Demir yüzde 113 yükseldi, kamu müteahhidine ’fiyat farkı’ yolda
Demir fiyatlarında son aylarda meydana gelen rekor düzeydeki artış, tüm ekonomi için de tehdit oluşturuyor.
Demirin tonu son yedi ayda yüzde 112.7 artarak bin 495 YTL’ye yükseldi. Uzmanlar, fiyat artışının ağustosa kadar devam edeceğini öngörüyor. İnşaat sektörünün yaşanan fiyat artışından daha fazla etkilenmemesi için ise hükümet, kamuya iş yapan müteahhitler için Fiyat Farkı Kararnamesi hazırlamaya başladı.
DÜNYA genelinde demir fiyatlarında son aylarda yaşanan rekor düzeydeki artışlar, Türkiye’de durgunluğa bağlı olarak zaten zorda olan inşaat sektöründe kriz potansiyelini büyütürken, tüm ekonomi için de tehdit oluşturdu. Türkiye’de demir fiyatları Ekim 2007-Mayıs 2008 döneminde yüzde 112.7 artarken, artışın Ağustos ayına kadar hız kesmeyeceği tahmin ediliyor. Zaten uzun süredir durgunluğa bağlı olarak sıkıntı yaşanan inşaat sektörünü rahatlatmak amacıyla hükümet, kamuya iş yapan müteahhitler için Fiyat Farkı Kararnamesi hazırlıyor. Demir fiyatlarının yükselmesi, Çin’in tüketiminin artması ve petrol fiyatlarının yükselmesi, Arap ülkelerinin yatırımlarına hız vermesi gibi nedenlere bağlanıyor. Demire özellikle son dört ayda dokuz kez zam yapıldığına işaret ediliyor. Fiyatlarda Ekim ayından bu yana kaydedilen artışın ise yüzde 113’e yaklaştığı dikkati çekiyor.
Düştü, sonra fırladı
Kardemir tarafından üretilen "uzun yuvarlak" ürün baz alındığında fiyatların geçen yıl Mayıs-Ekim arasında düştüğü, izleyen dönemde ise aşırı oranlarda arttığı belirlendi. Geçen yılın Mayıs ayında tonu 788.14 YTL olan demir fiyatı, beş ayda yüzde 10.8 düşerek Ekim ayında 703.39 YTL’ye geriledi. Ancak söz konusu fiyat Kasım’daki yüzde 8.43 zamla 762.71 YTL’ye, bu yıl Ocak’ta yüzde 12.8 artışla 860.17 YTL’ye, Şubat’ta yüzde 8.9 artışla 936.44 YTL’ye, Mart’ta yüzde 19.5 artışla bin 118.64 YTL’ye, Nisan’da yüzde 19.5 artışla bin 337.12 YTL’ye, Mayıs ayında da bugüne kadar yüzde 11.9 artışla bin 495.76 YTL’ye kadar çıktı. Buna göre söz konusu demirin ton fiyatında Ekim-Mayıs dönemindeki kümülatif artış yüzde 112.7’ye ulaştı. Bu ayın tümünde bin 500 YTL’yi aşması beklenen demir fiyatının, Ağustos ayına kadar olan dönemde artışını sürdürmesi güçlü olasılık olarak görülüyor.
Sektör alarm veriyor
İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Ankara Şubesi Başkanı Nevzat Ersan, ANKA’ya yaptığı değerlendirmede, Ocak ayında tonu 860 YTL olan demir fiyatının Mayıs ayında bin 495 YTL’ye çıktığını belirterek, dört ayda demire yüzde 74 zam yapıldığını söyledi. Fiyat artışlarına bağlı olarak sektörün alarm vermeye başladığını kaydeden Ersan, sektörün milli gelirdeki payının yüzde 33 olduğunu söyledi. Ersan, kamuya iş yapan müteahhitlerin yaşanan gizli kriz nedeniyle iş yapamadığını dile getirirken, özel sektörde çalışan müteahhitlerin de artan malzeme fiyatları ve alım gücünün azalması nedeniyle zor durumda kaldıklarını, konut satamadıklarını belirtti.
İnşaat maliyeti yüzde 15 artar
TÜRKİYE Müteahhitler Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Eren, demirin inşaat sektörünün vazgeçilmez üç malzemesinden biri olduğunu belirterek, demirdeki fiyat artışının maliyeti de yaklaşık yüzde 15 arttıracağını kaydetti. Sektörde duraklamanın yaşandığı bir dönemde ana girdi kalemi olan demirde yaşanan fiyat artışının sektörde ciddi krize dönüşebileceğini vurgulayan Eren, "Başbakanın talimatı ile kamuya iş yapan müteahhitler için Fiyat Farkı Kararnamesi hazırlanıyor. Bu biraz müteahhitleri rahatlatır" dedi. Özel sektörde çalışan müteahhitlerin yeni fiyatlar karşısında zor durumda kaldığını ifade eden Eren, fiyat artışının Ağustos ayına kadar devam etmesinin beklendiğine dikkat çekti.
Patlamış balonun parçalarını topluyoruz
ULUSLARARASI Emlak Uzmanları Genel Başkan Yardımcısı Salim Taşçı yaptığı açıklamada, emlak sektöründe kronikleşen durgunluğa işaret ederek, geçmiş dönemde yaşanan fiyat artışlarına bağlı olarak sektörde durgunluk yaşandığını söyledi. Taşçı, "Balon patladı, sektör bu balonun parçalarını topluyor. Talep yok. Sektör durgun. Talep olmayınca da fiyatlar artmıyor" diye konuştu.
Kararname yetmiyor yasa da değişmeli
BAYINDIRLIK ve İskan Bakanlığı ile Kamu İhale Kurumu demir fiyatlarındaki hızlı yükseliş sonrasında muteahhitlik sektöründe yaşanan sıkıntının çözümü için ortak çalışma yürütüyor. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı yetkilisi, Kamu İhale Kurumu ile çözüm arayışı içinde olduklarını, sorunun çözümü için Fiyat Farkı Kararnamesinde yapılacak bir düzenlemenin yeterli olmayacağını, geçmişte imzaladıkları sözleşmeye göre bugün iş yapanların uygulamadan yararlanabilmesi için Kamu İhale Sözleşmeleri Yasasında da değişikliğe gitmek gerektiğini belirtti.
Ekonomiyi değerlendirme toplantısı sona erdi
(a.a.)
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren başkanlığında gerçekleşen Ekonomi Değerlendirme Toplantısı sona erdi.
Uluslararası piyasalardaki gelişmeler ve ulusal ekonomideki değişimin ele alınacağı ve başkanlığını Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yapacağı duyurulan toplantı, başbakan yardımcısı Ekren başkanlığında yapıldı.
Yaklaşık 7 saat süren toplantıya, Devlet Bakanları Kürşad Tüzmen ve Mehmet Şimşek ile Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan katıldı. Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan ile Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın da yurtdışında bulunmaları nedeniyle toplantıya katılamadıkları belirtildi.
Başbakanlık merkez binada gerçekleşen toplantıda, AK Parti Genel Başkan Yardımcıları Bülent Gedikli ve Reha Denemeç, TBMM Grup Başkanvekilleri Mustafa Elitaş ve Nurettin Canikli, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi kimi milletvekilleri ile Yatırım Ajansı Başkanı Alparslan Korkmaz da yer aldı.
Biraz da ekonomi
Özdemir İNCE
İLKOKULDA (1943-1948) öğrenci dergileri okurdum. Bunlardan birinde "Biraz da gülelim" başlıklı mizah bölümü vardı. Gülünecek şeylere gülmez, hiç olmadık şeylere gülerdim.
Bu yazımın başlığını bu nedenle "Biraz da ekonomi" koydum.
Birkaç yıl önce bir ekonomi yazısı yazmış ve komik ekonomistlerin saldırısına uğramıştım.
Yabancı sermaye konusunda "Neden borsaya geliyor, neden hazır fabrika alıyor, neden sıfırdan sanayi kurmuyor?" diye sormuştum.
Bir bobstil ekonomist de "Fabrikasını satan sanayici eline geçen parayla daha gelişkin bir sanayi kurar!" diye yazarak benimle dalga geçmişti.
2008 yılının ortalarında geldiğimiz durak, ulaştığımız menzil, ekonomistin değil de şairin haklı olduğunu gösterdi.
Şiirde sezgi önemlidir ve her ekonomiste böyle bir yetenek gerekir.
Borsanızın yüzde seksenden fazlası yabancının elinde ise, gelen yabancı sermayenin büyük bir çoğunluğu vur-kaç için geliyorsa, gerisi havacıvadır.
Sadece vezin ve kafiye ile şiir yazılmaz!
HAMAMIN PARASI
Gazetemiz, 60. yaşının şerefine benim gibi yaşlı yazarlara baston olması için bir genç gazeteci verdi.
Bize göz-kulak olmaları için.
Ekonomi servisinde çalışan genç arkadaşım Demet Cengiz bana, "Siz benim mentorumsunuz" diyor. Eh o zaman o da benim çırağım oluyor.
Benim ona ne yararım olacak bilemiyorum ama o bana yararlı oluyor.
Demet’e, "Özelleştirmeden gelen paralar nereye gidiyor?" diye sordum, o da bana hemen küçük bir dosya hazırladı. Özelleştirme gelirlerinin nereye gittiğini benim gibi merak edenler vardır mutlaka:
2003 yılından bu yana 25 milyar dolarlık özelleştirme yapılmış.
2008 yılı için 4 milyar dolarlık özelleştirme geliri öngörülmekteymiş.
Özelleştirmeden elde edilen gelirler Hazine’ye aktarılıyormuş.
Hazine de yapılan planlamaya göre iç ve dış ödemelerinde bu parayı kullanıyormuş.
Gelirler bazen yatırımlara aktarılıyormuş.
Eğer durum böyle ise -ki böyle- buna adıyla sanıyla mirasyedilik denir.
Hovarda oğul, paşa babadan kalan malı-mülkü, hanı-hamamı satıp savurur, kumara yatırır, kötü kadınlara yedirir ve sonunda köprü altında nalları diker.
Haa, bu arada laf olsun diye, hamamın parasıyla Tayyare Piyangosu aldığı da olmuştur.
KAPICI OLURSUNUZ
Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci, hiç Yeşilçam filmi seyretmemiş galiba.
Türk Telekom’un yüzde 15’inin halka açılmasından (yabancı halklara açıldı galiba), Milli Piyango ile otoyol özelleştirmelerinden söz ediyor.
Petkim’de devir yaklaşıyor.
Tekel Sigara için Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı bekleniyor.
Sırada Halkbank, Şeker Fabrikaları, Ziraat Bankası var; elektrik dağıtımı özelleştirmesi var...
Var oğlu var!
Metin Kilci, "Biz özelleştirmeyi ’gedik kapatma’ aracı olarak değil, ekonominin gereği görüyoruz.
Elbette gelirlerimizi Hazine’ye aktarıyoruz.
Hazine de daha çok borç ödemede kullanıyor özelleştirme gelirlerini" diyor.
Benden bu kadar: Bu yönteme mirasyedicilik denir.
Mirasyedinin torunları, fabrika kapıcısının torunlarının fabrikasına kapıcı olur.
Vezin ve kafiyeden hoşlanan ekonomistler acaba ne derler bu işe?
Bu seçim ekonomisine uzun süre dayanılmaz
Erdal SAĞLAM
SEÇİM sonrası kurulan son AKP Hükümeti’nin, kendisine seçim zaferi getiren yüksek büyümeden taviz vermeyeceği belliydi.
Küresel kriz geldiğinde de, hükümetin "enflasyon mu, büyüme mi" ikilemine gireceğini, buradaki tercihinin ise büyümeden yana olacağını defalarca söyledik.
Hükümetin, özellikle de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın büyümeden ne olursa olsun taviz vermeyeceği anlaşılırken, bunun üzerine bir de AKP’nin kapatılması davası bindi.
Dolayısıyla AKP Hükümeti’nin popülizm dozu iyice arttı.
Şu andaki uygulamalar "değme seçim ekonomisi uygulamaları"na taş çıkartacak türden. Sadece alınan ya da alınması planlanan kararlar bile ülkenin hızla seçim ekonomisine götürüldüğünü belli ederken, yaşanacak süreçte AKP hükümetinin her türlü popülizme başvuracağının, bu konuda sınır tanımayacağının da ipuçlarını alıyoruz.
Şimdi kapatma davasına bağlı olarak erken genel seçim, erken yerel seçim, iki seçim bir arada gibi formüller de gündeme gelmeye başladı.
Belli ki seçim takvimlerinin belirlenmesi için türban davası, ardından AKP’nin kapatılma davası, ardından da DTP’nin kapatılma davasının sonuçlarını almamız gerekiyor.
Konuyla ilgili yetkililerle yaptığım sohbetlere de dayanarak, en kritik karar olan AKP’nin kapatılması davasının sonuçlanmasının en erken Eylül ayı olacağını rahatlıkla söyleyebilirim.
En erken Eylül.
Karar Ekim ya da Kasım ayını da bulabilir.
Türban kararı bu ay, en geç Haziran ayı ortasına kadar sonuçlanır ama AKP’nin kapatılması davası uzarken, DTP’ye ilişkin kararın ise AKP’den de sonra kesinleşmesini bekliyorum.
Yani yaklaşık 4-5 ay daha seçim takvimi belirsizliğinin, daha doğrusu takvimi kesinleştirecek Anayasa Mahkemesi davalarının süreceğini düşünüp, ona göre hesap yapmak gerek.
Şahsen, kapatma kararı alınması halinde yasaklı olacak milletvekili sayısı fazla olmazsa, yani erken seçim kararı milletvekillerine kaldığı takdirde, bir erken genel seçime gidilebileceğini sanmıyorum. Başbakan Tayyip Erdoğan ne kadar Gruba hakim gözükse de, belirsiz olan yeni seçim ortamında, emeklilik hakkı kazanmamış milletvekillerinin bir erken genel seçime karar vermeleri, sanıldığından çok daha zor olur. Bunun örneklerini daha önce yaşadık.
Dolayısıyla, kapatma kararı çıkmasından sonra yeni kurulacak parti ya da partilerle birlikte, TBMM’de yeni alternatifler ortaya çıkabilecektir. Bu tablonun artık daha fazla seçim ekonomisi uygulamasına izin verilmeyecek biçimde değerlendirilmesi gerekiyor.
