzin pompalamaya başlıyor.
Renova Ekonomi ve Yatırım Danışmanlığı, uluslararası ihaleler konusunda uzmanlaşmış bir firma. Türkiye'den şimdiye kadar birçok firmanın Avrupa'daki kamu ihalelerine katılım sürecine girişini organize eden Renova, Türk şirketlerinin 100 milyon euronun üzerinde de iş almasını sağlamış...
Renova'nın kurucusu ve Genel Müdürü Didem Engin ile hem yaptıkları iş hem de Türk şirketlerinin önündeki ihale fırsatları ile ilgili kapsamlı bir röportaj yaptık...
"TÜRK FİRMALARI İHALELERDEN DAHA FAZLA PAY ALSIN İSTEDİK"
Didem Engin, henüz 31 yaşında. Renova'yı ise bundan 4 sene önce kurmuş. Daha önce benzer bir işi kamu için yaparken bu alanda büyük bir boşluk olduğunu görmüş ve sektöre adım atmış. Hedefi Türk şirketlerinin uluslararası ihalelerde söz sahibi olmasını sağlamak... Didem Engin, şirketi nasıl kurduklarını ve öncesinde neler yaptığını şöyle anlatıyor...
"Ben Renova'yı kurmadan önce Avrupa Komisyonu tarafından eğitildim. Price Waterhouse Cooper's adına ve şimdi de Hazine Müsteşarlığı'na bağlı olan bir kamu kurumunun kurulması projesinde görev aldım. Bu kurum, Türkiye'deki AB destekli projelerin ihalelerini yapmak üzere Avrupa Komisyonu'nun da şart koştuğu bir kurumdu. İsmi, Merkezi Finans ve İhale birimi...
Ben o kurumun kuruluşunda görev aldım ve sonrasında ihale yöneticisi olarak pek çok ihaleyi bizzat yönettim. Bunları yapmadan önce de ihale süreçleri, hibeler, projelerle ile ilgili Avrupa Komisyonu tarafından eğitime tabi tutuldum.
Orada çalışmanın sonrasında Türkiye'de çok önemli bir eksiklik olduğunu hissettim. Her ne kadar biz Türkiye'de ihaleye çıksak da, AB destekli olduğu için sadece Türk firmaları teklif verebilir diye bir kısıtlamaya gidemiyorduk. İtalyanlar da Fransızlar da katılıyordu ihalelere. Ben istedim ki Türk firmaları bu projelerden daha fazla pay alsın. Oradan kendi isteğimle ayrılıp Renova'yı kurdum.
Bizim öncelikli amacımız Türkiye'de AB ve uluslararası kurumlar tarafından düzenlenen ihalelerden Türk şirketlerinin çok daha fazla pay almalarına destek olmaktı. Hem onları bu projeler konusunda bilgilendirmek hem de teklif vermelerine yardımcı olmak istedik. Çünkü bu ihalelere teklif vermek kolay değil.
Bir kere bütün mevzuat İngilizce. İhale dosyaları geliyor, yüzlerce sayfa... Teklif dosyasını yine aynı şekilde İngilizce hazırlamak gerekiyor. Dolayısıyla kolay bir süreç değil. İdari olarak katı kurallar var. Eksik evrak olduğunuz zaman ne yazık ki, "evrağınız eksik tamamlayın " denmiyor. Teklif veren firmalar olsa bile katı kurallar nedeniyle süreç dışarısında kalıyordu. Biz o süreçte Türk firmalarına yardımcı olmayı hedefleyerek başladık işe..."
-Kimlerle çalışıyorsunuz?
"Bizim müşterilerimiz iki ayrı grupta. Bir taraftan kamu kurumları için çalışıyoruz. Genelde AB destekli ve AB'ye uyum çerçevesinde kamu kurumlarının yeniden yapılandırılması için yürütülen projeler.
Diğer yandan özel sektör için çalışıyoruz. özel sektörde sanayi şirketlerinin hepsi bizim müşterimiz olabiliyor, çok geniş bir yelpazede hizmet veriyoruz. Ürün ya da hizmet üretimi yapan her türlü şirketle çalışıyoruz."
HER ÜLKEDE SÜREÇLER FARKLI FARKLI
Renova işe Türkiye'deki AB veya uluslararası kurumların ihalelerini hedefleyerek başladıktan sonra yurtdışındaki ihaleleri de gözüne kestirmiş. Bu dev pastadan Türk firmalarının daha fazla pay almasını sağlamaya çalışıyor... Peki bunu nasıl yapıyorlar?
"Biz bir nevi bu şirketlerin iş geliştirme ve ihracat geliştirme faaliyetlerini yönetiyoruz. Onların ilgi alanına giren yurtdışındaki büyük kamu projelerini veya uluslararası kuruluşların finanse ettikleri projeleri araştırıyoruz, ayrıca onların seçtiği işlerde teklif dosyalarını hazırlama konusunda yardımcı oluyoruz."
-İhale süreçleri her Avrupa ülkesinde aynı mı?
"Uluslararası ihale mevzuatı bizim kamu ihalelerinden çok farklı süreçlerle yapılıyor. Mesela her ülke kendi diliyle ihaleye çıkıyor ve her ülkenin farklı farklı süreçleri var. İrlanda'daki farklı, İngiltere'deki farklı, Fransa'daki farklı... Dolayısıyla Türkiye'deki sanayi şirketleri için çok kolay değil.
- Onlar size bir taleple mi geliyor 'bunu araştırın' diye, yoksa siz 'bakın böyle birşey var' diye şirketlere mi ulaşıyorsunuz?
Her iki taraflı da işleyebiliyor. Çünkü artık pek çok farklı sektörde tanınan bir firmayız. Bazen biz karşımıza çıkan büyük ölçekli işleri sanayicilerimize götürüyoruz, bazen de bizi duyan firmalar farklı projelerde onlara destek olmamızı isteyebiliyor.
- Nasıl takip ediyorsunuz bu ihaleleri...
Aslında çok geniş bir şekilde takip ediyoruz. Her ülkenin kurumları ayrı ayrı kendi web sitelerinden ihaleye çıkabiliyor. Ya da örneğin Türkiye'deki Avrupa Komisyonu'nun desteklediği ihaleler çok farklı kurumlar tarafından yürütülüyor. Her kurumu çok düzenli ve sürekli bir şekilde takip ederek müşterilerimizi haberdar ediyoruz.
-Dışarıda işbirliği yaptınız şirketler var mı?
Birlikte çalıştığımız yabancı danışmanlık şirketleri de var. Bazı şirketlerimiz için lobi faaliyetlerini de içeren konular olduğu zaman ortak çalıştığımız örneğin Brüksel merkezli bir danışmanlık şirketi var. Aslında ülkesine ve kurumuna göre değişiyor. Ağırlıklı olarak buradan yürütüyoruz işleri ama dışarıda da işbirliği yaptığımız kurumlar var.
HEM DEPLASMANDA HEM İÇERİDE...
Renova, sektörün ilk firması. Kurucusu Didem Hanım'ın dediğine göre şimdilik kendileri gibi başka bir şirket de yok...
"Bizden önce bu işi başka yapan yoktu. Çünkü Türkiye'nin adaylığı resmi olarak kabul edilmediği için fonların miktarı çok küçüktü. 2002'den itibaren ise yeni bir kurumsal yapılanmaya geçildi. Fonların miktarı büyüdü, proje sayıları arttı... Dolayısıyla bütün bu ihalelerden sorumlu olacak yepyeni bir kamu kurumu oluşturuldu. Ben zaten o kurumun oluşturulması aşamasında başladım. Benim dışımda oradan ayrılıp da özel sektöre geçen yok. Dolayısıyla Avrupa Birliği destekli işlerde firmalara birebir destek veren bir şirket olarak biz tekiz.
-Sadece Türk firmalarına mı destek veriyorsunuz, yabancılar da var mı?
Yabancı firmalara da danışmanlık ve destek verdiğimiz oldu. Bazen onlar bizle iletişime geçiyor, bazen biz onları buluyor ve beraber iş yapıyoruz. Ama bizim yola çıkış noktamız, Türk sanayicilerine destek olmak, onların dışarıdaki projelerden pay alabilmelerine destek olmaktı. Tabii ki yabancı müşterilerimiz de olabilir ama bizim her zaman öncelikli tercihimiz Türk firmaları... Ayrıca bizim yaptığımız işin manevi olarak bizi mutlu eden yanı da bu.
Nasıl Türkiye'deki AB destekli bir projeyi İtalyan firma kazandığı zaman üzülüyoruz, bizim Türk firmlarımız örneğin balkanlardan AB destekli projeleri kazandığı zaman manevi olarak mutlu eden bir tarafı da oluyor. Aslında o fonlar diyelim Hırvatistan, Bulgaristan, Romanya, Sırbistan'a ayırılan fonlar. Bizim müşterilerimiz ordan proje aldığında bizi manevi olarak mutlu ediyor...
-Türk firmalarını deplasmana götürüp orada kazanmalarını sağlıyorsunuz bir bakıma...
Hem deplasmanda hem de aynı zamanda burada yapıyoruz. Biz yurtdışında İrlanda'dan Sırbıstan'a kadar birçok ülkede Türk firmalarının iş almalarını sağladık.
İHALENİN PÜF NOKTALARINI BULUYORUZ
Didem Engin yaptıkları işi strateji danışmanlığı olarak tanımlıyor. Yani sadece şirketi ihaleye sokmakla kalmıyor, aynı zamanda işin püf noktalarını da araştırıyorlar...