Ekonomi için onarım hükümeti
SON iki ayda alınan ekonomik kararlara bir bakın: Özelleştirme gelirleri artık kamu açığının azaltılması için değil kamu yatırımları için kullanılıyor, yıllardır ekonomik istikrarın temeli olan faiz dışı fazla(FDF) hedefi yüzde 3,5’a düşürülüyor, işsizlik fonu amaç dışı kullanılıyor, belediyelere daha fazla kaynak aktarılıyor, ulaştırma ve enerji için altyapı yatırımlarına fon benzeri yeni mekanizmalar kurulup kaynak aktarılıyor.
Bunlar yetmedi, SSK prim affı, ardından sicil affı, tarıma ilişkin yeni aflar birbiri ardına sıralanıyor.
Bu tür kararlar bizce devam edecek.
Önümüzdeki yıla kadar sürecek bir belirsizlik dönemi ve bunun getireceği uzum seçim ekonomisi uygulamasını bir düşünsenize...
Bu küresel kriz ortamında, 2 yıl daha sürecek küresel belirsizlik ikliminde, bu kadar uzun süre seçim ekonomi uygulamasını, bu ekonominin kaldırması mümkün değildir.
Anayasa Mahkemesi kararları ardından ortaya çıkacak siyasi tablonun mutlaka ekonomiye zarar vermeyecek biçimde okunması gerekiyor.
Bence, gerektiğinde "teknisyenler hükümeti" kurularak, siyasi sürecin ekonomiye vereceği zararı azaltma formülü bile düşünülebilir.
Hatta böyle bir hükümet, siyasi kaygı duymayacağı için, beklenen onarımı bile gerçekleştirebilir.
Unutmayalım; 4-5 ay sonra bu tür formüller üzerinde durmamız gerekebilir...
Otomotivin gelecek stratejisi
Türk Ekonomi Bankası (TEB) Şubat 2008’de Bursa’da düzenlediği “Otomotiv Sektörü Gelecek Stratejisi Konferansı”nın çıktılarından oluşan raporu tamamladı.
Otomotiv sektörünün geleceğine ışık tutması amaçlanan rapor TEB Genel Müdürü Varol Civil tarafından Türk otomotiv sektörünün temsilcilerine Bursa’da düzenlenen bir törenle teslim edildi.
Sektörel toplantılara büyük önem verdiklerini belirten TEB Genel Müdürü Varol Civil “Raporun, hem otomotiv sektörüne hem de Türkiye ekonomisine önemli katma değerler sağlayacağına inanıyoruz” dedi.
Civil, banka olarak KOBİ’lerin gücüne inanarak çalışmalar yürüttüklerini belirterek bu kapsamda TEB KOBİ Akademi Eğitim Programlarını daha sonra da “İller İçin Gelecek Stratejileri” konferans dizisini oluşturduklarını söyledi. Civil, ““İller İçin Gelecek Stratejisi konferansı ile oluşturduğumuz platformun ve ortaya çıkan raporun etkisini ve yararlarını, bu kez Türkiye’nin yükünü sırtlayan, KOBİ’lerin de yoğun olarak faaliyet gösterdiği sektörlere taşımaya karar verdik. İlk konferansımızı da Türkiye’yi geleceğe taşıyan, otomotiv sektöründe düzenledik” dedi.
Türk otomotiv sanayinin bugün çok önemli bir noktaya geldiğini ve Türkiye’nin lokomotif sektörlerinden biri olduğunu belirten TEB Genel Müdürü Varol Civil, “Geçen yüzyılın ikinci yarısında kısıtlı imkânlarla başlayan Türk otomotiv endüstrisi bugün toplam 1,1 milyon taşıt üretimi yapan, 19,2 milyar dolar ihracat gerçekleştiren ve bu rakamla Türkiye’nin ihracatının yüzde 20,1’ini oluşturur bir hale geldi. Türk otomotiv sanayinde 1.300 orijinal ekipman üreticisi firma faaliyet gösteriyor ve çok önemli bir istihdam yaratıyor. Bu kadar dinamik bir sektör için böyle bir rapor oluşturmanın ve sonuçlarını sizlerle paylaşmanın gururunu yaşıyoruz” diye konuştu.
Otomotiv sektörü kendi hedeflerini oluşturdu
Türkiye’de otomotivin merkezi olan Bursa’da 21–22 Şubat tarihlerinde sektörün duayenlerinin yanı sıra Türkiye’de üretim yapan önemli markaların yöneticileri ve bürokratların katılımıyla gerçekleştirilen “Otomotiv Sektörü Gelecek Stratejisi Konferansı”nın çıktılarından oluşan rapor, otomotivin geliştirilebilmesi için uzun-kısa vadeli hedefleri ve acil hayata geçirilmesi gereken görevleri de içeriyor.
“Otomotiv Sektörü Gelecek Stratejisi” raporuna göre Türk otomotiv sektörü için acil olarak harekete geçilmesi gereken alanlar şöyle belirlendi;
· 5–10–20 yıllık sektör bazlı stratejik planlar hazırlanması
· Genç nüfusun eğitilmesi
· Yatırım kredilerinin daha cazip hale gelmesi
· Ekonomik istikrarın devamlılığı
· İlk yatırım maliyetinin düşürülmesi (Toprak, Altyapı, Üstyapı)
· Teşviklerin arttırılması
· Araç vergileri düşürülerek doymamış pazarın canlandırılması
· Verimlilik
· Ar-GE teşviklerinin arttırılması
· Finansman olanaklarının geliştirilmesi
Sektörün vizyonuna ilişkin olarak ise 3–5 yıllık orta vadeli hedefler şöyle belirlendi;
· Üniversitelerle sektörel işbirliğinin geliştirilmesi
· Sektörün kendi özel dizaynını yaratması ve markalaşma çalışmaları
· Sektöre özel lise ve üniversitelerin kurulması
· Katma değeri yüksek gruplarda yerlileşme oranının artırılması
· Teknoparkların artırılması, Ar-Ge çalışmalarının desteklenmesi
Çinlileri ikna etti sıra Türklerde
Gila BENMAYOR
BJÖRN Stigson Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi Başkanı.
İsveçli ve 68 kuşağı.
40 yıl önce dünyanın değişebileceğine inanmış.
Hálá inanıyor.
Başında bulunduğu konsey ekonomi, çevre ve insanlar arasında bir denge sağlanması hedefini güdüyor.
"Sürdürülebilir Kalkınma" denen şeyi, gelecek nesillere daha adil, daha temiz, daha az tahrip olmuş bir dünya bırakmak olarak anlamak gerek.
Tuzla’daki çağ dışı ölümler "Sürdürülebilir Kalkınma" kavramına ters örneğin.
Çevreyi kirleten sanayi de aynı şekilde bu kavramla uyuşmaz.
Özetle işin özü şu:
İnsana ve çevreye saygı olmadan ekonomik kalkınma olmaz.
İki günlük bir konferans için İstanbul’a gelen Björn Stigson ile önceki gece Eczacıbaşı Holding’in merkezinde bir akşam yemeğinde buluştuk.
Yeri gelmişken belirtmekte yarar var.
Eczacıbaşı "Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi"nin Türkiye’den tek üyesi.
Konseyin Coca-Cola, Ford, Dell, HP, Oracle, Nokia, Vodafone, GM, Renault, Toyota gibi devler dahil 200’ün üzerinde üyesi var.
Bunların toplam ciroları 5,5 trilyon doların üzerinde ve dünyada 13 milyon kişiye istihdam sağlıyorlar.
ECZACIBAŞI TEK ÜYESİ
Konseyin, Türkiye’deki tek üyesi Ezcacıbaşı olunca başkanı ağırlama işini doğal olarak Eczacıbaşı CEO’su Erdal Karamercan üstlenmiş.
Masadaki sohbetimizde Björn Stigson diyor ki: "Geleceğin ekonomisi düşük- karbon ekonomisidir".
Kyoto Protokolü’nü bile imzalamamış olan Türkiye için uzak bir hayal.
"Düşük-karbon ekonomisi" bir yana, geçtiğimiz aylarda, Boğaziçi Üniversitesi’nde Doç. Dr. Gürkan Kumbaroğlu’nun hazırladığı bir rapor Türkiye’de sanayinin "sera gazları" meselesini tamamıyla göz ardı ettiğini ortaya koymuş.
Türk sanayisinin "küresel ısınma" işinin ciddiyetinin farkında değil.
Yani Stigson’un Türkiye’de işi oldukça zor.
Zaten İstanbul’daki konferansın ilk günü "Kyoto Protokolü’yle ilgili henüz bir pozisyonumuz yok" diyen bir DPT yetkilisi onu hayli şaşırtmış.
Björn Stigson Çin hükümetine danışmanlık yapıyor.
Hindistan ile birlikte "küresel ısınma"ya en fazla yol açan ülke olarak gösterilen Çin bu olumsuz imajını düzeltme çabasında.
Bu yüzden de "Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi"yle yakın işbirliği içersinde.
ÇİN BİZİ DİNLİYOR
Sık sık Çin’e gidip gelen Stigson, Başbakan Jiabao ve çeşitli bakanlarla görüşüyor.
"Bize kulak veriyorlar" diyor.
Başbakan Jiabao’nun da katıldığı bir toplantı sırasında Stigson, Çevre Bakanlığı’na daha fazla yetki verilmesi gerektiğini söylemiş.
Jiabao, aynı toplantıya katılmış olan Çevre Bakanı’nı dönüp bakanlığını "süper bakanlık" ilan etmiş.
"Bu işi anında, hem de yabancıların yanında halletmesine şaşırdım" diyor Stigson.
Çin’de Çevre Bakanlığı’nın daha fazla yetkiye sahip altı tane süper bakanlığın arasına katılmasında payı olduğunu gizlemiyor.
Çinlileri "küresel ısınma" konusunda ikna etmeyi başarmış Stigson bence hiç hayale kapılmasın.
Türkiye’de işi bu kadar kolay olmayacak.
Emine Bozkurt: Kadın istediği kadar çocuk yapabilmeli
AVRUPA Parlamentosu’nda önceki gün onaylanan Türkiye Raporu, parlamentonun Sosyal Demokrat Hollandalı üyesi Emine Bozkurt’un da görüşlerine yer vermiş.
Daha önce birkaç kez Türkiye’deki kadın haklarıyla ilgili raporlar kaleme almış olan Bozkurt bu kez de önemli noktalara dikkat çekiyor.
Bozkurt’a göre, son yıllarda iyice hızını kaybetmiş olan reformlar özellikle "kadın hakları" konusunda oldukça muhafazakar bir çizgide
Kadın-erkek eşitliğinin yasalara girdiği halde káğıt üzerinde kaldığını söylüyor Bozkurt.
Devletin kadına sadece "ailenin bir üyesi" olarak yaklaşma eğilimini eleştiriyor.
"Devlet kadının bireysel haklarını güçlendirmek için yeterli önlem almıyor" diyor.
Bozkurt, Başbakan Erdoğan’ın "En az 3 çocuk" söylemiyle başlayan tartışmalara atfen "kadın istediği kadar çocuk yapmalıdır" görüşünü dile getiriyor.
Hollandalı parlamenter ayrıca iş yasasındaki değişikliklerin de çalışan çocuklu kadınların yaşamlarını zorlaştırabileceğini söylüyor.
Unutmayın.
Emine Bozkurt’un Türkiye’deki kadın haklarıyla ilgili gelişmeleri yakından izlemesi ve görüşlerini Avrupa Parlamentosu’nda dile getirmesi sesimizi daha güçlü kılıyor.
Borsanın 30 yıldız şirketi
Ekonomist Dergisi, bu haftaki sayısında özel hikayesi olan 30 şirketi inceledi.
İnternet bahislerinde 150 milyon dolarlık şike kuşkusu
İnternette oynanan bahisler 20 milyar dolarlık büyüklüğe ulaşırken, sadece ABD’de illegal bahislerin büyüklüğünün 150 milyon doları bulduğu hesaplanıyor.
İnternetteki bu pasta sürekli olarak büyürken, sürpriz sonuçların yaşandığı maçların artması "İzlenen maçların sonucu önceden mi belirleniyor" sorularını gündeme getiriyor. Futboldan tenise pek çok spor alanında skandallar patlarken ABD’de son 5 yılda oynanan 45 tenis maçı hakkında soruşturulma talep edildi.
İNTERNETTE oynanan bahislerin 2008 yılında 20 milyar dolarlık büyüklüğe ulaşması beklenirken, illegal bahislerin ABD’deki büyüklüğünün 150 milyon dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Rakamların büyüklüğü, oyunların sonuçlarına müdahalede hiçbir zaman olmadığı kadar bir arzuyu da yaratıyor. Futboldan tenise pekçok spor alanında skandallar patlarken, "İzlenen maçların sonucu önceden mi belirleniyor" gibi sorular daha çok sorulmaya başlandı.
45 maça soruşturma
ABD’de tenis federasyonunun hazırladığı bir rapor, son 5 yılda oynanan 45 tenis maçının soruşturulmasını önerdi. Soruşturma önerilmesinin nedeni bahisçilerin içeriden elde ettikleri bilgilerle kazanç sağladıkları yönünde güçlü göstergelerin olması. Rapora göre söz edilen maçlar buzdağının sadece görünen ucu olabilir. Maçlarda şike yapılmasının belki de asla ortaya çıkırılamayacağı belirtiliyor. Hatta bunu şu anda bir nevi denetleme kurulu işlevi gören Betfair’in bile tespit edemeyeceği vurgulanıyor.
Betfair devrimi
New York Times gazetesi konuya geniş yer verirken, 2000 yılında açılan Betfair internet sitesinin online bahislerde bir devrim yarattığını anlattı. Maçlar başladıktan sonra gerçek zamanlı bahis oynanabilen Betfair, online bahis alanının eBay’i olarak kabul ediliyor. Sürekli uzayan maç fiksleme skandalları listesine, Betfair’in büyük katkıları bulunuyor. Son 7 yılda tenisten at yarışı ve futbola kadar pekçok maçtaki şüpheli bahis aktivitelerine dikkat çeken internet sitesi, söz konusu maçların soruşturulmasına da neden oldu.
Davydenko olayı
Bugüne kadar en çok ses getiren skandal ise tesis oyuncusu Nikolay Davydenko ile ilgili olanıydı. Geçen ağustos Polonya’nın Sopot kentinde yapılan turnuvada Davydenko, 87’inci sıradaki Martin Vassallo Arguello karşısında en güçlü favori iken, maç süresince altta kalan taraf oldu. İlk seti Davydenko kazanmasının ardından bile, Vassallo Arguello’ya daha çok para gitti. Bu maçta sakatlık geçiren Davydenko emekliye ayrıldı. Maç süresince Betfair, Davydenko’nun bağlı olduğu tenis birliği ATP’ye güvenlik birimlerinin usulsüz bahis seyri saptadığı yönünde bilgi vermişti. Maçın ardından Betfair 7 milyon dolarlık bahisleri geçersiz kıldı. Sonuçta elde edilen bütün verileri Betfair, ATP’ye ulaştırdı. Davydenko yanlış bir şey yapmadığında ısrar ederken, ATP’nin kendisinin, eşinin ve kardeşinin cep telefonu kayıtlarının incelenmesini de içeren soruşturma talebini geri çevirdi.
Şeffaflık ve ihtiras artıyor
SALFORD Üniversitesi’nden Ekonomi Profesörü David Forrest şu değerlendirmeyi yapıyor: "Eğer bu pazarlarda oynuyorsanız içeriden bilgi aldığınız iddialarıyla karşılaşma riskine sahipsiniz. İnternette kumar şeffaflık sunmasının yanı sıra karşı konulmaz bir ihtiras da sunuyor. Hile yapmak için hiç olmadığı kadar likidite, yeni bahis türleri ve daha çok para var. Atletler ve yetkililer için manipülasyon ya da şike yapmaları için daha çok teşvik verilebiliyor."
Insider trading sporda finanstakinden daha fazla
PENSİLVANYA Üniversitesi’ndeki Wharton School’da iş ve kamu politikaları profesörü olarak çalışan Justin Wolfers, insider trading’in (içeriden alınan bilgilerle işlem yapmak -hisse almak ya da bahis oynamak) sporda finansal piyasadakilerden çok daha büyük bir konu olduğunu söyledi. Bahis ve kumar üzerine incelemeler yapan Wolfers, "Finansal piyasaları düzenleyen Sermaye Piyasası Kurulu gibi kurumlar var. Milyarlarca dolarlık spor bahis pazarında da benzer bir yapı neden olmasın" dedi.
Teniste yolsuzluğun önünü kesme ajansı
ABD Tenis Federasyonu’nun raporunda en az 12 önemli oyuncunun, medyaya maçı bırakmaları için teklifler geldiğini ya da benzer taleplerin diğer oyunculara gittiğini duyduklarını anlattığı bilgisinin yer alması dikkat çekiyor. Tenisçiler de Dünya Anti-Doping Ajansı gibi bir kuruluşun teniste olabilecek yolsuzlukların önüne geçmesini talep ediyor. Söz konusu kuruluşun uluslararası olması ve yolsuzlukları engellenmesi isteniyor.
Ekonomist Dergisi'nin bugün piyasaya çıkan sayısında yer alan bazı konular şöyle:
- Yıl başından bu yana İMKB, yüzde 28 değer kaybetti. İMKB 100 hisseleri içinde 18 şirket, düşüşe direndi ve bazıları çok ciddi bir getiri sağladı. Bu şirketlerin en büyük özelliği, varlık satışı veya yabancı ortaklık konusundaki beklentilerdi. Borsa servisi, benzer beklentileri olan 30 şirketi masaya yatırdı ve hikayelerini kaleme aldı.
- EPDK’nın yeni başkanı Hasan Köktaş ile konuştuk. Köktaş, enerjide arz güvenliği başta olmak üzere, özel sektör yatırımlarını, rüzgar enerjisi, nükleer santral konularına kadar, sektörle ilgili ayrıntılı açıklamalar yaptı.
- İstanbul Vergi Dairesi, kayıt dışı ekonomi için denetimde sıkıyönetim ilan etti. Başkanlık, internet üzerinden satış yapanlardan, dökümhanelere, reklamlarda oynayan sanatçılardan, gümrük müşavirlerine kadar 20 alanı sıkı inceleme aldı. Sarıgazi, Ümraniye, Gaziosmanpaşa gibi riskli ilçelerdeki işyerleri de sıkı denetimden nasibini alacak. Vergi denetim grup müdürü Hakkı Koçak, daralma söylemlerine de yanıt verdi; “Piyasalar kötü diyorlar ama vergi gelirlerimiz artıyor.”
- Cavit Çağlar ile anlaşmayı iptal eden TMSF, durdurduğu davalarını tekrar açmaya hazırlanıyor. Çağlar’dan 1.5 milyar YTL istenecek…
- Siyaset, 2001 krizinden bu yana hiç bu kadar gerilmemişti. Araştırma müdürümüz Orhan Karaca, siyasi istikrarsızlığın ekonomiye nasıl yansıdığını, 1950’den bu yana araştırdı. İlginç sonuçlar var.
Ayrıca, bu sayımızda Emlak Market ile Family Business dergilerini veriyoruz. FAMİLY BUSİNESS dergimizde,
- Kapak bölümünü iş gününü 4’e indiren ve yaz aylarında hiç çalışmayan Wolff Ailesi’nin hikayesine ayırdık. Bu kararın sonuçlarını kaleme aldık.
- Satın almalar son 3 yılda hızlandı. İşin uzmanları, şirketini satmak isteyen patronları uyardı “şirketinizi satarken, inisiyatifi kaptırmayın.”
- Halka açık aile şirketleri, geleceğe daha umutlu bakıyor.
- Aile üyeleri, ne zaman emekli olacak? Uzun yaşam çok iyi ama yönetim tarafında aile üyeleri arasında sıkıntı ve huzursuzluk yaratıyor. Koltuğunu bir alt kuşağa devretmeden önce nasıl bir hazırlık yapılacağını Sharon Nelton’un kaleminden aktarıyoruz.
- Çocuğunuz evlendi ve iş konusunda etkide yapacak yeni bir oyuncu, oyuna katıldı! Aileye katılan damat ve gelinleri, takımın bir üyesi haline getirmek için neler yapılabilceğini Loyd Rawls yazdı.
- Aile şirketleri konusunda danışmanlık yapan Haluk Alacaklıoğlu, bir aile şirketinin sürekli başarısı ve kalıcılığı için sorulup, dürüstçe yanıtlanması gereken soruları derledi. Ayrıntılı bu soruları yanıtlayın kurumsallaşma konusunda hangi noktada olduğunuzu kendiniz görebilirsiniz.
TÜSİAD'dan sanayi raporu
TÜSİAD’ın “Türkiye Sanayisine Sektörel Bakış” raporunda, Türkiye’nin son dönemlerde gerçekleştirdiği ekonomik büyüme ve ihracat artışında temel itici gücünün imalat sanayii sektörü olduğu, sektörün başarılı bir büyüme performansı izlediği dile getirilerek, sektörün Türkiye’de uzunca bir süre daha temel itici güç olma özelliğini koruyacağı kaydedildi.
TÜSİAD'dan hükümete 'popülizm' eleştirisi
Bakan Çağlayan'dan TÜSİAD'a yanıt
TÜSİAD’ın Marmara Üniversitesi Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Suut Doğruel ve Prof. Dr. Fatma Doğruel tarafından hazırlattığı “Türkiye Sanayisine Sektörel Bakış” raporda, Türk sanayisinin mevcut yapısından hareketle, sanayinin bütün sektörleri rekabet, yasal düzenleme, çevre, istihdam, bölgesel kalkınma, yüksek katma değer yaratma ve uluslar arası üretim süreçlerinin parçası olma açısından ele alındı.
Raporda, üretim gücü içinde de ülkelerin kalkınmalarının ilk aşamalarında tarım önemli olsa ve bazı küçük ülkelerde hizmet sektörü ön plana çıksa da, imalat sektörü Türkiye gibi büyük nüfusa sahip ülkeler açısından birincil öneme sahip olduğuna dikkat çekildi.
Hızlı bir verimlilik artışı, teknolojik ilerleme ve ekonominin geneline yönelik yarattığı diğer dışsallıklar ile imalat sektörü gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinde kritik bir öneme sahip olduğunun vurgulandığı raporda, kalkınma sürecine etkisi olan diğer çok sayıdaki faktörün önemini yadsımadan, imalat sektörünü güçlendirmek ve rekabet potansiyellerini artırmak sürdürülebilir büyüme açısından temel bir hareket noktası olarak ortaya çıktığı kaydedildi.
İmalat sektörüne bütün olarak bakıldığında, katma değer ve istihdam bakımından 1970 yılından bu yana ekonomi içindeki payının yükseldiğinin görüldüğüne işaret edilen raporda, toplam ihracat içindeki payındaki artış ise daha belirgin düzeyde olduğu ifade edildi.
İMALAT SEKTÖRÜ UZUN SÜRE İTİCİ GÜÇ OLACAK
Raporda, kriz yılları dışında, imalat sektörünün yıllık büyüme oranları GSMH büyüme oranlarından daha yüksek olduğu dile getirilirken, Türkiye’nin son dönemlerde gerçekleştirdiği ekonomik büyüme ve ihracat artışında temel itici gücün imalat sektörü olduğunu kaydedildi. Sektörün başarılı bir büyüme performansı izlediği dile getirilirken, imalat sektörünün Türkiye’de uzunca bir süre daha temel itici güç olma özelliğini koruyacağı ifade edildi.
GIDA SEKTÖRÜ
Ağırlıklı olarak yurtiçine yönelik üretim yapan gıda sektörünün dışa açılma oranı çok düşük ancak üretim ve istihdam bakımından ise en büyük sektörlerden biri olduğunun vurgulandığı raporda, üretim ve istihdamda devletin payının özelleştirmeler sonucu hızla azalması ve sektörün doğrudan yabancı sermaye gelişinde üst sıralara çıkması sektörün önemli gelişmeleri arasında sayıldı.
Gıda farklı düzeylerde üretim teknolojilerinin birlikte var olduğu, kayıt dışı üretim ve istihdamın yaygın olduğu bir sektör olduğu kaydedilen raporda, bu yapı uzun vadede rekabet açısından sorun yaratmaya aday olacağı görüşüne yer verildi.
Raporda, özellikle kayıt dışı üretimin, gıda güvenliğinin kontrolünde yarattığı ve gelecekte yaratabileceği sorunlar nedeniyle iç piyasada halk sağlığı ve dış piyasalarda ise rekabet üzerine olumsuz etkileri açısından önemli olduğu belirtildi. Yerel gıda firmalarının, bulundukları bölgede yerel dağıtım ağı içinde başarılı olduğuna işaret edilen raporda, “Dış rekabette ise, gıda sektörünün Türkiye’nin çevre ülkelere yönelik bir ihracat potansiyeli vardır. Sektör daha çok ekonominin dengede olduğu dönemlerde başarı şansını artırmaktadır. Sektörün güçlenmesini engelleyen faktörler temel ürünlerdeki korumacılık, kayıt dışı sektörü besleyen bölünmüş iç piyasa yapısı ile gıda sektörü ile tarımsal üretim arasındaki koordinasyon eksikliği olarak sıralanabilir” denildi.
Gıda sektörünün, bölgesel farklılıklar ve istihdam yaratma potansiyeli bakımından güçlü olduğu, sektörün geriye bağlantıları güçlü, ancak ileriye bağlantısı zayıf bir sektör niteliğinde bulunduğu kaydedildi.
TEKSTİL SEKTÖRÜ
Türkiye’nin büyük ve geleneksel sektörlerinden tekstil sektörüne de değinilen raporda, bu sektörün imalat sanayi içinde üretim ve istihdam bakımından en büyük sektör olduğu kaydedildi. Raporda, yüksek dışa açıklık oranına sahip olmamasına rağmen, ihracatın önemi nedeniyle tekstil sektörünün uluslararası rekabete açık olduğuna dikkat çekilerek, sektörde ilgili şu değerlendirmeler yapıldı:
“Küreselleşme Türkiye’de geleneksel olarak tekstil ile giyim imalatı arasında uzun yıllardır oluşmuş güçlü entegrasyonu zayıflatmaktadır. Ancak, tekstilin hazır giyim ile bağları zayıflarken özellikle çevre ülkelere ihracat yapma potansiyelinin artması yeni bir gelişmedir. Sektör çok fazla araştırma gerektiren bir alanda yer alan bir faaliyet olmasına rağmen, araştırma ve geliştirme konusunda diğer sektörlere göre daha zayıftır ve bu durum uzun vadede sektörün gelişimi açısından tehlike yaratma potansiyeli tanımaktadır. Bu sektörün alt sektörlerinden güçlü üretim potansiyeli ile dünyada önemli bir yere sahip olan tekstil terbiye sektörünün yenilikleri izlemekteki gecikmesi önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Enerji ve istihdam maliyetleri ile kayıtdışı istihdam bu sektör için sıralanan sorunlarda önde gelmektedir. Bölgesel dağılım açısından sektör değişik bölgelerde kümelenmelere sahiptir. Kümelenme tekstil için gerekli olmakla birlikte kümelenmelerin ve genel olarak tekstil üretiminin Türkiye’nin değişik bölgelerine yayılmış olması, sektörün bölgesel dağılımın düzeltilmesine katkı yapabileceğini düşündürmektedir.”
Raporda, giyim sektörüyle ilgili de şu tespitlerde bulunuldu:
“Sektör için ihracat önemlidir. Çok sayıda küçük firmanın üretim yaptığı bir piyasa yapısına sahiptir. Bu sektörün en önemli sorunları arasında üretim maliyetleri ve kayıt dışı üretim gelmektedir. Bölgesel olarak giyim sanayisinin İstanbul dışına kaymasının maliyetleri düşürebileceği düşünülmektedir. Böyle bir kaymanın bölgesel dağılım üzerine de olumlu bir etkisi olacaktır. Tekstil ve giyim sanayi arasındaki entegrasyonun çözülmesi küreselleşme ile artmakla beraber bu iki sektör imalat sanayi içindeki önemini bir süre daha sürdürmesi beklenmelidir. Zengin bir kültürel birikimin olması giyim sektörü rekabetini yükseltecek bir tasarım ortamının doğmasını kolaylaştırabilir. Ancak, burada eğitim ve tanıtımın (fuar gibi) iyileştirilmesi gerekmektedir.”