"Bizim şirketlere verdiğimiz destek esas olarak strateji danışmanlığı. Seçtiğimiz bir proje üzerinden müşterimizle çalışırken, onların o işi yurtdışında kazanabilmesi için nasıl strateji izlemeleri gerektiğini söylüyoruz. Örneğin İngiltere'de İngiliz Dışişleri Bakanlığı'nın bir projesi üzerinden konuşuyorsak dosyayı inceleyip hangi püf noktaları var, onları gösteriyoruz. Tekliflerini hazırlarken nasıl daha yaratıcı olabilirler, özellikle dikkat edilmesi gereken noktalar hangileri, onları dikkate alarak en iyi teklif dosyası nasıl hazırlanır, o yönde çalışıyoruz.
-Avrupa'da kamu ihale pazarının büyüklüğü ne kadar?
Tek bir rakam söylemek zor. Ama çıkan işler çok büyük. Her gün çıkıyor bu ihaleler, çok yüklü mal ve hizmet alımı yapılıyor. Milyar euroluk ihaleler var burada. Örneğin bir tekstil ihalesinde 1-2 milyon gömlek isteniyor, yüzbinlerce üniforma, binlerce takım elbise istenebiliyor ve bunlar her gün tekrarlanıyor. Mesela hastaneler çok büyük çarşaf siparişleri veriyor. Çoraptan şapkaya kadar her türlü giysiye yönelik alım var. Sadece tekstil değil tüm sektörlerde çok yüklü alımlar yapılıyor.
Avrupa'daki kamu ihalelerinin boyutu gerçekten çok büyük. . Altını özellikle çiziyorum ki; bizim Türk sanayisi ciddi bir şekilde bu ihalelere yönlendirilirse, başta tekstil, mobilya, metal, plastik sektörü gibi sektörlere çok önemli bir katkı sağlayacak ve sanayiye ciddi bir ivme kazandıracak.
TÜRK FİRMALARI PAZARIN FARKINDA DEĞİL
- Türkiye pay alabiliyor mu bu pastadan?
Türk şirketleri buradan ne yazık ki önemli bir pay alamıyor. Pay alamıyor derken, Türk şirketleri direk teklif veren şirketler değil. Bu tür ihaleleri kazananlar örneğin İngiliz veya Fransız firmaları... İhaleleri aldıktan sonra fason olarak farklı ülkelere yaptırıyorlar. Bunlardan biri de Türkiye. Fakat ana yüklenici olan firmalar arasında ne yazık ki Türkiye pek yok...
-Neden yok?
Türk ekonomisi konusunda iyimseriz
Avrupa Yatırım Bankası (EİB) Başkan yardımcısı Matthias Kollatz-Ahnen, hassas dengelerin ve gündeme dayalı gelişen anlık gerilimlerin Türk ekonomisi için “tehdit” oluşturduğunu belirtti. Buna karşın Kollatz-Ahnen, “Türk ekonomisi konusunda nispeten iyimseriz” dedi.
Matthias Kollatz-Ahnen, ABHabere Türk ekonomisini değerlendirirken iyimserliğini ortaya koydu. Kollantz-Ahnen, Avrupa Yatırım Bankası olarak Türk ekonomisi hakkında “nispeten iyimser” olduklarını belirtti.
Dünya genelinde geçen sene hem uluslararası hem ulusal düzeyde yavaşlamanın yaşandığına işaret eden EİB Başkan Yardımcısı, “Bundan doğal olarak Türkiye de etkilendi. Fakat bizler Türkiye ekonomisi üzerinde genel mahiyette beklendiği gibi pozitif gelişmeler gözlemlemekteyiz” şeklinde konuştu.
Türk ekonomisinin 2008 yılına yönelik kesin yorumlarda bulunmak çok zor olduğunu ifade eden AYB yöneticisi, söyle devam etti:
“Bizim şu anki izlenimlerimize ve şuanki gerçek tablodan edindiğimiz verilere göre 2008 yılında ileri seviye gelişme düzeyinde bir düşüş yaşanacak. Bizim yine gözlemlediğimiz kadarıyla Türk ekonomisi nispeten güçlü sayılır. Fakat Türkiye’deki hassas dengelerin ve gündeme dayalı gelişen anlık gerilimlerin Türk ekonomisine olan tehdidini de göz ardı etmemek gerek.”
Matthias Kollatz-Ahnen, Türkiye’de EİB şubelerini Türkiye ile her konuda ortaklık gerçekleştirmek için açtıklarını belirtirken de “EIB’nin Türkiye dışında 2 ofise sahip olan başka ne bir AB üye ülkesi, ne de AB’ye aday ülkesi var. Bu da EIB’nin Türkiye’ye verdiği önceliği göstermekte” dedi.
EIB’nin, Türkiye’nin, AB müzakere sürecinde önemli aşamaların gerçekleşmesi amacıyla yatırım bazında Türkiye’ye destek sağladığını anımsatan Kollatz-Ahnen, “Bizim için önemli başka bir plan da Türkiye’de Avrupa standartlarının tamamıyla gerçekleşmesine katkıda bulunmak. Bunlar bizim Türkiye’de gerçekleştirmek istediğimiz misyon” şeklinde konuştu.
Türkiye’nin şube açtıkları ülkeler içerisinde en etkili olanlardan biraz uzak bir konumda bulunduğunu ifade eden Kollatz-Ahnen, bu aşamada Türk parlamentosundan daha önce imzalanmış olan anlaşmayı bir an önce onaylamasını istediklerini söyledi.
“TÜRKİYE’NİN ÖZELLİKLE REKABET GÜCÜ ARTTI”
EİB Başkan Yardımcısı, 1995 yılında Gümrük Birliği Anlaşması’nın imzalandığı dönem ile 2008’deki tabloyu kıyaslamanın çok zor olduğunu, 2008’deki dengelerin duruma bağlı olarak değişebileceğini belirtirken Türkiye’nin genel rekabet gücünün 1995 yılına göre çok daha geliştiğini belirterek şöyle devam etti:
“Özellikle 2002-2005 yılları arasında rekabet edebilirlik kurulan ilişkiler sayesinde çok büyük ivme kazandı. Fakat sonraki süreçte rekabet gücü, doların dünya ekonomisindeki pozisyonundan nasibini aldı ve azalmaya başladı. Bu süreçte dünya piyasalarındaki sarsıntılardan etkilenmeyen bir ekonomi yoktur.”
Türkiye ile AB arasındaki dış ticaretine dikkat çekerken ihracat-ithalat dengesinin bozulmasının yıllık büyümenin yavaşlamasında önemli bir etkiye sahip olabileceğini ifade eden EİB Başkan Yardımcısı, “Şu anda Türk ekonomisinin sağladığı rekabet gücünün devamlılığına odaklanmak Türkiye için öncelik arz etmelidir” dedi.
TİSK, OECD Türkiye Masası Başkanı Gönenç’i konuk edecek
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK), OECD Türkiye Masası Başkanı Rauf Gönenç’i konuk edecek.
TİSK, 13. Sosyal Politika Gündemi Toplantısını 5 Mart'ta İstanbul'da gerçekleştirecek. Açılış konuşmasını TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Tuğrul Kudatgobilik’in yapacağı toplantıda Gönenç, “Rekabetçi Bir İşgücü Piyasasını Hukuk Düzeni İçinde Sağlamak: OECD Deneyimleri ve Türkiye” konulu bir konuşma yapacak.
RAUF GÖNENÇ KİMDİR
Rauf Gönenç, 1978 yılında Paris Siyasal Bilimler Okulu’ndan mezun oldu. 1984 yılında Paris Üniversitesi Ekonomi ve Endüstriyel Organizasyon bölümünde doktora aldı. 1982-1987 yılları arasında OECD’de çalışan Gönenç, 1988 yılında Türkiye Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nda, 1989’da da Türk Eximbank’ta görev yaptı. 1990 yılından itibaren yeniden OECD’de çalışmaya başlayan Gönenç, halen Türkiye Masası Başkanı olarak görevini sürdürüyor.
TÜSİAD'dan ekonomi uyarısı
TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, ekonomideki gelişmeleri kaygı ile izlediklerini belirterek, bir an önce yapısal reformların yapılmasını istedi.
Birincisi, her ülke kendi dilinde ihaleye çıkıyor. Dolayısıyla bir dil kısıtı var. Yabancı bir dilde dosya hazırlayıp göndermek...
Onun dışında bizim firmalarımız 'biz ihale sürecinden geçmeyelim, müşteri gelsin kapımızdan alsın' mantığı ile yaklaşıyorlar. Bu pazarın farkında da değiller. Daha çok Avrupa'daki özel firmalar gelip kendilerinden talepte bulunuyor. Ama ana yüklenici olmak çok farklı bir şey...
- Siz bunu yapmalarını mı sağlıyorsunuz?
Evet, biz istiyoruz ki Türk firmaları fason çalışmaktan ziyade ana yüklenici olsun, bu işlerden direk yararlanan firmalar olsunlar... Böylece hem pazarın daha geniş bir kısmına hakim olabilecekler hem de daha büyük bir kar marjı ile çalışabilecekler.
Bir de şu nokta var: Şirket malını teslim ettiğinde paramı alabilecek miyim endişesi taşımıyor. Çünkü burada bahsettiğimiz kurumlar, örneğin İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Fransız Posta İdaresi, Belçika'daki Demiryolları İdaresi gibi kurumlar... Ödemeler konusunda asla soru işareti olmayan kurumlar...
İHALELER UZAKDOĞU FİRMALARINA KAPALI
Didem Engin, Avrupa'daki ihaleler konusunda Türk firmalarının önemli avantajları olduğunu belirtiyor. Özellikle süre kısıtı nedeniyle Uzakdoğu firmalarının ihalelere girememesi, Türk şirketlerine doğal bir üstünlük getiriyor.
"Avrupa'daki kamu ihalelerinden iş almak çok kolay değil. Avrupa'daki kamu kurumları artık sadece fiyata bakmıyor, firmanın yapısından çevre politikalarına, sosyal sorumluluk projelerine ve fırsat eşitliğine kadar birçok unsura bakarak karar alıyor.