DERİ SEKTÖRÜ
Deri işleme sektörünün ise dikkate değer değişmelerin gerçekleştiği bir sektör olmadığı vurgulanarak, sektörün imalat sanayi içindeki payının çok büyük olmasına karşın geleneksel sektörler içinde varlığının önemli olduğu kaydedildi. Sektörün, alt sektörleri bakımından farklı bir yapıya sahip olduğunun belirtildiği raporda, “Ayakkabı iç piyasada daha rekabetçi bir sektörken deri işlemede az sayıda firma piyasada yer almaktadır. Enerji ve işçilik maliyetleri bu sektörde önemli sorunlardır. Bu sektörü bekleyen zorluklar arasında çevre yatırımları ve arıtma tesislerine ilişkin maliyetler yer almaktadır; bu yatırımlar bölgesel dağılımı etkileyecek kadar önem taşımaktadır. Sektörün alışılmış üretim merkezlerinin dışına çıkması nitelikli işgücü bulamama sorunu potansiyelini taşımaktadır. Sektörün karmaşık ve geleneklere dayalı yapısı bu sektöre yönelik önlemler için kısıtlı bir ortam yaratmaktadır” görüşlerine yer verildi.
TÜSİAD raporunda, ağaç ve mantar ürünleri imalat sanayi içinde küçük bir paya sahip olduğu, devlet 2000’li yıllarda üretici olarak sektörden çekilmiş olmasına rağmen, hammadde karşılamaktaki önemi nedeniyle Orman İşletmeleri’nin sektörün önünü açacak politikalarda nasıl bir rol alacağı önemi vurgulandı.
KAĞIT SEKTÖRÜ
Kağıt ve kağıt ürünleri sektörünün de özellikle üretim ve ihracatı artan diğer imalat sanayi ürünleri bu sektöre yönelik gittikçe artan bir talep yarattığı ancak, sektörün ciddi kapasite yetersizliği sorunu yaşadığı vurgulandı. SEKA’nın özelleştirilmesi selüloz hammaddesinin elde edilmesinde tıkanıklıklar yarattığının belirtildiği raporda, bu sektörün istihdam ve bölgesel dağılım açısından önemli bir konum alması beklenemeyeceği ancak, diğer sektörler açısından stratejik bir öneme sahip olduğuna işaret edildi.
BASIM YAYIN SEKTÖRÜ
Basım ve yayım sektörünün ise dışa kapalı bir sektör olarak nitelendirildiği raporda, “Piyasa yoğunlaşma oranları dikkate alındığında kayıtlı medya (plak, kaset, vb) ile gazete, dergi ve süreli yayınların yayımı alt sektörlerinde çok yüksek derecede; diğer basımla ilgili faaliyetlerde de yüksek bir yoğunlaşmanın olduğu görülmektedir. Sektörün sorunları arasında eski teknoloji makine ithalinin yarattığı kapasite fazlalığı; kalifiye işgücü eksikliğinin ithal edilen bu eski teknolojiye sahip makinelerin bile etkin kullanımında zorluk yaratması dikkat çekmektedir. Matbaacılıktaki küçük işletmelerde ham madde firesi ve işçilik kayıpları nedeniyle kalite ve verimlilik sorunları vardır. Günümüzde dijital medyanın giderek öne çıkması bu sektörün geleceği açısından dikkatli izlenmesi gereken bir gelişmedir” değerlendirmesi yapıldı.
KİMYA VE İLAÇ SEKTÖRÜ
İlaç dışında kalan kimyasal madde ve ürünlerinin imalatı imalat sanayisinin önemli bir ara malı sektörlerinden biri olduğu, yüksek bir dışa açıklık ve ithalat oranına sahip bulunduğu kaydedilen raporda, “İşgücü yoğunluğu düşük bir sektördür. Bu sektör de önemli sorunlarla karşı karşıyadır. Kimyasal madde üretiminin yarattığı çevre sorunları bu sektörde yapılacak yeni yatırımlar için fabrika yeri bulunmasında sorun yaratmaktadır. Lojistik bu sektör için önemlidir. Enerji maliyetleri, kayıt dışı üretimin yarattığı haksız rekabet sektördeki diğer sorunlardır. Kümelenme politikaları bu sektörün yer bulma sorununu çözmek ve lojistikten kaynaklanan maliyetleri düşürmek açısından önemli bir politika olacaktır. Sektör birçok imalat sanayi için girdi sağlaması nedeniyle kritik öneme sahiptir” denildi.
Türkiye’nin ilaç üretebilen az sayıda ülkelerden biri olduğu, Türkiye’nin, eşdeğer ilaç üretiminde önemli bir kapasiteye sahip olduğu kaydedildi.
Türkiye sanayisinde yer alan ve önemli yere sahip sektörlerin incelendiği raporda, imalat sektörünün üretim ve ihracat artışında gösterdiği belirgin başarılara karşın, aşması gereken temel tıkanma noktalarının da bulunduğu gerçeğine yer verildi.
ÖNERİLER
Üretim ve ihracatta yüksek ve orta üst teknoloji grubuna giren malların payının giderek yükselmesine rağmen, düşük teknoloji grubuna giren geleneksel mallar önemini korumaya devam ettiğine işaret edilen raporda, “İşsizlik ve bölgesel farklılıklar gibi sosyal alanlarda katkı yapma potansiyeli yüksek olan bu geleneksel sektörleri ihmal etmemek ve mevcut durumlarını daha ileriye götürecek politika ve düzenlemelerle desteklemek kaçınılmazdır. Ancak, imalat sektörünün ekonomik büyümede temel itici güç olma özelliğinin daha da güçlenmesi, kalıcı ve hızlı bir büyüme çizgisinin sürdürülebilmesi için üretim komposizyonunun yüksek teknoloji grubuna giren mallar lehine değişmesi uzun dönemli strateji ve politikaların temel hedefi olmalıdır” denildi.
Raporda, Türkiye sanayisinin benimseyeceği sanayı politika sının tasarımında dikkate alınması gereken noktalar ise şöyle sıralandı:
“.sanayinin üretim ve yatırım maliyetlerinin düşürülmesi ve finansman koşullarının iyileştirilmesi,
.Sanayi için dışsallık yaratılması,
.Beşeri sermaye ve teknolojinin geliştirilmesi,
.İstihdam ve bölgesel dağılıma ilişkin dinamiklerin oluşturulması.”
TÜSİAD raporunda, tek bir sektöre ya da birkaç sektöre odaklanmak yaklaşımının Türkiye açısından anlamını yitirdiği, sektörlere yönelik önlemlerin, diğer sektörlere olası etkileri göz önünde bulundurularak ele alınması gerektiği vurgulandı. Raporda, politikalar ve strtaejilerin, sektörler ile ilgili sağlam bir bilgi sisteminde beslenmesinin önemine işaret edildi.
Avrupalıları çıldırtan zam
Mazot ve benzin fiyatlarının artışı Avrupalılar'ı çileden çıkardı. Fransa, İngiltere ve Hollanda ayakta.
Patrol fiyatlarının durmadan artması, mazot ve benzin fiyatlarını da fırlattı. Dünyanın en pahalı benzinini kullanan Türk insanı sakinliğini koruyor. Ama Avrupalı çilden çıktı. İngiltere'de TIR'cılar araçlarıyla yolları kapatarak ve "Yol ortasında soygun" sloganıyla hükümeti fiyatları "şişirmekle" suçladı. Trafik altüst oldu.
Fransız çiftçi ve balıkçılar trafiği engelledi
Ardından Fransa'da mazot fiyatlarındaki artışa karşı çıkan balıkçı ve çiftçiler eyleme başladı. Özellikle Akdeniz bölgesindeki Marsilya kenti civarında ve batıdaki Bretagne bölgesinde çiftçiler, yakıt istasyonları önünde barikatlar kurarak, ulaşımı engelliyor.
Balıkçılar da bazı limanların girişinde düzenledikleri protesto eylemleriyle deniz trafiğinin aksamasına yol açıyor.Balıkçılar ve çiftçiler mazot fiyatlarındaki artış karşısında hükümetten mali destek talep ediyor.
Ekonomi Bakanı Christine Lagarde, bugün basına yaptığı açıklamada, "mazot fiyatlarındaki artışa karşı elinde mucize bir çözüm olmadığını" söyledi.
Hollanda'da korna çalarak protesto
Hollanda'da artan mazot fiyatları, taşımacılık şirketlerinin bağlı olduğu üst kuruluşun girişimiyle korna çalınarak protesto edildi.
"Depo boş, sabır taşıyor" sloganıyla düzenlenen protesto çerçevesinde, başta kamyon sürücüleri olmak üzere yollarda seyreden tüm araçlar saat tam 11.45'de üç kez korna çaldılar.
Bu sırada da mazot fiyatlarının taşımacılık sektörüne getirdiği yükü anlatan bir dilekçe, Lahey'de parlamento binasında milletvekillerine sunuldu. Hollanda'da halen bir litre mazot 1.5 euro düzeyinde satılıyor.
Ekonomi İşbirliği toplantısı Aşkabat'ta
A.A.
Ekonomik İşbirliği Teşkilatına üye ülkelerin İçişleri Bakanları 2. Toplantısı, Türkmenistan'ın başkenti Aşkabat'ta başladı.
Türkiye'yi İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın temsil ettiği toplantının oturum başkanlığını yapan Türkmenistan İçişleri BakanıOrazgeldi Amanov, Devlet Başkanı Gurbangulı Berdimuhamedov'un mesajını okudu.
Berdimuhamedov, mesajında ülkesinin Birleşmiş Milletlerin terörlemücadele, silah kaçakçılığı, uyuşturucuyla mücadele gibi konulardakitüm faaliyetlerinin hayata geçirilmesini desteklediğini vurguladı. Toplantıda konuşan Ekonomik İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Hurşid Anvar, teşkilata üye ülkeler olarak ortak kültürleri ve geçmişleri bulunduğunu söyledi.
Bölgesel tehditler karşısında güçlerini birleştirmeleri gerektiğini kaydeden Anvar, "Üye ülkeler olarak gençlerimizi, kadınlarımızı ve toplumumuzu uyuşturucudan, suçtan, kara paradan korumak için savaşmalıyız. Bu zorlukların üstesinden gelebilecek güçteyiz" diye konuştu. Daha sonra basına kapalı yapılan toplantıdan sonra, ortak basın toplantısı düzenlenecek.
İçişleri bakanlarının, uyuşturucu, suç ve kara parayla mücadele gibi konularda hazırlanan taslağı imzalaması bekleniyor. Öte yandan teşkilata üye 10 ülkenin emniyet birimlerinden temsilcilerinkatıldığı dünkü oturumda suçla mücadele, yasadışı örgütlenmeleriönleme, terörle mücadele, silah kaçakçılığı ve uyuşturucuyla mücadele ve sınır gibi güvenliği konular ele alındı. Uzmanlar, toplantıda 2006 yılının sonlarında İran'ın başkenti Tahran'da yapılan birinci toplantıda alınan kararlarla ilgili raporlar sundu.
İzmirli jant devi CMS'ye teklif yağıyor
Eren Güler / hurriyet.com.tr
Otomotiv sektörü son yıllarda Türkiye'nin yüz akı sektörlerinden belki de en önemlisi. İhracat liderliğini tekstilden aldıktan sonra bir daha bırakmayan, yüzbinlerce kişiye iş imkanı yaratan ve giderek gelişen sektörde dünyaya meydan okuyan firmalar da var...
İşte İzmirli CMS Jant bu firmalardan bir tanesi. Bundan 24 yıl önce bir aile şirketi olarak yola çıkan CMS, aynı şekilde devam ediyor. Ancak şimdi önemli bir farkı var. Türkiye'de aliminyum alaşımlı jant pazarının açık ara lideri olan CMS, Avrupa'da da söz sahibi. En büyük dört üretici arasında yer alıyor. İzmirli CMS'nin iki fabrikasında üretilen jantları, Renault'tan Volkswagen'e, Audi'den Bentley'e kadar birçok aracın lastiklerini süslüyor.
Türkiye'deki krizlerden bıkıp bundan 10 yıl önce rotasını ihracata çeviren şirket, şimdi üretiminin yüzde 85'ini yurtdışına satar hale gelmiş. Şirketin bu büyüyen performansı yabancıların da dikkatinden kaçmıyor. Birçok yabancı şirket ortaklık ve hisse satın almak için sıraya girmiş durumda. CMS de bu ortaklıklar için kapıyı açık tutuyor.
CMS'nin potansiyeli son dönemde bir üretim bölgesi kurmaya çalışan Fas'ın da dikkatini çekmiş. Fas, CMS'nin bir müşterisi aracılığı ile neredeyse kırmızı halı sererek CMS'yi üretim yapması için ülkeye davet etmiş. Vergi yok, arazi payı yok, işçilik ucuz... Hem de fabrika için belirlenen alan İspanya'ya sadece 15 deniz mili uzaklığında. Minimum maliyetle üret, İspanya'dan da tüm Avrupa'ya sat. 'Yeter ki gel' diyor Fas Krallığı...
Peki CMS gidecek mi? Teklif belli ki çok cazip ama şimdilik bir karar verilmemiş. CMS Yönetim Kurulu Başkanı Berat Ösen 'teklifi inceliyoruz' diyor.
Aslında bu teklif Türkiye'nin üzerinde çok düşünmesi gereken bir teklif. Biz ekonomiyi bir süredir odak noktası olmaktan çıkardık ama rakipler boş durmuyor. Bırakın bize gelecek olan potansiyel yatırımları, bizim elimizdekileri, yüzde 100 yerli sermayeleri bile elimizden çekip almak için bütün olanaklarını ortaya koyuyor. Arazi ise arazi vergi ise vergi enerji ise enerji. Rekabette sınır yok. Mısır'a giden tekstilciler örneği hâla gözümüzün önünde iken bari otomotivi başka ülkelere kaptırmayalım...
CMS Jant Yönetim Kurulu Başkanı Berat Ösen ile hem sektörü hem de şirketi konuştuk...
TÜRKİYE'DE ÜRETİP AVRUPA'YA SATIYOR
- Kaç yıldır sektördesiniz?
Sektörde 24 yıldır faaliyet gösteriyoruz. Kurucu başkanımız Tonguç Ösen, benim babam. Aynı zamanda aliminyum jant konusunda Türkiye'nin ilk üreticisiyiz ve Türkiye'de açık ara öndeyiz.
- Kapasiteniz ne kadar?
Yıllık kapasitemiz 4.5 milyon adet. Üretimi İzmir'de Çiğli ve Pınarbaşı olmak üzere iki fabrikada yapıyoruz.
- Kaç kişi çalışıyor?
İki fabrikada yaklaşık 1200 kişi çalışıyor.
- Ne kadar ciro yaptınız 2007'de?
2007'de 180 milyon euro ciro yaptık. Bu yılki ciro hedefi ise 192 milyon euro. Bu sene çok cesur değiliz çünkü global ekonomik krizin Avrupa'ya yansıması ve Türkiye'deki ekonomik ve politik gerginliklerin nereye gideceğini çok fazla kestiremiyoruz.
- İhracatın payı ne kadar?
Bu sene yüzde 85-86 oranında ihracat hedefliyoruz. Geçen sene de bu seviyelerdeydi. Biz 1997'den itibren ihracata başladık ve yüzde 80'lere sadece 10 yıl içerisinde geldik. Türkiye'de yaşanan krizler bizim ihracata yönelmemizde önemli bir etken oldu.
- En büyük pazarınız neresi?
Fransa ve Almanya başabaş gidiyor genelde. Sonra İtalya ve İngiltere geliyor. Bizim ana pazarımız Avrupa. Ayrıca Romanya ve Çek Cumhuriyeti gibi Doğu Bloku Avrupası'nda da pazar paylarımız var. Rusya'da da faaliyet gösteriyoruz. Japonya'ya da ihracata başladık ama henüz çok ufak.
- Başka pazarlara da açılmayı düşünüyor musunuz?
Biz Avrupa'ya satışlarımızı artırmaya çalışırken, bunu yanında büyüyen pazarlara karşı da çok ilgiliyiz. Bununların başında da Rusya geliyor. Rusya'da bizim küçük orta çapta faaliyet gösteren bir dağıtım ağımız var. Bir de orada koordinasyon ofisi gibi çalışan küçük bir ofisimiz var.
Bizim hedefimiz Rusya'daki satışlarımız artırmak. Yabancı firmalardan da ortak yatırım yapalım şeklinde teklifler geliyor. Çünkü bizim know how'ımız bizden çok daha büyük firmalarla rekabet edebilir hale geldi.
KENDİ TEKNOLOJİSİNİ KENDİSİ OLUŞTURDU
"Arabanın tekerleği diye bakılıyor ama jant bir emniyet parçası olduğu için bazı kalite standartlarını tutturmak zorundasınız. O anlamda gururla söyleyebilirm ki, CMS kuruluşundan bu yana teknoloji transferi yapmadan kendi kendi teknolojisini kendisi oluşturdu ve şimdi bunu dışarıya ihraç edecek hale geldi.
Geçen sene Ar-Ge'ye 3.5 milyon euro yatırım yaptık. Otomotiv üreticilerine direk malzeme sağlayan bir firma olarak, otomotiv üreticilerin uyguladıkları bazı regülasyonlar var. Özellikle çevre bilinci Avrupa'da çok yüksek. Ona uygun standartları gerçekleştirmek zorundasınız. Avrupalı üreticiler senin çevre bilinci ile ilgili olarak aldığın tedbirlere çok dikkat ediyor. Ne kadar atık üretiyorsun, ne yapıyorsun... Hepsini inceliyorlar. Biz çevre ile ilgili yatırımlarımızın çoğunu tamamladık.
-Yeni teknoloji geliştirecek misiniz?
Yeni teknolojilerle ilgili 2002'den beri üzerinde çalıştığımız bir yenilik var. Yine jant üretimi ile ilgili bir teknoloji bu. Onun üzerine çok eğiliyoruz, önemli bir kaynak ayırdık. dünyada henüz çok az uygulayıcısı var. Avrupa'da sadece iki üretici uygulayabiliyor.
- Teknolojiyi ihraç ediyor musunuz?
Birtakım talepler geliyor. 'Gelin ortak yatırım yapalım, sizin teknolojiniz var bizim pazarımız var, bunları birleştirelim' diyorlar.
ORTAKLIK TEKLİFİ YAĞIYOR
-Kimlerden teklif geliyor?
İtalyan bir firmadan teklif var. Bizim de ortaklık ve satın alma konusunda bazı girişimlerimiz oldu. Belli bir süredir Ruslarla görüşüyoruz ama henüz kesin birşey yok. Hintli bir firma geldi ortaklık için, ayrıca Birleşik Arap Emirlikleri'nden bir firmadan ve başka ülkelerden de teklifler var.
Şu ana kadar bize çok teklif geldi ama uyuşamadık.
- Yeni ortaklık mı hisse mi istiyorlar?
İkisi de. Bazıları ortak yeni yatırım yapma teklifleri ile geliyor, bazıları da hisselerimizi satın almak istiyor.
-Sizin bakış açınız nedir?
Ş imdi bizim firmamız yüzde 100 yerli sermaye ve aile şirketi. Bizim arzumuz daha çok stratejik ortaklık yönünde. Mesela halka arz veya tahvil çıkartmak gibi enstrümanları biz amaç olarak değil araç olarak görüyoruz.
Bizim ortaklarımız hep sanayi kültürünün içinden gelmişler. Mesela kurucu başkan olan ve 3 yıl önce vefat eden babam 55 yıl önce bu sektöre girmiş. Böyle bir saik var. Halka arzın akabinde stratejik ortaklık, yeni bir yatırım, yeni bir teknoloji ve kapasite artırımı gibi birtrakım senaryolar üzerinde çalışıyoruz. Çünkü şirket değeri artık önemli bir noktaya geldi.
Önümüzdeki dönem borsaya gelebiliriz. Ayrıca stratejik ortaklıklar da yapabiliriz. Zaten altyapı olarak herşeyimiz hazır.
- Çoğunluk hisseyi satar mısınız?
Yok hayır. Çoğunluk hisseyi satmayı düşünmüyoruz.
- Peki siz başka bir şirketi almayı veya ortaklık yapmayı düşünüyor musunuz?
Otomotiv sanayinde bugün rekabet etmek için ortaklıklar, proje bazlı ortaklıklar ve hisse satın almalar gündeme geliyor. Mesela Toyota ve PSA ortak olarak Rusya'da motor üretiyor. Gerek Toyota gerekse de PSA kasasında bir bakacaksınız aynı motor var. İşte bu tip iş yapış şekilleri, yani proje bazlı ortaklıklar çok doğal bizim sektörde. Mesela biz ağır vasıta için ürettiğimiz jantlarımızın testlerini İtalya'da bir jant üreticisinin laboratuarlarına yaptırdık. Buna bir ortak proje ve Ar-ge çalışması diyebilirsiniz. Bu tip çalışma şekilleri yaşanıyor. Biz de açığız. Ama bir şirket satın alması derseniz çok stratejik konular.
FAS'TAN TEKLİF VAR
CMS Yönetim Kurulu Başkanı Berat Ösen, Türkiye'deki yatırım ortamından biraz sıkıntılı. Türkiye'nin kıyası kendisiyle değil rakip ülkelerle yapmasını gerektiğini söyleyen Ösen, bütün ülkelerin yabancı yatırım için yarıştığını, kendilerine Fas'tan yapılan teklifle anlattı...
"Geçenlerde bir müşterimiz aracılığı ile bize Fas'tan bir teklif geldi. Gelin burada yatırım yapın, jant fabrikası kurun dediler. 6 yıl boyunca da hiç vergi almayacaklar, araziyi de çok düşük bir fiyatla 20 yıl boyunca kiralayacaklar. Enerji desteği de sağlayacaklar.
Fabrika için gösterdikleri yer Tanca diye bir bölge ve İspanya'ya sadece 15 deniz mili uzaklığında. Fas bize 'burada üretin ve bütün kıta Avrupası'na buradan satın' diyor. Çılgın bir teklif...
Orası sonuçta bir krallık ama kral oturmuş ve koymuş kafasına. 'Ben 10 sene sonra ne yapacağım?' diyor. 'Benim buraya birşeyler çekmem lazım' diyor ve bir çaba gösteriyor. Ben Türkiye bunu kıyas alsın demiyorum ama bunun gibi örnekleri dikkate alsın. Bir teşvik veriyorsun ama bu ne fayda sağlayacak diye bakmak lazım. Misal, "geçen sene 1 teşvik verdim bu sene ikiye çektim" demiş ama kendi alanında rekabet eden komşu ülkelerin konu ile uygulamalarına bakmamış ki...
Yabancı yatırımcıyı çekmek için diğer ülkelerle kıyas yapılması lazım. Mesela Romanya ne tür avantajlar sağlıyor, Bulgaristan'daki teşvikler neler, Rusya neler yapıyor? İşte bunlara dikkat edilmeli...
- Peki ne dediniz Fas'tan gelen bu teklife?
Üzerinde bir fizibilite çalışması yapacağız ve göreceğiz ne çıkacağını. Henüz çok taze bir teklif. Aslında bizim odaklandığımız nokta otomotiv üretiminin ağırlıklı olduğu coğrafyalara yönelmek. Fas'ta üretim filan yok ama Avrupa'ya çok yakın. Otomotivi gemiye bindirin yarım saatte İspanya'da. Oradan da karayolu ile tüm Avrupa'ya dağıtabilirsin.
-Sizde iç pazarın payı niye bu kadar düşük?
Kapasitemiz sınırlı. Ful kapasite çalışıyoruz ama içeriye yetmiyor. Kapasitemizi geliştirdiğimiz takdirde Türkiye pazarına yeniden ağırlık vereceğiz. Zaten ihracata yönelmeden önce içerideki pazar payımız yüzde 80'di.
- Neden ihracat yöneldiniz?
Önceden ihracat kapasite ile sınırlıydı. Kapasitemizi doldurduğumuz zaman, Türkiye pazarı mı otomotiv üreticileri mi diye bir tercih yapmak zorundaydık. Biz otomotiv üreticilerini tercih ettik.
- Hangi markalara satıyorsunuz?
Renault başta olmak üzere Volkswagen, Fiat Oto, Lancia, Alfa Romeo, Dacia, Toyota, Honda, Bentley, Seat, Audi gibi birçok marka bulunuyor portföyümüzde.
- Peki içeride iyi bir potansiyel var mı?
Kesinlikle var. Biz iç pazar talebini maalesef yeterince karşılayamıyoruz.
Bir de şöyle bir durum var. Türkiye otomotiv sanayinin buradaki büyümeyi kaydeden projelerinin başında ticari araçlar geliyor. Bunlar otomotiv sanayini ateşlemiş, çok başarılı projeler. Ama o projelerde araçlar saç jant kullanıyor. Daha ucuz ve daha basit bir teknoloji olduğu için genelde onlar tercih ediliyor.
ÇELİK JANT DİYE BİRŞEY YOK
-Halbuki siz çelik jant üretiyorsunuz...
Çelik jant diye bir tabir yok aslında. Halk arasında ismi öyle yayıldı. Çelik jant denilen aliminyum alaşımlı jantlar, yani bizim ürettiğimiz jantlar. Araçların birçoğunda gördüğünüz jant tipleri ise saç jantlar.
Bunlar çok karıştırılıyor. Biz o konuda, özellikle iç pazara daha çok satış yaparken, çok gayret gösterdik, bilgilendirmeye çalıştık ama bir yere kadar...
- Alüminyum jantlarla saç jantlar arasındaki farklar neler?
Birincisi alüminyum jantın ömrü 30-35 yıldır, saç jantın ise ömrü çok daha kısadır. Saç jant kırılır, aliminyum jant kırılmaz.
İkincisi alüminyum jant çok daha güvenlidir. Burada en önemli husus hafiflik. Aracın tonajına göre tekerlek üzerindeki baskıyı 3'e 2'ye varan oranlarda hafifletiyor. Tekerlek yükleri hafiflediği için de yol tutma kabiliyeti artıyor.
Üçüncüsü hafiflediği için yakıt ekonomisine fayda sağlıyor. Araç başına 10-12 kg ağırlık avantajı sağlıyor. Bugün günümüzde gramların kıyaslandığı bir otomotiv sektörünü konuşuyoruz. Son 4 yıldır üreticiler ve yan sanayiciler kiloların değil gramların hesabını yaptırıyorlar bize. 12 kiloluk jantı 10 kilograma, 9 kilograma çekmemiz için hedef veriyorlar. Biz de oturuyoruz, aynı mukavemette, aynı dayanıkılıkta, aynı kalitedeki ürünü daha hafif üretmeye çalışıyoruz.
Dördüncüsü alüminyumun alaşımından kaynaklanan bir özelliği de var. Isı alışverişini çok daha hızlı yapıyor. Sürtünmeden doğan ısınmayı üzerinde tutmuyor, çok daha çabuk soğutuyor. Böylece araçların fren kabiliyeti de artıyor.
Son olarak da estetik ve dizayn. Saç jantlarda yapabilecekleriniz çok sınırlı. Alüminyum jantlarda ise çok farklı alternatileriniz var ve çeşitli varyasyonlar yaratabilirsiniz.
TÜRKİYE'YE OTOMOTİV STRATEJİSİ GEREKİYOR
- Türkiye'deki yan sanayini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yan sanayinin iyi olduğunu düşünüyorum. Potansiyeli yüksek bir yan sanayimiz var. Dünyanın önde gelen otomotiv markaları da hem bu yan sanayini değerlendirmek için hem de Türkiye'nin konumundan dolayı burada yatırım yapıyor.
Ancak burada önemli bir konu var. Otomotiv yatırımlarını çekmek için öncelikle bir otomotiv stratejisi geliştirilmesi gerekiyor. Bence çok önemli bir konu.
Türkiye'nin geçmişine bakarsanız, inşaat, tarım, tekstil, turizm gibi sektörler şöyle bir parladı, ondan sonra ilgili dönem hükümetleri şöyle strateji yapacağız, böyle birşey yapacağız' filan dediler ama bir sonuç çıkmadı. Türkiye'de son 5-6 yıldır bu strateji hükümetin gündeminde. Kötü bir örnek vereceğim, tarım stratejisi 20 yıldır hükümetlerin gündeminde. Ama biz bugün buğday ithal eder hale geldik.
İsterseniz Ford gelsin, isterseniz Mercedes gelsin. Onlar geliriz derler ve gelirler, çünkü zaten dünyanın heryerine gidiyorlar. Önemli olan geldikleri zaman ne ile karşışacakları. Daha doğrusu bizim onları getirtebiliyor olmamız. Burada da Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok, yapılması gerekenler belli. 5-6 yıldır bir otomotiv stratejisi yazılmadı. Benim kaygım bu. Yoksa gelirler...
Hangi sektörü ana rekabet gücü olarak seçtiysen onun üzerine bütün kaynaklarını koyup bir strateji yaparsın. Bunun yapmadığın zaman, diyoruz ki, Hyundai gitti... Hayır, biz kaçırdık. Bizim sektör seçip ona göre strateji geliştirmemiz lazım. Her sektörde çok güçlü olamayız.