Bu tür ihaleler Uzakdoğu şirketlerinin katılımına da kapalı aslında. Nasıl kapalı? Dil konusunun yanında önemli bir süre kısıtı var. Kamu kurumları ürünleri alırken kısıtlı sürelerde teslimat yapılmasını istiyorlar. Dolayısıyla Uzakdoğu'dan bir malın üretilip buraya gönderilmesine imkan verecek bir süre yok ortalıkta. Bu bizim için önemli bir avantaj.
Burada Türkiye'nin çok farklı bir konumu da ortaya çıkıyor aslında. Çünkü Fransız ve İngiliz firmalar da almış olsalar tercihleri yakın yerlerde üretim
yapan ülkeler oluyor. Türk firmalarının ciddi avantajları var. Süre kısıtı olan ihalelerde esnek ve hızlı olmak çok önemli. Bunu sağlayan Türk firmaları da bir adım öne geçiyor."
ŞİRKETLERİN TEKNOLOJİ GELİŞTİRMESİNE DESTEK
"Burada aslında birkaç farklı avantaj daha var. Avrupa'daki ihalelere baktığınız zaman daha çok teknik tekstile geçişi görebiliyorsunuz. Örneğin özel kumaşlar, işte hastanelerde sıvı geçirmeyen çarşaflardan tutun da çok özel üniforlamlara varıncaya kadar... Dolayısıyla aslında Türk firmalarının teknoloji geliştirmelerine de yardımcı olan bir süreç.
Bazı ihalelerde kurumların üretim aşamasında sorumluların gelip üretimi test ettiklerine de şahit olabiliyoruz. Dolayısıyla hangi firma seçilirse seçilsin üretim aşamasında o firmayı destekliyorlar. Hem bu aşamada destek olacak hem de Türk firmalarının AB'ye uyum sürecini de hızladıracak bir aşama."
- Kaç tane Türk şirketini ihaleye soktunuz?
Biz her ihale için farklı farklı firmalarla çalışmıyoruz. Aynı firma ile çeşitli ihalelere giriyoruz. Bir firmanın onlarca projeye katılmalarına yardımcı oluyoruz. Türkiye'de şu an 50'ye yakın firmayla çalışıyoruz...
- Peki kaç tanesinin ihale kazanmasını sağladınız?
20'den fazla şirkete kazandırdık. Bunların arasında bazı şirketlere bizden fazla ihale kazandırdık. Biz proje için müşteri aramıyoruz. Bir kurum için birden fazla proje konusunda destek veriyoruz. Toplamda 100 milyon euro civarında bir ihale kazanmalarını sağladık Türk firmalarının...
-Hangi ülkelerde proje kazandırdınız?
İngiltere, Fransa, Belçika, İrlanda, Sırbistan, Hırvatistan, Bulgaristan, Balkan ülkeleri ve Özbekistan gibi ülkelerde ihale almalarını sağladık.
İKİ ÖNEMLİ FARK
Yurtdışındaki ihalelerin Türkiye'deki ihalelerden farklı noktaları var. Özellikle Avrupalı kurumların proje bazlı değil sürekli olarak çalışmayı tercih etmeleri, ihaleyi kazanan firmalara önünü görebilmesi için büyük avantaj sağlıyor...
"Avrupa'daki kurumlar genelde bir senelik ihaleler yapıyor ve o bir sene boyunca sürekli alım yapabileceği bir firma arıyor. Fakat diyor ki; "ben eğer bu firmadan memnun kalırsam, sözleşmeyi 4 seneye kadar uzatabilirim"... Yani daha işe başlarken aslında bunun 4 senelik bir iş olduğunu biliyoruz. Avrupa'da sürekli ihaleye çıkmaktan ziyade sürekli iş yapabilecekleri partnerler arıyorlar. Böylece sanayici de önünü gelebiliyor.
İkincisi, geçici teminatların istenmemesi. Türkiye'de ihaleye katıldığınızda en azından yüzde 3 lük geçici teminatlar isteniyor. Avrupa'da ise bu yok."
Didem Engin, bu kolaylıklara karşın önemli bir noktaya dikkat çekiyor...
"İhalelerde bu kolaylıklar var ama karşılarında ciddi bir firma görmek istiyorlar. Onun için de firmanın yapısını, personel sayısını, politikalarını inceliyorlar. Bazı ülkelerde de ön yetelilik sistemi var. Bu aşamalar kolay aşamalar değil ama Türkiye'nin avantajlı olduğu konular. Bir Uzakdoğu firmasının bu unsurlarla rekabet edebilmeleri zaten mümkün değil.
Ama nedir... Bunlar çok ciddi çalışan kurumlar. Dolayısıyla onlarla çalışıldığı zaman özel sektördeki gibi bir esneklik yok. Yani, malı geç teslim edemezsiniz onlara, eksik teslim edip haftaya gerisini gönderirim diyemezseniz. Kurallar gayet katı."
Yalçındağ, “Avrupa Birliği Üyeliği Yolunda Türkiye'nin Tanıtımı: TÜSİAD Örneği” başlıklı raporun tanıtım toplantısının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Son açıklanan enflasyon rakamları ve diğer bazı göstergelerin kaygı verici olduğuna işaret eden Yalçındağ, şöyle konuştu:
"Gıda dışında da enflasyon bir artış eğilimi gösteriyor ve bu son derece endişe verici. Ülkemizde gerek mali dengeler, büyüme, enflasyon, bütçe ile iyi bir 5 yıl yaşadık. Ama 2007'de zaten bozulmalar başlamıştı. Büyüme yavaşladı, bütçe açığının milli gelire oranı arttı.
Bu yıla girerken uluslararası kaynaklı bir dalgalanma yaşandı. Biz dedik ki; 2008 zorlu bir yıl olacak o yüzden ekonomi en önemli gündem maddesi olsun. Geldiğimiz noktada yaşanan finansal dalgalanmanın dünya reel büyümesini de etkileyeceğini görüyoruz, yaşanan gelişmeler bunu gösteriyor. Euro bölgesinde de duraklama var, ayrıca enflasyon da yükseliyor orada. Tüm dünya büyüme ve enflasyon konusunda sıkıntı çekiyor.
Türkiye uzun süredir söylediğimiz yapısal refornmları hemen yapmalı ve 2008'de beklenti yönetimini de büyük bir maheretle yönetmeli ki yeniden yüksek büyüme rakamlarına ulaşalım.
Biz gelişmeleri kaygıyla izliyoruz, ekonomi daralıyor, enflasyon bizi ürkütüyor, işsizlik artıyor. Özellikle enflasyon konusunda daha dikkatli olmalıyız ve
bundan sonra ekonomiye odaklanmalıyız."
Yalçındağ'ın bu sözleri, önümüzdeki döneme yönelik olası bir ekonomik sarsıntıya dikkat çekme olarak algılanıyor. Yalçındağ'ın işsizlik rakamlarındaki artış, büyüme hızındaki düşüş ve enflasyonda yaşanan gelişmelere vurgusu, ekonomi için yeni tedbirlere gerek duyulduğunu ortaya koyuyor."
İktisat, ’liberal Castro’sunu kaybetti
Türkiye sosyalist tarihinin Sadun Hoca olarak ’en tanınmış ve en tartışılmış’ isimlerinden biri olan Prof. Sadun Aren, tedavi gördüğü Bayındır Hastanesi’nde yaşamını yitirdi. İktisat dünyasının ’liberal Castro’su olarak da anılan Aren, geride pek çok kitap ve halen tartışılan fikirlerini bıraktı.
TÜRK iktisat ve siyaset dünyasının en renkli isimlerinden biri olan Prof. Sadun Aren, 4 aydır tedavi gördüğü akciğer kanserine yenik düştü. Üniversite hocalığı kadar, Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Özgürlük ve Demokrasi Partisi’nin de (ÖDP) kuruculuğuyla da hem iktisat hem de siyaset dünyasında kendine yer açan, görüşleriyle iktisat dünyasının "liberal Castro’su" olarak anılan Sadun Hoca, 86 yaşında vefat etti.
TARTIŞILAN HOCA: Türkiye’nin siyasal ve toplumsal değişimine, tek partili dönemlerden küreselleşmeye kadar pek çok döneme yakından tanıklık eden, bu süreçte yaşamı ve görüşleriyle de kendine farklı bir yer edinen Aren, 1922 yılında Erzurum’da doğdu. Türkiye sosyalist tarihinin en "tanınmış ve tartışılmış" hocalarından biri olarak yaşadı. Sadun Hoca’nın akademik kariyeri, 1944 yılında mezun olduğu Siyasal Bilgiler’de, asistanlık yapmasıyla başladı.
KÖRLER ÜLKESİNİN GÖRENİ: Soyadıyla anılmak yerine siyasi yol arkadaşları, karşıtları ve öğrencileri için o hep "Sadun Hoca" olarak anılan Aren, tüm siyasi, akademik methiye ve eleştirileri "Sadun Hoca" kimliğiyle kabullendi. Öğrencilerinin "körler ülkesinin görenlerinden biri" biri olarak tanımladığı hocalığına, doçent ve 1957 yılında aldığı profesörlük unvanıyla devam etti.
TİP MİLLETVEKİLİ: 1960’da Devlet Planlama Teşkilatı’nda danışmanlığa getirilen ve 1962’ye kadar bu görevde kalan Aren, kurucuları arasında yer aldığı Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) İstanbul Milletvekili olarak 1965 seçimlerinde Meclis’e girdi. Türkiye sosyalist hareketinin bir çatı örgütlenmesine dönüşen TİP’in Mehmet Ali Aybar ve Behice Boran’dan sonra 3 numaralı ismi oldu.