Bu stratejinin orta vadede çıkabileceği kanatindeyim. Çünkü çok büyük bir potansiyel var. Yeter ki birazcık elinden tutun, o kadar çok potansiyel yaratabilecek şirket ve konuya hakim insan var ki... Küçük veya orta ölçek önemli değil, potansiyel çok yüksek...
- Emtia fiyatlarındaki yükseliş sizi nasıl etkiliyor?
Demir çelik borsa malı değil, serbest piyasaya bağlı. Zaten Arcelor ile Mittal birleştiğinden beri demir çelik fiyatlarının, patlayan enerjiyi göz önüne alırsanız, bu kadar çok çıkması sürpriz değil. Kötü mü derseniz, evet kötü. Ama sürpriz değil.
O anlamda biz alüminyumda çok şanslıyız. Yaklaşık 40 bin ton ile Türkiye'nin en büyük alüminyuım ithalatçısıyız. Alüminyum Londra Metal Borsası'na endeksli bir emtia ve fiyatlar borsada belirleniyor. Bizi çok büyük bir sıkıntıya sokmuyor. Bizim bir formülümüz var, alüminyum arttığında veya düştüğünde onu fiyatlarımıza yansıtıyoruz.
Ama biz de yüksek petrol ve enerji ile savaşıyoruz. Neden? Navlunlardan dolayı... Maliyetler müthiş arttı. Bundan 5 yıl önce gemi pahalıydı kamyona döndük, şimdi tekrar gemiye dönmek durumundayız...
-Mevcut ekonomik durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben rasyonel bir ekonomi anlayışı olduğunu düşünmüyorum. Rasyonel ekonomi tanımı bizinm sistemimize oturmuyor. Biz ülke olarak kendi alanımızdaki diğer ülkelerle kendimizi kıyaslamaktan kaçınıyoruz.
Ben ekonominin bugün geldiği ortamın çok parlak olduğunu düşünmüyorum. Maalesef düşünmüyorum. İç piyasadaki bu daralmaya, esnafın kepenk kapatmaya başlamasına rağmen herhangi bir tedbir alınmıyor olması da cabası.
Hatalarımızdan öğrenmemiz lazım. Biz işletme biliminde şuna dikkat ederiz: Hata yapın. Hata yapmak demek risk almak demektir, girişimcilik demektir. İşletme bilimi bu girişimi teşvik eder. Ama hatayı tekrar etmeyin. Ederseniz problem var demektir.
Türkiye çok çok büyük bir potansiyeli olan ülke. Hak ettiğimiz nokta bunun çok ötesinde. Ama bazı şeyleri görünce yıkılıyorsunuz. 'Yeter artık' diyorsunuz. Üstelik yapılan hatalardan fazla birşey de öğrenmiyoruz. Devamlı patinaj çekiyoruz. Patinaj çeke çeke lastikler erir gider yok olur... Fazla patinaj iyi değildir...
17 milyar ton petrol küresel güç yapar
Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan, 25 milyon kilometre karelik Avrasya coğrafyasında 17 milyar ton petrol, 2 milyon ton doğal gaz rezervi bulunduğunu ifade ederek, bu kaynakların bölge halklarının daha müreffeh yarınlara ulaşabilmeleri için değerlendirilmesi gerektiğini belirtti.
Marmara Grubu Vakfı’nın düzenlediği "11. Avrasya Ekonomi Zirvesi"nde konuşan Çağlayan, dayanışma ve bütünleşmenin değerinin daha da iyi anlaşıldığını belirtti.
Türkiye güçlü köprü
Türkiye’nin, Asya ile Avrupa’yı, Batı ile İslam alemini birbirine bağlayan güçlü bir köprü konumunda bulunduğunu vurgulayan Çağlayan, Türkiye’nin, stratejik coğrafi konumu yanında, geniş iç pazarı, genç nüfusu, güçlü sanayisi, tarım potansiyeli, turizm, tarih ve kültür zenginlikleri ile de önemli noktada bulunduğunu kaydetti. Çağlayan, 2007 yılının 659 milyar dolarlık GSMH ile kapatan Türkiye’nin, dünyanın en büyük 17., Avrupa’nın ise en büyük 6. ekonomisi olduğunu vurguladı.
TBMM Başkanı Köksal Toptan da, "Avrasya ülkeleri olarak gücümüzü birleştirdiğimizde içerisinde Türkiye’nin de yer aldığı yeni bir küresel gücün doğması kaçınılmazdır" dedi. Türkiye’nin sürekli büyüyen istikrarlı ekonomisi ve stratejik konumunun sağladığı gücü ve uluslararası bağlantıları ile Avrasya bölgesine çok önemli katkı sağlayabilecek dinamik bir ülke olduğunu dile getiren Toptan, Türkiye’nin Avrasya’nın kalıcı barış ve yoğun işbirliğinin yaşandığı bir coğrafyaya dönüştürülmesi yolundaki çabalara aktif katkıda bulunduğunu ve bulunmaya devam edeceğini söyledi.
En kısa yol Türkiye
Avrasya’nın sahip olduğu enerji kaynaklarının dünya ile bütünleşebilmesi için ekonomik, en güvenli ve kısa yolun Türkiye’den geçtiğini kaydeden Toptan, bölgedeki enerji projeleri sayesinde Türkiye’nin Avrasya coğrafyasının dünyaya açılan enerji kapısı haline geldiğini söyledi.
Faiz dışı fazla indirilecek GAP’a 1 milyar YTL gidecek
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, yeni milli gelir hesaplarına göre Türkiye’nin borçlarının, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya (GSYİH) oranının düştüğünü belirterek, hafta sonu açıklayacakları orta vadeli planda, Faiz Dışı Fazla (FDF) hedeflerinin düşürüleceğini ancak bunun mali disiplinde bozulma olarak algılanmaması gerektiğini söyledi.
Hükümetin FDF hedefinin indirilmesinden sağlanacak kaynağın önemli bir kısmının GAP’a aktarılacağı belirtiliyor.
Mali disiplin bozulmaz
Reuters’ın sorularını yanıtlayan Maliye Bakanı Unakıtan, orta vadeli planda FDF’nin hangi yılda ne olacağının açıklanacağını da belirterek, "Bilindiği gibi FDF borç yapısına da bağlı oluyor. Türkiye’nin yeni borçları da yeni seriye göre düşmüş vaziyette. Belli bir plan dahilinde daha da düşürülecek. FDF’nin düşürülmesi mali disiplinde bir bozulma anlamına gelmemeli" dedi. Unakıtan, Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek ile hafta sonunda orta vadeli planı çıklayacaklarını söyledi. Hükümet uzun süredir yüzde 6.5 olarak hedeflediği FDF’yi, 2008 yılında 1 puan aşağı çekerek yüzde 5.5’e çekmişti. FDF hedefinin bu yıl ne kadar düşürüleceği sorusuna Unakıtan, "Ben onu şu anda söylemek istemiyorum, rakamlar hafta sonunda görülebilir" dedi.
GAP’a 1 milyar YTL
Üst düzey bir ekonomi yetkilisi de, ekonomide yaşanan global dalgalanmaya karşı bazı önlemlerin alınmasının şart olduğunu, hükümetin bu anlamda orta vadeli plan ile yol haritasını çizdiğini söyledi. Aynı yetkili, "Bu kapsamda harcamalar biraz daha artırılacak. Burada şu ana kadar yalnızca GAP için yapılacak 1 milyar YTL’lik bir tutar belirlendi. Diğerler harcamalar ihtiyaç duyuldukça yapılacak. Ayrıca gelir artırıcı bazı adımların da atılması planlanıyor" diye konuştu.
Garanti Bankası 100 şube açacak
A.A.
Garanti Bankası Genel Müdürü Ergün Özen, Türk ekonomisinde kriz beklentisi içinde olmadığını belirterek, yıl sonuna kadar 100 yeni şube açarak, 3 bin kişiyi istihdam edeceklerini bildirdi.
Sabancı ve Bilkent Üniversiteleri tarafından düzenlenen “MBA Forum 2008” toplantısına katılmak üzere Antalya'ya gelen Garanti Bankası Genel Müdürü Ergün Özen, bankasının hedefleri ve ülke ekonomisi hakkında bilgi verdi.
Türkiye'de yapısal reformlar sayesinde siyasetle ekonominin ayrılmaya başladığını düşündüğünü, ama bunun tam olgunluğa gelmediğini belirten Özen, şöyle konuştu:
“Reformlar sayesinde ekonomi ile siyaset bir parça ayrılmıştır. Ama tabii ki tam bir olgunluğa gelmemiştir. Ama yurt dışında çok önemli bir kriz yaşanırken, ülkemizde, bizim içimizde bazı çalkantılar varken, ülke ekonomisinin hala yüzde 4 büyüyebilmesi ve enflasyonun yüzde 10 seviyelerinde kalabilmesi, doların 1,70'lere fırlayamaması, bize şunu gösteriyor ki, hakikaten yapılan reformlar siyasetle ekonomiyi birbirinden ayırmış.”
Yapısal reformların IMF ortamında sağlandığının çok açık olduğunu ifade eden Özen, şöyle devam etti:
“Artık IMF'siz de reformlara devam edebileceğimizi gösterebilmemiz lazım. Kurumlarımızın IMF'siz de inandırıcı hale gelmesi lazım. Ama bu olgunlukta değiliz.”
Reform sürecinin devam etmesi halinde kriz beklentisi içerisinde olmadığını vurgulayan Özen, reformların devam edebilmesi için de siyasi ve ekonomik istikrar gerektiğine işaret etti.
Türkiye'nin artık IMF'siz de krizleri yönetebilme başarısını yakalaması gerektiğini anlatan Özen, “Türkiye yola IMF'siz devam edebilir mi?” sorusuna şu yanıtı verdi:
“Ben öyle bir izlenim yaratmak istemem. Ama Sayın Mehmet Şimşek'in açıklamasına, hükümete ve piyasaya baktığımız zaman IMF ile stand-by anlaşması yapılmayacak gibi geliyor. Dolayısıyla IMF'siz ortamda kendi kurumlarımızın çok daha iyi performe edilmesi lazım. Kurumlarımızın riski çok iyi yönetebilir halde olmaları lazım. Parasal olarak bir IMF anlaşmasına gerek olmadığına inanıyorum. Artık Türkiye'nin IMF ile stand-by anlaşması yaparak 15-20 milyar dolar almasına gerek olmadığını düşünüyorum. Ama cari işlemlerin etrafında örülmüş bir programın IMF ile birlikte önümüzdeki 5 yıl içinde yapılmasında hiç bir sakınca yoktur.”
3 BİN KİŞİ İSTİHDAM EDİLECEK
Garanti Bankası'nın hedeflerinin yılın ilk üç aylık döneminde çok iyi gerçekleştiğini vurgulayan Özen, “Türk lirası kredilerinde yüzde 30, dövize endeksli kredilerde yüzde 25 büyüme hedefi koyduk. Bunları yapabileceğimizi ortaya koyduk. Ama hakikaten istikrarın gerek ekonomide gerek siyasette devam etmesi gerekiyor” dedi.
Garanti Bankası'nın aktif büyümesini devam ettirdiğini anlatan Özen, yıl sonuna kadar 100 yeni şubeyi hizmete açacaklarını bildirdi. Özen, şöyle devam etti:
“Aktif büyümeye devam ediyoruz. Garanti Bankası 100 yeni şube açacak, 3 bin kişiyi istihdam edecek. Şube açmaya devam ediyoruz. Şube sayısı 150'ye kadar gidebilir. Aktiflerimizin de yüzde 20 büyümesini hedefliyoruz. Romanya'da bankacılık sektöründe biz de varız. Ama orada bankacı bulmakta çok zorlanıyoruz. Türkiye'de bankacılar yetişiyor. Türkiye'de inanılmaz insan kaynağı var. Kriz öncesindeki sayıyı daha yeni yakalarız. Kriz öncesi bankacılıkta kaç kişi çalışıyorsa o sayılara daha yeni geliyoruz.”
BASEL II KOBİ'LER İÇİN FIRSAT
Basel II'nin kısmi olarak uygulanmaya başlandığını ama 2009 yılından itibaren bunun etkilerinin daha fazla görüleceğini dile getiren Özen, sözlerini şöyle tamamladı:
“Basel II, hiç bir zaman tehdit değildir. Basel II fırsattır. KOBİ'lerimizin daha şeffaflaştırabilmesi için, bankacılık sektörünün KOBİ'lere daha fazla kredi aktarabilmesi için ve Türkiye ekonomisinde daha çok önemli rol oynayabilmeleri için KOBİ'lerin BASEL II inanılmaz bir fırsattır. Doğru fırsattır.”
Şener: Ekonominin gidişi iyi değil
ANKA
Eski Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, “Ekonominin gidişi iyi değil. Enflasyonda yıllık hedefi bir ayda yakalamaya başladıysanız, yıllardır odaklandığınız enflasyona endeksli ekonomi politikasının ne duruma geldiğini görürsünüz. Ekonomi politikalarının gözden geçirilmesi lazım” dedi.
59. Hükümet döneminde ekonominin koordinasyonundan sorumlu olan Şener, Ekoenerji dergisine verdiği röportajda, “Aslına bakarsanız, Türk ekonomisinin gidişi özellikle son veriler de açıkça göstermiştir ki iyi değil” dedi. Büyüme performansının çok düştüğünü belirten Şener, “Türkiye’nin 1960’dan günümüze kadar yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 4.5’dur. Buna kriz yılları da dahildir. Demek ki 4.5-5’lik bir ortalama uzun dönem büyüme performansı olan bir Türkiye söz konusudur. Ancak, 2007 büyüme oranı yeni serilere göre 4.5 olarak ilan edilmiştir. Ama, Türkiye’nin 2007 büyüme oranı eski serilere göre 4 - 3.5 arasıdır. Üç buçuğa yakındır. Bu uzun dönem ortalamalarının da altındadır” diye konuştu.
EKONOMİ POLİTİKASININ NE DURUMA GELDİĞİ ORTADA
Bazı sektörlerin çok zor durumda olduğunu kaydeden Şener, ekonominin küresel rekabet gücünü kaybettiğini ifade etti. Yıllardır ekonomi politikalarının odaklandığı ana alanın enflasyonun aşağı çekilmesi olduğunu vurgulayan Şener, “Yıllık yüzde 4’lük enflasyon hedefi konulmuşken, ÜFE itibariyle aylık yüzde 3.2’lik bir enflasyon çıkmıştır. Yani, yıllık hedefi bir ayda yakalamaya başladıysanız, yıllardır odaklandığınız enflasyona endeksli bir ekonomi politikasının ne duruma geldiğini görürsünüz” dedi.