ÖDP’NİN ONURSAL BAŞKANI: Çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazan Aren, ilk tutukluluğunu ünlü "1951 Türkiye Komünist Partisi tevkifatı" sırasında yaşadı. Sadun Hoca, 12 Mart Dönemi’nde TİP yöneticileri davasında 12 yıl hapse mahkum oldu. Tevkifat başladığında yutdışında bulunan Aren, yurda dönünce tutuklandı, Şefik Hüsnü ile birlikte yargılandığı davadan beraat etti. Aren, daha sonra DİSK’te görev aldı. Politika gazetesinde yazılar yazan Aren, 12 Eylül döneminde de tutukladı ve 1984’de tahliye oldu. ÖDP’nin onursal genel başkanı olan Sadun Aren’in "İstihdam, Para ve iktisadi Politika, Yatırım İndirimi ve iktisadi Politika, İktisada Başlangıç, 100 Soruda Ekonomi El Kitabi, Ekonomi Dersleri" gibi kitaplarının yanı sıra, çok sayıda makalesi bulunuyor. Mülkiyeliler Birliği Vakfı’nın 2007 Büyük Mülkiye Ödülü’ne layık görülen Sadun Aren, rahatsızlığı nedeniyle törene katılamamıştı.
İyi insan ne demek
TUTUKLANMALAR, 12 Mart ve 12 Eylül dönemi işkenceleri, zaman zaman hakarete varan sosyalizm tartışmalarına rağmen Türk sosyalistlerinin, her zaman "Sadun Hoca"sı olarak kalan Aren, kim neyi savunursa savunsun, "İyi insan olmak ne demek" sorusuna her zaman, "Kendine ve başkalarına aynı derecede, en üst düzeyde saygı duyan insan" cevabını verdi. Öyle ki Türkiye Sosyalist Tarihi’ne "Aren oportünizmi" tanımını sokmuş Mahir Çayan’ı bile, her zaman büyük bir sevgi ve saygıyla andı.
İşçi sınıfı öldü yaşasın çalışanlar
TÜRK sosyalizminin efsane isimlerinden biri olarak, her zaman görüşleriyle ilgi çeken Prof. Sadun Aren, yaklaşık 1.5 yıl önce kaybettiğimiz Hürriyet yazarı Yener Süsoy’la yaptığı röportajda da ilginç açıklamalarda bulunmuştu. Ocak 2004’te yayımlanan bu röportajda "Yıkılan sosyalizm değildir, sosyalizmi gerçekleştirmenin bir yolu yıkılmıştır" diyen Aren, şu değerlendirmeyi yapmıştı: "Sosyalizm, insan aklının soyut bir icadı değildir, gerçek yaşamın, onun içinde sürdürülen mücadelelerle biçimlenen somut bir ürünüdür. İşçi sınıfı da nitelik değiştirmekte, elleri nasırlı değil artık, hatta işçi sınıfı değil, çalışanlar demek lazım. Asıl olan özgürlükte eşitliktir, çok özgürseniz eşitsiniz demektir. Sosyalizm bir anlamda hep ütopya olarak kalacak, ona yaklaştıkça uzaklaşacağız."
Bence düğünlerde bile türbanı yasaklamalı
YENER Süsoy ile yaptığı röportajda, şu anda gündemin üzerinde en çok tartışılan konularından biri olan türban konusunda 2004 yılında Sadur Aren, şunları söylemişti: "Türban şeriatın öncüsü, şeriatın bayrağı, onun için her hal ve kárda karşı çıkacaksın, geçit vermeyeceksin. Türbanı hakikaten inancıyla, politik anlamını bilmeden takmış olanlara da ’Kusura bakma bunu çıkaracaksın, çünkü Türkiye’nin laik olması, senin türban özgürlüğün yüzünden sekteye uğratılamaz’ diyeceğiz. Bu konu kişisel özgürlük meselesi olarak alınırsa, işin içinden çıkılamaz, herkesin bir fantezisi olabilir. Türbana prestij vermemek lazım. Bence önemli düğünlerde bile yasak olması lazım. Başbakanın gelini filan olmaz mesela, orası da kamusal alan oluyor."
Özelleştirmeyi doğru buluyordu
ANILARINI anlattığı "Puslu Camın Arkasında" kitabında "hain" damgası yememek için özelleştirmeyle ilgili görüşlerini açıklamaktan çekindiğini yazan Prof. Sadun Aren, bunu şöyle aktarmıştı: "Şimdiye kadar söylediklerimizin birçoğu geçerliğini yitirdi. Örneğin ben özelleştirmeye karşı çıkmayı gerekli bulmuyorum. Bugünkü koşullarda özelleştirmeye karşı çıkmanın ilericilikle hiçbir alakası yoktur. "
Muhafazakárın demokratı olamaz
SADUN Aren’in, AKP’ye ilişkin bakış açışı ise şöyleydi: "AKP kabul edilemez bir oluşumdur, başka konularda istediği kadar başarılı olsun, eğer başa şeriatçılığı getirecekse, ki bundan şüphe yok, mutlaka devrilmesi lazım. Muhafazakarlık düpedüz geriliktir, işi evirmeye çevirmeye gerek yok. Hem muhafazakar, hem demokrat olunmaz. AKP, belki IMF’nin gözünde başarılı ama, aslında çok başarısız. Enflasyon hakikaten düştü, ne pahasına? Böyle düşürmeyi eski hükümetler de biliyordu. Yatırım yapmayacaksınız, maaşları kısacaksınız, satın alma gücünü azaltacaksınız; enflasyonu böyle düşürdüler."
Cenaze töreni bugün
TEDAVİ gördüğü Bayındır Hastanesi’nde dün öğle saatlerinde hayata gözlerini yuman iktisat profesörü Sadun Aren, yarın toprağa verilecek. Aren için ilk tören, yarın saat 11.30’da, 1965’de TİP milletvekili olarak görev yaptığı TBMM’de yapılacak. Buradaki törenin ardından Aren’in cenazesi, saat 13.30’da, yıllarca görev yaptığı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne getirilecek. Aren, Kocatepe Camii’nde kılınacak ikindi namazının ardından Cebeci Asri Mezarlığı’nda toprağa verilecek.
DHL’de 750 milyon doları yönetiyor hedefi Türkiye’yi bölge merkezi yapmak
DHL Türkiye Bölge Direktörü Michel Akavi, DHL’de 750 milyon dolarlık büyüklüğe sahip 20 ülkeyi ve 6 bin çalışanı yönetmekle görevlendirildi. Birleştirilen üç bölgenin Ortadoğu-Kuzey Afrika ve Türkiye’nin direktörlüğüne getirilen Akavi, "Bölgedeki ülkeleri Türkiye standartlarına yükseltmeyi hedefliyorum. Bölgenin merkezini Bahreyn’den Türkiye’ye taşımayı planlıyoruz" dedi.
ULUSLARARASI hava taşımacılığı şirketi DHL Worldwide Express, üç bölgeyi birleştirerek, 20 ülkeyi DHL Türkiye Bölge Direktörü Michel Akavi’ye bağladı. DHL Worldwide Express, daha önce üç ayrı bölge olarak faaliyet gösteren Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Türkiye direktörlüğünü birleştirerek, merkezi Bahreyn olan ’Ortadoğu-Kuzey Afrika ve Türkiye Direktörlüğü’ oluşturdu. Ortadoğu-Kuzey Afrika ve Türkiye Direktörlüğü’ne (MENAT, Middle East North Africa, Turkey) getirilen Michel Akavi, bölgesinde 750 milyon dolarlık ciroyu ve 6 bin çalışanı yönetecek. "Üç bölgeyi birleştirip bana mega bölge yarattılar" diyen Akavi, ileride bölgenin merkezini de Bahreyn’den Türkiye’ye taşımayı planlıyor. Ortadoğu-Kuzey Afrika ve Türkiye Direktörlüğü’ne Michel Akavi ile DHL’in hedeflerini ve hava taşımacılığında yaşanan değişimi konuştuk:
DHL, Türkiye’ye ne zaman geldi?
- Kapıdan kapıya, hızlı bir şekilde doküman ve paket taşıyan DHL, 1981’de yerel bir ortağa temsilcilik vererek Türkiye pazarına girdi. 12 yıl sonra Türkiye’ye de geldi. DHL Türkiye, başta tekstil, yüksek teknoloji ve bankacılık olmak üzere birçok sektöre yaygın destek sağlıyor. DHL Türkiye, 1992’de bütünüyle DHL International’a dahil oldu. 2005’de Yunanistan’a bağlı çalışan 10 ülkeyi Türkiye ile birleştirip bölge merkezini Türkiye’ye taşıdı.
Yeni bölgeyi neden size bağladılar?
- DHL dünyada dört ana kıtada faaliyet gösteriyor. Amerika, Asya, Asya Pasifik ve bizim bulunduğumuz East Europe Middle East Africa (EMEA). Bulunduğmuz EMEA bölgesi, 90 ülkeyi içeriyordu. Türkiye’nin boyutu, cirosu, çalışan sayısı, performansı, karlılığı son birkaç yıldır hep öne çıktı. Son yıllarda 90 ülke içinde her konuda Türkiye önde çıkıyor. Dışardan ödüller alıyoruz, en iyi işveren seçildik, müşteri hizmetinde öndeyiz. Üç bölgeyi birleştirip bana mega bir bölge yaptılar, bize verdiler.
YAPACAĞIMIZ ÇOK İŞ VAR
Hedefiniz nedir?
- Patronlar, Türkiye hangi noktadayda bana bağlanan diğer ülkeleri de bu noktaya getirmemi istiyor. Ben Türkiye’ye, 1999’da geldim. 9 yılda büyüme hızımızı 5 misli, ciromuzu yüzde 500 artırdık. Ama bunlar hemen olmadı. Doğru insanları, doğru noktalara yerleştirmek ve motive etmek birden olmuyor. O ülkelere destek için buradan birkaç arkadaşımı da alacağım.
Bölgenin büyüklüğü nedir?