EKONOMİ POLİTİKALARININ GÖZDEN GEÇİRİLMESİ LAZIM
Cari açığın hızla artmaya devam ettiğinin altını çizen Şener, 38 milyar dolarlık cari açığın 2008’de 45 milyar dolar olabileceğinden bahsedildiğini ifade ederek, “Dolayısıyla hem dış dengede hassasiyet artarak devam ediyor, hem enflasyon politikası, hem büyüme önemli kırılganlıklar gösteriyor. Olumsuz sinyaller veriyor. Ekonomi politikalarının gözden geçirilmesi lazım. Küresel rekabeti artırmaya endeksli bir programa geçmek zorunda Türkiye” dedi.
EKONOMİK KARARLAR OLGUNLAŞMADAN ALINIYOR
Ekonomiyle ilgili kararların tartışılarak, olgunlaştırılarak alınmadığını öne süren Şener, “Günübirlik, herhangi bir gazetecinin bir sorusu üzerine, herhangi bir meydanda yapılan konuşma esnasında kulağa fısıldanan iki cümleyle ilan ediliyor. Böyle bir yapı sağlıksız bir yapıdır. Asıl sorun buradadır” diye konuştu.
ERDOĞAN’IN MERKEZ AÇIKLAMASINA ELEŞTİRİ
Hükümetin “Acil Eylem Planı”nı, genel ifadeler içerdiği için eleştiren Şener, “Eylem planı bu değildir. Somut maddeler olacak” dedi. Planın açıklandığı toplantıda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınacağını söylediğini anımsatan Şener, şunları söyledi:
“Haftalarca ekonomi politikaları adına Merkez Bankası tartışıldı. Ama, önemli tarafı nedir biliyor musunuz? Aylardır hazırlanan bu acil eylem planında Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması da yok, İstanbul’un finans merkezi olması da yoktur. Yani bir hazırlığa dayanan metinde hiç olmayan şey, o metnin kamuoyuna tanıtımı sırasında gündeme düşüyor ve hükümetin en önemli kararı olarak tartışılıyor haftalarca. Asıl sorun burada.”
Faiz dışı fazlayı yüzde 3.5’e çekti kemerler gevşedi
Hükümet 2001 krizinden sonraki ekonomik programlar çerçevesinde yüzde 6.5 olarak belirlenen faiz dışı fazla hedefini 2008’de yüzde 3.5’e çekti.
Bu revizyon ekonomi çevrelerinde ’mali gevşeme’ olarak yorumlandı. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, "Sihirli bir rakam değil" diye konuştu.
HÜKÜMET revize milli gelir rakamlarının yarattığı değişikliği, bütçe hesaplarına da yansıttı. Bu doğrultuda faiz dışı fazla hedefi 2008 yılı için yüzde 4.2’den yüzde 3.5’e çekildi. "Sihirli bir rakam değil illa şu kadar olacak diye bir şey yok" yorumu yapan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, bu rakamın yeni borç ve bütçe yapısı ile yeni yatırım programına göre belirlendiğini, mali disiplinden vazgeçilmeyeceğini söyledi.
Borç stokumuz düştü
Devlet Bakanı Mehmet Şimşek ile birlikte düzenlediği basın toplantısında 2008-2012 dönemini kapsayan orta vadeli mali çerçeve programını açıklayan Unakıtan, faiz dışı fazla konusunun 2002’den itibaren Türk kamuoyunda fazlaca işlenen bir konu olduğunu vurgulayarak, "Bu da çok iyi bir şey. Yani kamuoyu da bununla ilgilenmeye başladı. Ancak faiz dışı fazla bir sihirli rakam değildir, yani illa şu kadar olacak, illa bu kadar olacak diye, onun üzerinde durmamamız icap ediyor" diye konuştu. Unakıtan bunun nedenini de şöyle açıkladı: "Bizim gerek AB kriterlerine göre hesaplanan kamu brüt borç stokumuz, gerekse kamu net borç stoku oranımız devamlı Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya göre düşüş gösteriyor. Bu durumda faiz dışı fazla patikası sürekli olarak değişim gösterir. İşte bu da bunun bir yansıması."
Mali disipline devam
Bu arada mali disiplinin devam edeceğini de vurgulayan Unakıtan, "Kapı kapı dolaşıp borç arayıp açık kapatmak yerine kendi ayakları üzerine duran mali politikalar üretmemiz lazım" dedi.
Durgunluk olmaz ama büyüme de böyle devam etmez
VERGİ artışlarına ihtiyaç olmadığını söyleyen Kemal Unakıtan, şöyle konuştu: "Türkiye ekonomisi çok dinamik ama bir taraftan da gerçekçi olmak gerekir. Türkiye ekonomisinin büyüme rakamlarının ortalaması, Avrupa ülkelerinin üzerinde. Avrupa ülkeleri bizim beğenmediğimiz yüzde 4-5 büyüme oranlarını görseler, takla atarlar. Ekonomide stagflasyon, durgunluk olmaz ama eski büyüme rakamları da olmaz. Dünyanın haline bak. Toz duman gidiyor. Ama durum da böyle gitmez. Dünyada ekonomide gelişme başlayınca, bizdeki büyüme rakamları da tekrar eski haline gelir. "
Hükümetin 4 yıllık programında neler var
Temel hedef kamu borç stokunun GSYH oranını yüzde 30’a indirmek.
Mali disiplinde herhangi bir gevşeme sözkonusu olmayacak
Bütçe açığının milli gelire oranı 2012’de yüzde 1.6 olacak.
Özelleştirme gelirinin GSYH’ya katkısı 2012’de yüzde 0.2 olacak.
2008’de faiz dışı fazla 3.5 olacak.
2009-2012 döneminde faiz dışı fazla elde edilmesi politikası sürecek.
Bütçe açığının GSYH’ya oranı yüzde 1.9’dan yüzde 1.4’e düşürüldü.
Kamu net borç stoğu yüzde 61’den yüzde 29’a düşürüldü.
Bütçe açığının milli gelire oranı 2012’de yüzde 1.6 olacak.
Özelleştirme gelirlerinin GSYH’ya katkısı 2012’de yüzde 0.2 olacak
Yatırımların önündeki engeller kaldırılacak.
İstihdam, GAP ve mahalli idarelere pay aktarılacak.
Enerjide özelleştirmeler önümüzdeki dönemde hızlanacak.
Özelleştirme gelirleri azalacak
Bu yıl GSYH’nin yüzde 1.2’i düzeyinde özelleştirme geliri beklenirken, bu oranın 2009’da yüzde 1’e, 2010’da yüzde 0.7’ye, 2011’de yüzde 0.5’e ve 2012 yılında yüzde 0.2’ye kadar düşeceği öngörülüyor. Geçen yıl yüzde 38.8 düzeyinde gerçekleşen AB tanımlı kamu borç stokunun GSYH’ye oranı, orta vadeli mali çerçevede 2008 için yüzde 37 öngörüldü. Bu oranın 2009’da yüzde 35’e, 2010’da yüzde 33’e, 2011’de yüzde 31’e ve 2012’de yüzde 30’a kadar düşürülmesi hedeflendi.
IMF olsa da olmasa da bu program uygulanacak
KEMAL Unakıtan, IMF ile uygulanan stand-by programları ile ilgili bir soru üzerine şöyle konuştu: "Bizden önce yapılan programı devir aldık ve başarı ile sonuçlandırdık. Bir tane de biz program yaptık. O da başarılı oldu. Biz ekonomi programını öyle ele aldık ki, IMF olsa da olmasa da uygulayacaktık ve başarılı olduk. Artık 3 yıllık bütçe yapıp açıklıyoruz. Mali disiplin devam ediyor, yapısal reformlar yapılıyor. IMF olsa da olmasa da biz bu programı bütün ciddiyeti ile uygulayacağız. Asıl olan siyasi iradedir."
508 milyar dolarlık sektör
Uğur CEBECİ
Uluslararası Havayolu Taşımacılığı Birliği (IATA), İstanbul’da 1-3 Haziran tarihleri arasında yapılacak genel kurul öncesinde sektörün büyüklüğünü 2008 raporuyla ortaya koydu.
Bu yıl 508 milyar dolarlık ciroya ulaşacak havayolları tam 5 milyon 500 bin kişiye iş imkanı sağlıyor. Sektör, turizm ve yan kollarıyla birlikte tam 3.5 trilyon dolarlık bir pazarı etkiliyor. İşte havayolu trafiğinin yüzde 94’ünü kontrol eden 240 şirketin üye olduğu IATA’nın raporundan satırbaşları:
2.2 MİLYAR YOLCU: Havayolları bu yıl 2.2 milyar yolcu ve 44 milyon ton kargo taşıyacak. IATA, 2008’de yüzde 3.9 büyüme öngörüyor. Hedef bu yıl 508 milyar dolar ciro. Diğer işkollarıyla karşılaştırıldığında havayolu sektörünün büyüklüğü ilaç sektörüyle eşit düzeyde.
5.5 MİLYON KİŞİ ÇALIŞIYOR: Sektör 2 milyon kişiye doğrudan iş sağlıyor. Bunlar arasında havayolları, yer hizmetleri, bakım, ikram gibi kollar dahil. Sivil havacılık konusunda imalat ve tasarım yapan şirketlerde ise 780 bin kişi çalışıyor. Havalimanlarında 380 bin kişi yönetim, işletme ve güvenlik gibi konularda görev yapıyor. Kalan 2 milyon 300 bin kişi de havalimanlarındaki mağazalarda, restoranlarda, meydan etrafındaki otellerde çalışıyor.
TURİSTİN YÜZDE 40’I UÇAKLA GELİYOR: Turizmin şahdamarı havayolları. Yapılan araştırmalar, 100 turistten 40’ının uçakla gidecekleri yere ulaştığını ortaya koyuyor. Dünyada turizmden doğrudan 17 milyon kişi ekmek yiyor. Çin, Hindistan gibi yurtdışı seyahatleri nüfusa oranının çok düşük olduğu ülkelerdeki refahın artmasıyla bu konuda hareketlilik bekleniyor.
YAKITA 156 MİLYAR DOLAR: Hızla yükselen yakıt fiyatları havayollarının maliyetlerinde önemli bir yer tutuyor. 2000’de havayolları yakıta sadece 46 milyar dolar ödedi. Bu maliyetlerin yüzde 14’ü idi. 2008’de yakıt faturası 156 milyar dolara, maliyetlerdeki yeri de yüzde 32’ye çıkacak. Şirketler kemer sıkmaya devam edecek.
KÁRLAR DÜŞÜYOR: 2001’den sonra ciddi zararla karşılaşan sektörün yüzü ilk defa geçen yıl güldü. 2007’de 485 milyar dolarlık ciro 5.6 milyar dolar kár getirdi. Bu yıl toplam kár artan maliyetler nedeniyle 4.5 milyar dolara düşecek.
Emirates denizaltı satıyor
Geçen yılı 1 milyar 450 milyon dolarlık rekor kárla kapatan Dubai merkezli Emirates Havayolları, uçaklarında katalogla 200 bin dolarlık mini denizaltı satışlarına başladı. Skywards özel yolcu programı üyelerine sunulan fırsatta, yolcular topladıkları uçuş millerle veya ücretini ödeyerek Hindistan’da foto safariden tekerlekli rüzgar sörfüne farklı hediyeler kazanabiliyor.
Havayolunun internet sitesinde de takip edilebilen "The Emirates High Street" kataloğunda en çok ilgiyi U-Boat Worx şirketinin geçen yıl lansmanını yaptığı tek kişilik CQ1 ve iki kişilik CQ2 tipi denizaltı çekiyor. Saatte 5.4 kilometre seyir hızına sahip denizaltı, 50 metre derinliğe inebiliyor. 150 dakika su altında kalabilen deniz altıyı kullanabilmek için dört saatlik özel eğitim İspanya ve Hollanda’da Skywards üyelerine ücretsiz veriliyor.
Beşiktaş’ta bir tayyare fabrikası
Türk havacılık tarihi aynı Türkiye’nin tarihi gibi geçmişin tozlu yapraklarında kalan onlarca hikayeyle dolu. İşte bunlardan biri belgeselci Savaş Güvezne’nin detaylı ve titiz çalışmasıyla gün yüzüne çıkıyor. Güvezne, hazırladığı "Beşiktaş’ta bir tayyare fabrikası" belgeseliyle işadamı Nuri Demirağ’ın uğruna servetini harcadığı uçak fabrikasının ibret dolu hikayesini gözler önüne seriyor.
Türkiye’nin ilk girişimcilerinden olan Nuri Demirağ, adını 1930’larda yaptığı binlerce kilometrelik demiryollarıyla duyurdu. Soyadı bizzat Atatürk tarafından verilen Demirağ, 1930’larda Türk Hava Kurumu’nun (THK) Hava Kuvvetleri için başlattığı bağış uçak kampanyasına Türkiye’ye uçak fabrikası kazandırmak üzere tüm servetini yatırdı. Halen İstanbul Beşiktaş’ta Deniz Müzesi’nin bulunduğu yere fabrika binası yaptırdı.
O yıllarda yabancı ülkelerin eski teknoloji transferini reddeden Demirağ, Türk mühendislerin geliştirdiği projelere ağırlık verdi. İlk siparişler THK’dan gelen planör ve eğitim uçağı siparişiydi. Mühendis Selahattin Alan, tek motorlu, çift kanatlı NuD-36 eğitim uçağını geliştirdi. Uçak, Mühendis Alan tarafından Eskişehir’e test uçuşları için götürülürken İnönü’ye inişte pilotaj hatası nedeniyle düştü. THK uçakları almaktan vazgeçti. Mahkemeyi kaybeden Demirağ yılmadı, ürettiği 12 uçakla Yeşilköy’de halen Atatürk Havalimanı’nın şu anki sınırlarını oluşturan Elmas Çiftliği’ni aldı. Burada uçuş eğitim verecek Gök Okulu’nu kurdu. Yüzlerce Türk gencine ücretsiz pilotaj eğitimi verdi.