- EMEA bölgesinin cirosunun yüzde 48’ini biz gerçekleştiriyoruz. Kalanı da iki bölge yapıyor. Yeni bölgemde Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi büyük pazarların yanısıra Suudi Arabistan, Irak, Afganistan gibi önemli ülkeler de var. Yarım milyar Euro, yaklaşık 750 milyon dolarlık bir ciroyu yöneteceğim.
2007 yılını Türkiye’de nasıl geçirdiniz, 2008 hedefiniz nedir?
- Türkiye’nin cirosu 2007’de 130 milyon Euro’yu geçti. 2008 hedefimiz yüzde 20-25 daha büyümek.
Yabancı bankalar geldi, evrak trafiğimiz arttı
En büyük müşterileriniz hangi sektörlerde?
- Tekstil en büyük paya sahip, sektörümüzün lokomotifi. Taşıdığımız ürünlerin yüzde 35’ini tekstil oluşturuyor. Sonra otomotiv sektörü geliyor. Ayrıca yabancı bankalar açıldıkça da evrak trafiği artıyor. E-posta ile birçok evrak gidip gelse de orijinal belgeler, çekler, imzalı anlaşmaların bizim aracılığımızla yerini bulması gerekiyor.
Ekonomideki yavaşlama ilk önce bizi etkiliyor
Dünya ve Türkiye ekonomisini nasıl görüyorsunuz, gelişmelerden nasıl etkileniyorsunuz?
- Ekonomi yavaşladığında ilk önce etkilenen sektörlerden biriyiz. Dünyanın yaptığı iş hacmi ve Türkiye’nin rakiplere göre konumu bizi etkiliyor. Türkiye’de geçen yıl hem ihracat, hem ithalat büyüdü. Bunlar bizim için ideal olan şartlar. Şu anda ilk aylara bakınca iyi görünüyor, geçen yıl ki tempoda devam ediyoruz, ama bütün yılı tahmin edemem.
Irak ve Afganistan’a bizden başka kimse hizmet vermiyor
Irak ve Afganistan’a düzenli mal taşıyor musunuz? En çok ne götürüp, getiriyorsunuz?
- Irak ve Afganistan’a zaten bizden başka kimse hizmet vermiyor. Bizim Bahreyn’den Irak’a günde 14, Afganistan’a 3 uçuşumuz var. Bütün dünyadan mallar Bahreyn’e geliyor ve buradan Irak’ın çeşitli noktalarına; Musul’a, Kerkük’e, Bağdat’a ve Basra’ya gidiyor. Irak’ta yaptığımız iş Türkiye’den çok fazla. Çünkü Irak’ın başka taşıma yolu yok. Ülkede hiçbir şey olmadığı için her şeyi ithal ediyorlar. Amerikan askerlerinin elbiseleri de biz taşıyoruz. Gidişler dolu, dönüşler boş oluyor. Afganistan’a da ağırlıklı sebze-meyve, gıda ürünleri taşıyoruz.
İleride merkezi Bahreyn’den İstanbul’a taşımak istiyorum
Bölgenin merkezi Bahreyn’i, İstanbul’a taşımak gibi bir planınız var mı?
- 20 yıldan fazladır bölgenin merkezi Bahreyn olmuş. Ama ben yavaş yavaş bazı faaliyetleri İstanbul’a taşımayı istiyorum. Geçmişte bazı nedenlerden dolayı orası merkez seçilmiş. Kurumlardan ve çalışanlardan vergi alınmıyor, havalimanının yarısını DHL’nin kullanımına vermişler. Ama orada insan kaynakları çok zayıf. Ben bu ülkelere de yavaş yavaş Türkiye’den eleman göndermeye başlayacağım.
Küresel bir Türkiyeliyim
ORTADOĞU, Kuzey Afrika ve Türkiye Direktörlüğü’ne getirilen Michel Akavi, kendi deyimiyle ’küresel bir Türkiyeli’. Annesi İtalyan, babası Lübnan kökenli bir Levanten. Türkçe, Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Japonca, Rumca ve Malezyaca konuşuyor. Eşi Judy Amerikalı, çocuklarından biri Kuala Lumpur, diğeri Singapur doğumlu. Doğduğu ve 17 yıl yaşadığı İstanbul’a, 25 yıl sonra yeniden yerleşmiş. 1999’dan beri Türkiye’de yaşıyor.
Michel Akavi
DHL, Ortadoğu ve Doğu Avrupa ve Kuzey Afrika Direktörlüğü görevine getirilen Michel Akavi, İstanbul doğumlu. İstanbul Saint Joseph Fransız Lisesi’den mezun oldu. Fransa Amiens Business School İş İdaresi’ni bitirdikten sonra Sorbonne’dan Uluslararası Ekonomi dalında yüksek uzmanlık diploması aldı. 1974’de öğrenciyken Kuzey Fransa’da pazarlama şirketi Gerep’i kurdu. Gerep’i; 1975’de, İngiliz-Fransız danışmanlık grubu SEMA satın alınca 1977’ye kadar çalıştı. Sonra sırasıyla Fransa’da, Tokyo’da ve Malezya’da üst düzey yöneticilik yaptı. 17 yaşında ayrıldığı İstanbul’a, 25 yıl sonra, 1999’da DHL Türkiye Genel Müdürü olarak geri döndü. 2005’de DHL, daha önce Yunanistan’a bağlı çalışan 10 ülkeyi Türkiye ile birleştirip bölge merkezini İstanbul’a taşıdı. Yeni oluşturulan Kuzey Afrika ve Akdeniz Bölge Merkezi’nin başına Akavi’yi getirdi. 2008 yılında da Akavi, DHL Orta Doğu ve Doğu Avrupa ve Kuzey Afrika ülkelerinin başına atandı.
Petrol fiyatları euro’nun düşüşünü geciktiriyor
Dün Avrupa’dan açıklanan veriler o kadar Euro olumlu olmasına rağmen gün içerisinde Dolar güçlenmeye devam etti.
Ancak petrol fiyatlarının gördüğü dip seviyelerden yeninden hızlı bir şekilde toparlanmış olması, Euro / Dolar paritesinin aşağı yönlü hareketinin sınırlanmasına neden oldu.
Paritenin grafiğine bakacak olursak, belirgin bir süredir aşağı yönlü belirgin düzeltmelerin gelmemesi, aşağı yönlü hacmin yeteri olmadığını gösteriyor. Bu durumda eğer parite 1.5470 seviyesindeki direncini bir kere kıracak olursa, parite 1.5650’deki hedefine kısa sürede gitmekten kaçınmayacaktır. Dolayısıyla yukarıda izlenmesi gereken seviye 1.5470. Aşağı taraftaysa piyasaya yeni bir alım dalgası gelmedikçe şu an için paritenin kısa vadeli hedefi 1.5220 olarak gözüküyor.
Bugün Almanya’dan ZEW ekonomi beklentileri anketi ve ABD’den ticaret dengesi verileri açıklanacak. Verilerin Euro olumsuz, Dolar olumlu bir durum sergileme ihtimali yüksek olduğundan bugünkü yükselişlerin sınırlı kalacağını ancak daha çok yatay bir hareket olacağını tahmin ediyorum. 1.5320’nin altında bir parite oluşacağını tahmin etmiyorum. Hareketler genelde .1.5410 ve 1.5320 aralığında kalır.
Altını petrol tutuyor
Dün Dolar’ın yükselmeye başlamasıyla haftayı açarken, altın fiyatlarındaki gerilemenin devam etmesi enerji dışındaki bir çok emtia fiyatının düşmeye devam etmesiyle birlikte gerçekleşti. Ancak enerji kompleksindeki düşüşlerin yeni rekor yükselişler almış olması, özellikle petrol fiyatlarından bahsediyorum, altının düşüşünü sınırladı. Bunun yanında benzin fiyatlarındaki yükselişin de devam etmiş olması, altın fiyatlarının dün gördüğü di seviyelerin altına pek düşmeyeceğini gösteriyor. Bu durumda eğer enerji fiyatlarında bir çözülme olmazsa, altının yeniden 990 Dolar’a doğru bir atak yapmasını bekleyebiliriz. Bunun dışında eğer enerji fiyatlarında bir çözülme olursa o zaman altının hedefi 955 Dolar olacaktır. Bu durumda ben altın fiyatlarının bu desteği kırarak 930 Dolar’a kadar gerileyeceğini bekliyorum. Sonuç olarak yukarı yönlü riskleri belirtmiş olsam da ben uzak olmayan bir zaman içinde 930 Dolar seviyesine ulaşılacağını tahmin ediyorum.
Piyasa bulduğu petrolü alıyor
Petrol fiyatları dün rekor üzerinde rekor kırmaya devam ederek, teknik olara son derece güçlü olduğunu gösterdi. Ancak petrol fiyatlarındaki yükselişin de artık spekülasyondan uzak bir şekilde manipülatif olmaya başladığını düşünüyorum. ABD başkan yardımcısı Dick Cheney’in Orta Doğu ziyareti öncesinde, piyasa Suudi’lere petrol üretimini artırma yönünde telkin yapacak olması, petrol fiyatlarından son derece olumsuz etkilenen ABD’yi daha da sıkıştırırcasına petrol fiyatları yükselmeye devam ediyor. Enerji stokların yüksek olduğu ve artma beklentisinin yavaşlayan ekonomilerle birlikte var olduğu bir dönemde normalde petrol fiyatlarının çözülmesi gerekiyor ama “petrolü alıyorlar çünkü petrolü alıyorlar”. Petrolün yükselişini başka bir şekilde açıklayamıyorum.
FED düşüşe tampon koydu
ABD Merkez Bankası (FED), sıkışan piyasalara yardım elini uzattı.
FED'in yeni önlemler paketi ile piyasada likidite açısından bir miktar rahatlama yaşanabilir.
FED tarafından yapılan açıklamada, piyasa yapıcı kurumlara 200 milyar dolar değerinde Hazine kağıdı vereceği belirtildi. Buna göre söz konusu kurumlar sahip oldukları tahvillere karşılık FED'den 200 milyar dolara kadar borç alabilecek. Üstelik bu borcun vadesi de kısa süreli değil, 28 günlük olacak.
Ayrıca FED, teminat kapsamına alınacak tahvillerin niteliğini de değiştirdi. Eskilerine ek olarak AAA seviyesinde not almış olan mortgage piyasası enstrümanları da teminata kabul edilecek.
TAMPONLARLA DÜŞÜŞÜ YAVAŞLATIYORLAR
Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Profesörü Burak Saltoğlu, FED'in kararının kısa vadede ateşi düşürdüğünü söyledi.
Bu hareketin uzun vadede etkisini yitirebileceğine işaret eden Saltoğlu, "ABD ekonomisinin daha çok planı vardır ama cephane azalıyor. Düşüşü ara tamponlarla yavaşlatıyorlar. Ancak satıcı tarafta yer alanlar fiyatların biraz daha düşmesini bekliyor ve piyasa buraya gelebilir" dedi.
İki panelde likit ölçek ile para karşıtı rakamlar birbiriyle yarışıyor. Bizim depo sanki yüzme havuzu, dolmak bilmiyor. Sonunda tık sesi geliyor tutamaçtan. Ölçekteki meblağ 50 dolar. Yıldız basketbolcu Le Bron James'in New York Knicks'e bir gece önce attığı sayı kadar.
Harlem'inden East Village'ine minik Manhattan adası özel arabayla dolu. Ara sokak kaldırımları tıklım tıklım araçtan geçilmiyor. Ücretsiz park yeri bulmak için ''Birisi çıksın da ben gireyim.'' diye sürekli tur atmak gerekiyor. Araba parkları tam depo benzinden pahalı. Manhattanlıların büyük kısmının işyerleri gene Manhattan'da. Arabaya, sigortasına, bakımına, garaja, benzine ödenecek para asgari gelirli işçinin aylığından fazla.
Üstelik ev-işyeri-ev rotasında metroyu kullanmak çok daha hesaplı. Trafik karmaşasının stresine katlanmak da gerekmiyor. Gene de kimse de arabasından vazgeçmiyor.
Son iki yıldır gazete ve dergi yayınlarında, bilimsel toplantı, eş-dost sohbetlerinde Amerikan ekonomisindeki durgunluk güncelin başında geliyor. İnsanlar işsizlik, enflasyon artışında şikayetçi. Mortgage krizi binlerce ailenin bütçe kısıtlamasına sebeb oldu. Benzin fiyatlarının rekor seviyede artması da başta ulaşım, çeşitli sektörleri olumsuz etkiledi.
Halk günlük yaşam harcamalarında daha dikkatli olmaya yöneldi. Acaba gerçek tablo bu mu? Forbes dergisinin 2008 yılında dünya milyarderleri listesini incelediğimde değişik bir görünüm karşıma çıkıyor. Amerika'da milyarder sayısı geçen yıldan 54 fazla artarak 469'a ulaşmış. Net servet toplamı ise 1.6 trilyon dolar. Büyük çoğunluğu Manhattan'da olmak üzere, New York'taki milyarder sayısı 81. Herkes ekonomi durgunluğundan söz ederken Forbes'un sahibi ve başyazarı Steve Forbes ''Amerika genelinde ve New York'ta süper zenginlerin çoğalması ülke ekonomisinin büyüyüp, güçlenmesinden kaynaklandı.''diyor.
Peki ya orta direk, dar gelirli kesimin durumu? Amerika'da zengin ve zengin olmayanlar için iki ayrı ekonomi mi var? Günlük yaşama göz attığımda karamsarlığa düşmemek lazım, diyorum.
Geçenlerde bir hafta öncesinden yer ayırttığımız Tribeca'daki Japon lokantası Nobu'nun girişinde bir masada personelden dört kişi dikkatimi çekti. Önlerindeki telefonlarda rezervasyon isteklerine cevap vermeye yetişemedikleri için ''Lütfen hatta kalın size döneceğim.'' diyorlardı.
Bize ayrılan yere oturuncaya kadar telefonların ardı arkası kesilmedi. Ertesi gün bir öğle yemeği için uğradığımız güney Broadway üstündeki Balthazar'ın kapısındaki kuyruğu görünce iki sokak aşağıdaki pizzacıya yöneldik.
New York, kış soğuğunda arı kovanı gibi işliyor. Tiyatro merkezinde gişeler harıl harıl bilet kesiyor. Manhattan'ın Fifth Avenue, Madison Avenue, Times Square, Upper East Side gibi kesimlerinde dev mağazalar, butikler, galeriler alışverişe çıkanlarla dolu. Elektronik eşya, CD, bilgisayar, video oyunları satan dükkanların istekleri karşılamak için ekstra personel aldıkları bildiriliyor.
Ev, ofis kiralarında dikkati çeken düşüş yok. Manhattan'ın her kesiminde apartman, daire satışları hala astronomik rakamlarla sürüyor.Piyasa canlı.
Tanıdık Türk işyerlerine bakıyorum. New York'taki Türkler hallerinden memnun: ''Amerika, tüketici ülkelerin başında geliyor. Millet akıllı. Neyi nereden alacağını biliyor, kaliteye düşkünler. Ticaretimizi ileriyi hesaplayarak yapıyoruz.
Ekonomideki iniş-çıkışlar bizi fazla etkilemiyor. ''Manhattan'ın göbeğinde'' Ali Baba'' restoranının sahibi Ali Rıza Doğan ülkenin ekonomisine duyduğu güveni yeni bir yatırımla sergiliyor.
Birleşmiş Milletler'e bir sokak mesafede lüks bir kebab lokantasını bir ay sonra açmaya hazırlanan Doğan, ''Türk mutfağının en kaliteli et yemeklerini biz veriyoruz. Amerikalı ağız tadına düşkün. Bu kez BM'deki 192 ülkenin diplomatlarına da hizmet vereceğiz.'' diye konuşuyor.
Ekonomistler toplantıyı yorumluyor
Raymond James Başekonomisti Özgür Altuğ, ekonomi bakanlarının toplantının piyasalara herhangi bir etkisinin olmadığını belirtti.
Borsa ve dövizin toplantının başında ve sonunda birbirine çok yakın değerlerde bulunduğunu kaydeden Altuğ, orta vadede ise açıklamaların daha etkili olabileceğini ifade etti.
Altuğ, "Milli gelirdeki revizyonun ardından gözler kredi derecelendirme kuruluşlarına çevrilmişti. Şimdi herkesin görmek istediği, revizyonun, yapısal reformlar ve özelleştirmelerle bir paket haline getirilmesiydi. Hükümet bu anlamda kararlı. Birçok yapısal reformun yapılacağı mesajı var ama tepki vermek için piyasa hamle bekliyor."
Finansbank ekonomisti İnan Demir ise toplantının piyasa beklentilerini 'bir ölçüde' karşıladığını söyledi.
Demir, "son dönemde global piyasalardaki gelişmelere ve tedirginliğe rağmen hükümette genel bir sessizlik vardı ve bunun giderilmesi açısından bu toplantı olumlu. Ama iş dünyasının beklentilerini tatmin eder mi? İşte orası kuşkulu" diye konuştu.
Demir son zamanda aslında bazı adımların atıldığını, sosyal güvenlik, istihdam reformu ve Ar-Ge yasası gibi konuların çözüldüğünü kaydederken, şöyle devam etti:
"Bu toplantı kısmen beklentileri karşılıyor. En azından ekonominin hükümetin gündeminde olduğunu gösteriyor."
IMF ile ilişkiler açıklığa kavuşturulmalı
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, IMF ile ilişkilerin nasıl devam edeceğinin bir an önce açıklığa kavuşturulmasına ihtiyaç olduğunu belirtti.
Yalçındağ, PriceWaterHouseCoopers tarafından düzenlenen “Davos'tan İstanbul'a” konulu toplantıda yaptığı konuşmada, dış ticaret ve finansal akımlar sayesinde ülkelerin karşılıklı artan etkileşiminin, dünya ekonomisi büyüme devam ettiği sürece, gelişen ülkeler için olumlu olurken, dünya ekonomisinin yavaşlamaya başlamasıyla önemli bir huzursuzluk kaynağı haline dönüştüğünü söyledi.
Küresel ekonomi ve euro bölgesindeki büyüme ve enflasyondaki beklentilere değinen Yalçındağ, dünya ekonomisi yavaşlarken yükselen ekonomilerdeki talebin nasıl seyredeceği üzerinde durulmasında fayda olduğunu ifade ederek, “Geçmiş küresel ekonomi döngülerinde, ABD ekonomisinin yavaşlaması, petrol ve diğer ham madde fiyatlarını da aşağı çekmiş ve dünya ekonomisini yavaşlatmıştı. Ancak son yıllarda gelişmekte olan ülkeler arasında, bölgesel olarak ekonomik ilişkilerin büyük ölçüde yoğunlaşmış olması, bu son ekonomik döngüyü bundan öncekilerden ayırıyor” diye konuştu.
Yalçındağ, günümüzde gelişmekte olan ülkelerin ihracatının yaklaşık yarısının diğer gelişmekte olan ülkelere yapıldığına dikkat çekerek, bu değişimin, bugün gelişmekte olan ülkelerdeki büyüme üzerinde ABD ekonomisinin etkisini azalttığını, bu durumu özellikle Asya genelinde daha net görmenin mümkün olduğunu aktardı.
Küreselleşmenin ulaşmış olduğu boyutun, dünya GSYİH'nın yüzde 25'ini oluşturan ABD ekonomisindeki bir yavaşlamanın diğer ülkeleri de etkilemesinin kaçınılmaz olduğu sonucuna varıldığını belirten Yalçındağ, ABD ekonomisine ilişkin son açıklanan verilerin beklenen de kötü gelmiş olmasının, dünya ekonomisi ve gelişen ekonomiler açısından bir dizi riske işaret ettiğini söyledi.
IMF'NİN YENİ BAŞKANININ SÖZLERİ...
Arzuhan Doğan Yalçındağ, dünya ekonomisinin yavaşlayacağının anlaşılmasıyla beraber, gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin ne gibi önlemlerin alınacağı konusunda tartışma içine girdiğine değinirken, “Bu tartışmalarda para ve maliye politikalarının ne ölçüde etkili olacağı, yükselen enflasyon tehdidi karşısında, Merkez Bankalarının faiz oranlarını düşürerek ekonomiyi canlandırıp canlandıramayacakları da geniş yer buldu” diye konuştu.
Davos toplantıları sırasında, dikkatleri fazlasıyla çeken bir değerlendirmenin, IMF'nin yeni başkanı Dominique Strauss-Kahn'dan geldiğini anlatan Yalçındağ, şöyle devam etti:
“Dominique Strauss-Kahn, ekonomik yavaşlamanın daha da derinleşmesini önlemek için hükümetleri maliye politikalarını gevşetmeye çağırdı. Ancak, maliye politikası, bu dönemde, sadece bütçe açıklarını tamamen kontrol altına alabilmiş ülkeler için bir opsiyon olabilecek. Tabii Amerika'yı bir istisna olarak değerlendirmeliyiz.
Dünyada devam eden bu tartışma, Türkiye açısından da önemli. Burada, önce maliye politikalarının büyüme aracı olarak kullanılması konusunu Türkiye açısından değerlendirip, ardından da küresel ekonomilerde ki son dalgalanmanın Türkiye'ye muhtemel olumsuz yansımalarını önlemek için alınabilecek önlemleri sizlerle paylaşmak istiyorum.”
Yalçındağ, Türkiye'nin geçtiğimiz yıllarda sağladığı yüksek ekonomik performansta, kamu maliyesindeki iyileşmenin önemli rol oynadığını, merkezi hükümet bütçe açığının GSYİH'ya oranının 2003'te yüzde 14,6 seviyesinden 2006 yılında yüzde 0,8 seviyesine inerek son 30 yılın en düşük oranına geldiğini hatırlatırken, ancak seçim atmosferinin etkili olduğu 2007 yılında bu oranın artığını ifade etti.
Yalçındağ, “Bu artış, 2008 yılı için bizi maalesef büyümeyi etkileyecek önemli bir enstrümanı kullanmaktan mahrum bıraktı. Kaldı ki, yerel seçimlerin yaklaşmakta olduğunu bilmemize rağmen, maliye politikasında disiplinin korunacağı varsayımı altında bile, 2008 yılında büyümenin yavaşlaması, vergi gelirlerini azaltacak. Diğer taraftan, Türkiye'nin uluslararası piyasalardaki kredi notunun yükseltilebilmesi için bozulan bütçe disiplinin yeniden düzeltilmesi gerekecek” şeklinde konuştu.
Bu bağlamda faiz dışı fazla vermeye devam edilmesinin, özelleştirme sürecinin hızlandırılmasının ve kayıt dışı ekonomiyle mücadelede kararlılığın gösterilmesinin çok önemli olduğunu vurgulayan Yalçındağ, “Özellikle, özelleştirme uygulamaları kapsamında elde edilebilecek gelirlerin 2008 yılından sonra giderek azalacak olması, kalıcı vergi gelirlerinin devamını sağlayacak kayıt dışı ekonomiyle mücadele konusunda hızlı adımlar atılmasını gerektirmektedir. Vergi tahsilatının daha geniş bir tabana yayılmasıyla, hem vergi gelirlerinde kalıcı bir artış sağlanacak, hem de vergi yükü daha adaletli bir şekilde dağıtılmış olacaktır” dedi.
“MERKEZ BANKALARININ TÜM MAHARETLERİNİ GÖSTERMELERİ GEREKECEK”
Küresel yavaşlamanın, makro ekonomik politikalar açısından önem kazanacağını, tüm dünyada yavaşlayan büyüme ve artan enflasyonist baskılar nedeniyle, enflasyonla mücadelede Merkez Bankalarının tüm maharetlerini göstermesinin gerekeceğini kaydeden Yalçındağ, bu dönemde, 2008 yılında hem öngörüldüğü gibi yüzde 5 büyüme hızı elde edip, yatırımları, istihdamı canlı tutmaya devam etmek hem de enflasyonu hedeflenen yüzde 4 seviyesine çekmenin, Türkiye için hiç de kolay olmayacağını söyledi.
Yalçındağ, öncelikle, 2008 yılında dünya ekonomisindeki gelişmelerin çok yakından izlenmesi ve para politikasının buna göre şekillendirilmesi gerektiğini belirterek, gelişmiş ülkelerde düşen faiz oranlarına rağmen, gelişmekte olan piyasalarda fonlardan pay kapma yarışı ve enflasyonla mücadele kaygısının, faiz oranlarında artışlara yol açacağını, Türkiye'nin faiz politikasının, bu hassas dengeler içerisinde belirlenmesi gerektiğini ifade etti.
Geçmiş dönemde, ekonomi politikalarına duyulan güvenin belirleyici hususları arasında yer alan Merkez Bankasının ve bağımsız kurumların kredibilitesinin öneminin altını çizen Yalçındağ, “Bu kurumların bağımsız, özerk bir yapıda, yüksek bir performansla çalışıyor olduğunun bilinmesi, Türkiye'nin enflasyonla mücadelesinde önemli bir unsur olacaktır. Öte yandan daha genel anlamda dünya ekonomisindeki gelişmelerin bize birkaç kanaldan olumsuz etkisi olacak” diye konuştu.
Bu durumda yurt dışı borçlanma imkanlarının eskisi kadar elverişli olmaması ve borç stokunun çevrilmesinde bir maliyet artışı ile karşı karşıya kalınmasının muhtemel olduğuna işaret eden Yalçındağ, uluslararası fonlarda daralma ve yatırım kararlarında uygulanacak bir takım ilave risk değerlendirme süreçlerinin, yurt dışı fonlama maliyetlerinin artması anlamına geleceğini belitti.
Yalçındağ, bu durumda, reel sektörün yurt içi finansal piyasalardan daha fazla yararlanabilmesi için, sermaye piyasalarının derinleştirilmesi, halka açılmanın özendirilmesi ve aracılık maliyetlerinin aşağı çekilmesi gerektiğini vurguladı.
“IMF İLE YOLA DEVAM EDİLMESİ EK GÜVENCE OLUŞTURACAK”
Makroekonomik politikalar açısından Türkiye'nin IMF ile ilişkilerine de işaret eden Yalçındağ, şöyle konuştu:
“IMF ile ilişkilerin nasıl devam edeceğinin bir an önce açıklığa kavuşturulması ihtiyacı var. IMF Anlaşması 2008 Mayıs ayında dolacaktır. Bu tarih, dünya ekonomisindeki belirsizliğin ve istikrarsızlığın muhtemelen zirveye tırmanacağı bir döneme denk gelmektedir. Artan belirsizlik ve risk altında, Türkiye'nin IMF anlaşması ile yoluna devam etmesi, ülke açısından ek bir güvence oluşturacaktır. Belirsizliği en kısa sürede azaltmak için, IMF anlaşmasının bir an önce açıklanmasının yararlı olacağını düşünüyoruz.”
Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecine de değinen Yalçındağ, “2008 senesinde dünyada hüküm sürecek olan tüm karmaşa ve dalgalanmaların arasında, Türkiye'nin sağlam ve öngörülebilen bir rotada ilerlediğinin en önemli göstergesi, AB sürecinin ivmelenerek devam etmesi olacaktır. AB üyelik yolunda hızla ilerleyen bir Türkiye, yurt dışı piyasalara verilecek en temel mesaj olacaktır. Kaldı ki, AB üyelik süreci, Türkiye ekonomisinin çok ihtiyaç duyduğu mikro ekonomik reformlar açısından da en uygun çerçeveyi oluşturmaktadır” diye konuştu.
Küresel ekonomide büyümenin yavaşlamakta buna karşılık enflasyonun artmakta olmasının, tüm ülkeleri bu süreçten en az yara alarak çıkmalarına imkan sağlayacak önlemleri almaya zorladığına dikkati çeken Yalçındağ, “Türkiye için alınması gereken önlemler belli. Vakit geçirmeden bu önlemleri almalı ve Türkiye ekonomisini yeniden düşük enflasyon hızlı büyüme patikasına sokacak politikaları benimsemeliyiz” dedi.
Para Politikası Kurulu’na ’mortgage profesörü’ atandı
Yedi aydır boş bulunan Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) üyeliğine "Mortgage Profesörü" olarak anılan ve dünyanın en iyi 500 ekonomisti arasında yer alan yedi Türk’ten biri olan Prof. Abdullah Yavaş atandı.
Yavaş’ın atanmasına ilişkin karar dün Resmi Gazete’de yayımlandı. ABD’de başlayıp tüm dünyayı etkileyen konut kredileri krizi dikkate alındığında, bu alanda uluslararası üne sahip Yavaş’ın atanması, Merkez Bankası açısından "stratejik" önem taşıyor. 1964’de Edirne’de doğan Yavaş, 1980’de girdiği Boğaziçi Üniversitesi İşletme programını 1985’de üniversite birincisi olarak bitirdi. Ekonomi doktorasını University of Iowa’da 1991’de tamamladı. 1992’de Pennslyvania State Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne yardımcı doçent olarak katıldı. Fakülte tarihinde ilk defa dört yıl içinde doçentlik almayı başaran Yavaş, 2001 yılında profesör oldu. Yavaş, 1999’dan bu yana Pennslyvania State Üniversitesi Gayrimenkul Çalışmaları Enstitüsü direktörlüğünü yürütüyor. Yavaş’ın çok sayıda uluslararası bilimsel dergide makaleleri yayımlandı.
Avrupa’da sahte mallarda Çin lider, Türkiye de ilk sıralarda
Avrupa'da ele geçirilen sahte ürünlerin yüzde 80’inin Çin’den geldiğini belirten AB Komisyonu Fikri Mülkiyet Hakları Bölümü Başkanı Luc Pierre Devigne, "Rusya, Ukrayna, Şili’nin ardından Türkiye en çok sahte ürünün geldiği ülke. Türkiye’de mevzuat tamam ama yürütmede sorun var" dedi.
AVRUPA Birliği (AB) gümrüklerinde 2006 yılında ele geçirilen 130 milyon sahte malın yüzde 80’inin kaynağını Çin olarak açıklayan AB Komisyonu Fikri Mülkiyet Hakları Bölümü Başkanı Luc Pierre Devigne, "Eğer biri bu rakamları ürünleriyle geçecekse bu ülke sahte ilaç ithalatının beşiği olan Hindistan’dır. Türkiye de sahte gıda malzemelerinin ve alkolün ele geçirildiği ilk ülke" dedi. Devigne şöyle devam etti: "Yaptırdığımız 2006 Global Uygulama Araştırması da Çin’in sahteciliğe karşı mücadelede ayrı bir kategori oluşturduğunu tespit etti. Diğer öncelikli ülkeler Rusya, Ukrayna, Şili, Türkiye, Kore, Güneydoğu Asya ve Güney Amerika olarak sıralanıyor."
TEK BAŞINA MEVZUAT YETMEZ: Tescilli Markalar Derneği’nin (TMD) ev sahipliğinde düzenlenen Avrupa Sportif Ürünler Endüstriyelleri Federasyonu (FESI), yıllık toplantısı için İstanbul’a gelen Devigne, Hürriyet’in sorularını yanıtladı. Devigne Türkiye’nin fikir hakları karnesini şöyle açıkladı: "Türkiye’de fikir hakları mevzuatının uygulanmaya başlaması iyi bir ilerleme ancak sanayimiz belirli fikir haklarının yerine getirilmesi ve uygulanmasında eksiklikler olduğu konusunda ciddi endişelere sahip. İyi bir mevzuatın, doğru şekilde uygulanmadığı takdirde, değeri yoktur. Mevzuatın gereklilikleri sadece bir kere benimsenir ve bu şekilde kalırlar ancak yürütme hiç bitmeyen bir görevdir. Sahteciler her zaman kaçakçılık yapmak için yeni kanallar icat ederler."
KAZAN-KAZAN OYUNU: Sahte ürün almanın, neye para ödendiği bilindiğini sürece, bir kazan-kazan oyunu olduğunu belirten Devigne, herkesin pazarlıktan hoşlandığını ancak bu tür bir suçun gerçekten de kimseye zarar vermediğini söylemenin çok kolay olduğu kadar yanlış olduğunu da vurguladı. Sahteciliğin derecesinin, yenilikçilik, buluşlar, yüksek kaliteli tasarım ve üretim konusundaki birikimleriyle rekabet eden AB için önemli olduğunu kaydeden Devigne "Korsanlık bu rekabet avantajını alıp götürür. Ekonomimiz, gelişmekte olan dünyanın düşük maliyetli rekabetine uyum sağlıyor. Kendi rekabet avantajlarımızın saygı görmesi konusunda meşru hakkımız var. Ayrıca, menşe ülkesi de mali gelirinin önemli bir kaynağını kaybediyor" dedi.
SADECE YABANCILARI KORUMAZ: Sorunun, zengin ülkelerdeki ’iyi’ fikir hakları sahipleri ile dünyanın geri kalan kısmındaki ’kötü’lerden ibaret olmadığına işaret eden Devigne şunları söyledi: "Zengin-fakir, çok-az gelişmiş hiçbir ülke bu sorunu görmezden gelmeyi kaldıramaz. Özellikle de üretilen pek çok ürünün ülke vatandaşlarının sağlığı, güvenliği ve emniyeti üzerinde doğrudan etkisi varken, sanayisinin ve ticari kaynaklarının bir kısmının ’paralel bir ekonomi’ haline dönüşmesine izin veremez. Gelişmekte olan ülkelerdeki hastalar, sahte ilaçlardan çok daha fazla etkileniyor. Bir ülke global ekonominin bir parçası olmak, yabancı yatırımcıları çekmek, teknoloji ve bilgi-birikimi transfer etmek, ilerlemek ve gelişmek istiyorsa, bu korumayı sunmalı. Bu, sadece yabancıların çıkarlarını korumaktan ibaret değil. Yerel hak sahipleri de korunmayı hak eder. Orta vadeden uzun vadeye, uygun koruma, yerel yazarları, mucitleri ve yatırımcıları teşvik eder ve bu ülkelerin gelişimine katkıda bulunur."
Avrupa’da sahteciliğin gözdesi sigara, giyim ve lüks
AVRUPA’da el konulan ithal mallara dayanarak, sahtecilik konusunda en fazla gelenekselleşmiş sektörlerin, sigara, giyim ve lüks eşya olduğunu belirten Luc Pierre Devigne "El konulan malların sayısında geçtiğimiz yıl ciddi bir artış oldu. 2006’da AB sınırında 130 milyon mal ele geçti. 2005’te bu rakam 75 milyondu. Sahte ilaçlar 2005’te 0.5 milyonken, 2006’da 2.7 milyona ulaştı. İlaç, oyuncak ve kozmetik gibi ürünlerde tehlikeli sahteciliğin artması konusunda endişe verici bir eğilim gösteriyor" diye konuştu.
Sahtecilik, suç örgütleri için dünyada büyük bir iş
"SAHTECİLİK, suç örgütleri için uluslararası ekonominin bütün sektörlerini etkileyebilen büyük bir iştir" diyen Luc Pierre Devigne şunları söyledi: "Doğal olarak doğru şekilde uygulanmayan, daha az etkili fikri mülkiyet hakları kanunlarının bulunduğu ülkeler ister zengin ister fakir olsun, sahte üretim yapılma riskini taşır. Korsanlık ve sahtecilikle mücadelede tüm ülkelerin doğrudan çıkarı vardır."
Türkiye’de her yıl 6 bin marka ihlal davası açılıyor, bin baskın yapılıyor
TESCİLLİ Markalar Derneği Başkanı Selçuk Güzenge Türkiye’nin fikri mülkiyet hakları alanında son dönemlerde gösterdiği hassasiyetin AB Fikri Mülkiyet Hakları Komisyon üyelerinin ve FESI’nin ilgisini çekip, takdirle karşılandığını söyledi. Güzenge şöyle konuştu: "TMD kuruluşundan bu yana kanuni çerçevenin hazırlanması, taklitle mücadele alanında uygulamada birlik sağlanması konularında çalışmalar yapıyor. Bugün Türkiye’de her yıl ortalama 5-6 bin marka ihlal davası açılıyor. Her yıl bine yakın baskın yapılıyor. Bu rakamlarla Çin, Rusya ve Ukrayna’nın ardından dördüncü sıradayız. Marka ihlállerine karşı mücadelede tüm kesimler birbirine destek verirse ilerleme olur."
ATO: Sanal alışverişte devlet kaybı yüzde 41
Ankara Ticaret Odası (ATO), internetten yapılan her 100 dolarlık alışverişten, devletin 26 dolardan 41,6 dolara kadar KDV ve ÖTV kaybına uğradığını belirledi.
ATO’nun hazırladığı "Online Kayıtdışı Ekonomi" raporuna göre, internet üzerinden faaliyet gösteren çok sayıda sitede, ayakkabıdan çantaya, bebek eşyalarından kitaba, bilgisayardan DVD oynatıcısına, parfümden makyaj malzemesine kadar akla gelebilecek bin bir çeşit ürün satışa sunuluyor. Faturasız satılmaları nedeniyle Türkiye’deki fiyatlara göre daha ucuz olan bu sitelerin vatandaşlarca da cazip görülmeleri, kayıtdışı ekonomiyi körüklüyor. Başta Uzakdoğu olmak üzere yurtdışı menşeli bu siteler, vatandaşların kredi kartı ya da online bankacılık sistemi ile yaptığı alışverişleri istediklere adrese posta yoluyla "hediye" adı altında gönderiyorlar. Vatandaşın verdiği siparişlerin fazla olması durumunda, Türkiye gümrüklerinde şüphe uyandırmaması için, birden fazla paketlere bölünerek gönderiliyor.
100 DOLARLIK FATURA OYUNU: Uluslararası taşımacılık yapan kargo şirketleriyle gelen ürünlerin 100 doların üzerinde olması durumunda vergiye tabii olması nedeniyle, pek çok ürüne, yurtdışındaki bir Türk şirket tarafından 100 dolarlık fatura kesiliyor. Vatandaşlar, internet üzerinden sanal alışverişe yönelirken, devlet de bu alışverişten, gümrük vergisi, KDV, ÖTV, gelir, kurumlar, çevre ve emlak vergisi, SSK ve Bağ-Kur primlerinden kaynaklanan önemli vergi kayıplarına uğruyor. Bu yolla satın alınan ürünlerin büyük bölümü lüks tüketim malı olduğu için devlet yüzde 6.7 ile yüzde 20 arasında değişen oranlarda ÖTV ve yüzde 18 oranındaki KDV’yi alamıyor. Buna göre yapılan her 100 dolarlık alışverişten, devlet 26 dolardan 41,6 dolarla kadar KDV ve ÖTV kaybına uğruyor. Sözkonusu sitelerde, spot piyasalardan ucuza toplanmış, kullanım süresi geçmiş ya da dolmak üzere olan, orijinaline benzeyen sahte ürünler satılabiliyor. "Karlı bir alışveriş" yaptığını düşünen vatandaşlar, ayıplı ürünlerle karşı karşıya kalabiliyor.