Ancak talihsizlikler Demirağ’ın peşini bırakmadı. Siparişi iptal edilen Demirağ’ın yurtdışına uçak satışı İnönü döneminde yasaklandı. Menderes döneminde ise Demirağ’ın kiracısı olan bir gazetenin muhalif yayınları nedeniyle Gök Okulu arazisi devlet tarafından gerekçe gösterilmeden kamulaştırıldı. İlk özel Türk uçak fabrikası ve uçuş okulu tarihe karıştı.
Yaklaşık iki yıllık araştırma ve aralarında Gök Okulu’nun öğretmen pilotlarından Nuri Demirağ’ın damadı Mehmet Kum gibi dönemin tanıklarının anlatımıyla sunulan belgesel, yayın için destek bekliyor. Tolga ÖZBEK
İLK TÜRK YOLCU UÇAĞI
Nuri Demirağ’ın en önemli projelerinden biri tamamen metal gövdeli bir yolcu uçağıydı. 1942’de başlayan projede çift motorlu, 6 yolcu kapasiteli NuD-38 adı verilen uçak tasarlandı. 1943’te Ankara, Sivas ve Selanik’e deneme uçuşları yapıldı. NuD-38, savaş halinde kısa bir tadilatla bombardıman uçağı haline getirilebiliyordu. Proje ne yazık ki destek görmedi, seri imalata geçilemedi. Demirağ’ın ölümünden sonra uçak diğerleriyle birlikte hurdacılara satıldı.
Türk Yıldızları’na C-160
Hava Kuvvetleri’nin akrobasi ekibi Türk Yıldızları’nın yer ekiplerini taşıyan C-130 tipi uçağın yerini C-160 aldı. Erciyes Projesi’nde modernize edilmek üzere TAI’ye gönderilen Türk Yıldızları renklerine boyalı C-130’tan nöbeti devralan C-160 tipi çift motorlu nakliye uçağı Kayseri Erkilet 11’inci Ana Ulaştırma Üs Komutanlığı’na bağlı 221’inci Filo’da görev yapıyor. Alman-Fransız ortak imalatı C-160 Transall nakliye uçakları 1971’den bu yana Hava Kuvvetleri’nde kullanılıyor. C-160’lar, yerini Türkiye’nin de ortak olduğu A400M’e 2010’dan itibaren bırakacak.
Lufthansa’dan özel fiyatlar
Lufthansa Alman Havayolları, 16 Haziran’a kadar İstanbul, Ankara ve İzmir’den Berlin, Hamburg, Hannover, Düsseldorf, Köln, Stuttgart, Nürnberg, Londra, Paris, Brüksel, Lyon, Roma, Floransa, Venedik, Stockholm, Göteborg, Oslo, Varşova’ya 99, Ankara ve İzmir’den Frankfurt’a 99, Münih’e 169, İstanbul’dan Frankfurt ve Münih’e 169 Euro’dan başlayan fiyatlarla uçuyor. Gidiş-dönüş ekonomi sınıfı bilet ücretlerine vergiler dahil değil.
Gulf Havayolları, 1 Temmuz’dan itibaren Bahreyn-İstanbul arasında Çarşamba ve Cuma günleri ek sefer koyuyor. Bahreyn’den saat 23.50’de havalanacak Gulf Air uçağı, saat 03.55’te İstanbul Atatürk Havalimanı’na inecek. Aynı uçak 04.45’te kalkarak saat 08.35’te Bahreyn’e ulaşacak. Havayolu ayrıca 16 Haziran’dan itibaren Bahreyn’den Şanghay’a uçacak.
Emirates Havayolları, Çin’in önemli ekonomi merkezlerinden Guangzhou’ya 1 Temmuz’dan itibaren uçmaya başlıyor. Çin’deki dördüncü uçuş noktasına Emirates gidiş-dönüş, ekonomi sınıfı, vergiler hariç 730 Euro’dan başlayan fiyatlar sunuyor.
Dersimiz Southwest
Yeditepe Üniversitesi Ticari Bilimler Fakültesi öğrencilerine Amerika’nın en büyük düşük maliyetli havayolu şirketi Southwest Havayolları’nın Kurumsal İletişim Müdürü Robert Dusseau "Düşük Maliyetli Havayolu Konsepti ve Southwest Felsefesi" konulu sunum yaptı. Renkli bir ortamda geçen konferansta 37 yıldır zarar etmeden, personel çıkartmadan ABD’nin en mutlu işyeri unvanına sahip havayolu hakkında bilgi veren Dusseau, öğrencilere Southwest’in uçak şeklinde şapkalarını ve "Peanut Airlines" olarak adlandırılan fıstık paketlerini uygulamalardan örnek vererek dağıttı.
"Türk yatırımcılar bir çok ülkede ekonomik bir güç haline gelmiştir"
A.A.
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) International Başkanı Aldo Kaslowski, Türk yatırımcıların; Rusya Federasyonu ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri başta olmak üzere, birçok ülkede varlıklarını hissettiren önemli birer ekonomik güç haline geldiklerini belirtti.
TÜSİAD International tarafından düzenlenen, "Uluslararası Finans Kurumlarının Kredi ve İhale Olanakları ve Özel Sektör Programları" seminerinde konuşan Kaslowski, TÜSİAD International'ın kuruluşundan bu yana tüm dünyanın yakından takip ettiği "emerging markets" denilen gelişen pazarlarda ve Türkiye için stratejik önemi olan ülkelerde Türk iş dünyasının varlığını artırmak yönünde faaliyetlerde bulunduğunu söyledi.
Kaslowski, bu çerçevede 2008 yılı çalışma programları dahilinde planlanan ziyaretleri ve faaliyetleri arasında Türkiye'ye yatırım çekmek ve ticari ilişkileri geliştirmek amacıyla, İtalya, İspanya ve Norveç'in; yeni yatırım bölgeleri tanımak amacıyla Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu ve Ukrayna'nın yer aldığını aktardı.
Ekonomi gündeminde son zamanlarda çok sık yer alan "sovereign wealth funds-bağımsız varlık fonları" konusunda da bir çalışma grubu oluşturma hazırlıklarının devam ettiğini ifade eden Kaslowski, "Bu çalışma grubunu oluşturmadaki amacımız, şu an büyüklüğü yaklaşık 3 trilyon dolar olan bu fonlara yönelik bir strateji oluşturmak ve ülkemizin en uygun şekilde bu fonlardan yararlanmasını sağlamaktır" dedi.
Kaslowski, Türkiye'nin bir yandan yabancı sermaye için cazip bir ülke olma yolunda ilerlerken, diğer yandan da özellikle çevresindeki ülkelere yabancı sermaye ihraç eden bir ülke konumuna yükseldiğini belirterek, şöyle devam etti:
"Rusya Federasyonu ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri başta olmak üzere Türk yatırımcılar, bir çok ülkede varlıklarını hissettiren önemli birer ekonomik güç haline gelmişlerdir. Bu da, Türk özel sektörünün rekabetçi gücünün geldiği noktayı gösteren bir gelişmedir.
Çin ve Hindistan gibi Uzak Doğu ülkelerinde yaşanan ekonomik canlılığın küresel ticarette olduğu gibi bölgemiz ülkelerine etkisi görülmekte. Tarihi İpek Yolu kuşağı adeta yeniden canlanmakta ve yeni fırsatlar sunmaktadır. Bu çerçevede Türk özel sektörünün bölgemizin hızla artan önemine paralel olarak daha dinamik ve belirleyici bir güç olması, çok önemlidir."
TÜSİAD Başkanı Yalçındağ: ‘Avusturya'nın, Türkiye'nin AB üyeliği konusunda tavrı çok net değil’
Güven USTA/Hakan ESKİÖNCÜ/VİYANA, (DHA)
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, Avusturya'nın Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki tavrının ‘çok net olmadığını’ söyledi.
Avusturya'nın başkenti Viyana'da, temaslarda bulunan Yalçındağ başkanlığındaki TÜSİAD heyeti, TÜSİAD’ın Avusturya'daki muadil kuruluşu Avusturya Sanayicileri Federasyonu (IV) ve Cumhurbaşkanı Hainz Fischer ile görüşmelerinin ardından Ekonomi ve Çalışma Bakanı Martin Bartenstein, Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı Wilhem Molterer ve Parlamento Başkan Yardımcısı Michael Spindelegger ile biraraya geldi. Ziyaretlerin ardından heyetin temaslarını DHA'ya değerlendiren TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, Avusturya'nın Türkiye'nin AB üyeliği konusundaki tavrının çok net olmadığını söyledi.
Yalçındağ, “Bugün 5 önemli ziyaretimiz oldu. Cumhurbaşkanı ile görüştük, buradaki işadamları organizasyonu ile bir toplantımız oldu. Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı ile, Çalışma Bakanı ve Meclis Başkan Yardımcısı ile görüştük” dedi.
Avusturya'da, Cumhurbaşkanı Fischer'in ayın 22'sinde Türkiye'ye yapacağı ziyarete büyük önem verildiğini vurgulayan Yalçındağ, “Şimdi öğrendik ki, Başbakan Yardımcısı, Maliye Bakanı ve aynı zamanda koalisyondaki partinin başkanı da olan Molterer de sonbaharda Türkiye'ye kalabalık bir işadamı grubuyla birlikte bir ziyaret yapmayı planlıyor. Avusturya'nın bizim AB üyeliğimiz konusundaki tavrı çok net değil. Bu konuda İtalya ya da İspanya kadar net değiller. Ama önemli olan ilişkileri belli bir ölçüde sürdürebilmek. Çünkü ne kadar çok biraraya gelinirse birbirimizi o kadar iyi anlıyoruz ve yakınlaşıyoruz. Kaldı ki, ticari ilişkiler açısından da çok farklı olabilir. Çünkü, ticari hacmimiz iki ülkenin dinamizmi gözönüne alındığında, hem çok kısıtlı, hem çok az. Aslına bakılırsa, Avusturya'nın ülkemize yaptığı yatırım da az. Son 5 yılda Türkiye'nin aldığı direkt yatırımı göz önünde bulundurursak, Avusturya'dan Türkiye'ye çok daha fazla yatırımcı gelebilir. Bu anlamda da yapacak çok şey var” dedi.
Akşam saatlerinde Türkiye'ye dönecek olan TÜSİAD heyetinde, Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ'ın yanısıra, TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ferit F. Şahenk, TÜSİAD AB Temsilcisi Bahadır Kaleağası ve TÜSİAD Dış İlişkiler Bölüm Sorumlusu Zafer Gazi yer alıyor.
Ekonomiyi dava değil FDF bozuyor
Erdal SAĞLAM
HÜKÜMETİN çok istemesine, bu yöndeki çabalarına rağmen, AKP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’nde açılan dava ekonomiyi kötüleştirmedi.
Ne zaman ki bakanlar çıkıp faiz dışı fazla (FDF) hedefinin 3.5’e düşürüldüğünü açıkladı, mali disiplinin gevşeyeceği mesajını verdi, işte o zaman ekonomideki hava da bozulmaya başladı.
AKP Hükümeti’nin bakanları bundan önce "ekonomi ile siyasetin birbirini etkileme gücü azaldı" diyorlar, ekonomide doğruları yaptıkları için işlerin iyi gittiğini söylüyorlardı. Bakanlar kapatma davası açılır açılmaz, daha önce tespit ettikleri bu gerçeğe karşı durmaya çalıştılar yani siyasetin ekonomiyi etkilemesini umar hale geldiler. Bu nedenle de teker teker çıkıp piyasaların moralini bozacak, havayı kötümserleştirecek özel demeçler verdiler. Amaç, kamuoyunda "kapatılma davası açıldı ekonomi bozulmaya başladı" imajını vermekti.
Ancak bu konuda başarılı olamadılar, ekonomi kendi yolunda gitti ve içerideki siyasi gelişmeler yerine daha çok dışarıdaki gelişmelerden etkilenmeyi sürdürdü.
Geçtiğimiz hafta sonunda iki bakan çıkıp FDF’nin düşürüleceğini, GAP, mahalli idareler ve istihdam paketi için harcamaların artırılacağını söylediler. Ne kadar "bu mali disiplinin bozulacağı anlamına gelmiyor" ya da "enflasyonla mücadele sürecek" deseler de, herkes gördü ki; hükümet mali disiplinden giderek uzaklaşıyor ve zaten kötü bir bozulma trendine giren enflasyon önümüzdeki dönemde daha da artacak.
Bunun yanı sıra Merkez Bankası mali disiplinin gevşemesi halinde para politikasının sıkılaşacağını açıkladı. FDF düşürülmeden önce faiz artırımlarına başlayacağını açıklayan Merkez Bankası yönetiminin son gelişmeler ışığında artırımları daha da büyüteceği beklentisi oluştu.
İşte kapatma davasından etkilenmeyen piyasalar, mali disiplinin iyice gevşetilmesinden, enflasyonun azma potansiyelinden ürküp tepki vermeye çalıştılar.
Ayrıca bakanlar tersini söylese de bir şey daha açığa çıktı ki; ekonomi yönetiminin kendi arasında hiçbir koordinasyonu yok, makro dengeleri asıl kuracak olan kurumlarla bile ilişkiye girilmemiş ve her türlü şeffaflıktan uzak davranılıp, kamuoyundan bilgi saklanıyor...
Yükselen enflasyon istikrarı bozabilir
SON iki gündür piyasalarda önemli bir tedirginlik yaşanmaya başladı. Piyasalar şu anda ekonomik istikrarı asıl bozacak olan unsurun enflasyonun yeniden kontrolden çıkması olacağını, bu yola girildiğini çok iyi görüyor. Herkes biliyor ki; mali disiplindeki gevşemenin sınırı yok, bir kez başladı mı, nerede duracağı belli olmaz. Mahalli idarelere seçim için kamu kaynaklarının gönderilmesi planı ortada. Bunu diğer harcamaların, özellikle de tarımsal ödemelere ilişkin harcamaların izlemesi, bizce kaçınılmaz olacak.
Yani FDF’nin yüzde 3.5’te kalma ihtimali bile, bizce çok düşük.
Bütçeye yük getirmese bile, kamu borçlanmasını artırıp, başka yerlerde gizlenecek açıkların büyümesi kaçınılmaz. Sadece biriken elektrik zammının yüzde 15’i aştığını biliyoruz. Bu bütçede gözükmeyecek ama sonuçta KİT dengesi ve toplam FDF’yi olumsuz etkileyecek.
Bunun gibi örnekler önümüzdeki dönemde çoğalırsa sürpriz sayılmamalı.
Özetle; piyasalar siyasetten değil yine ekonomiden etkileniyor. Enflasyon çift haneye çıkıp, yeniden kontrolden çıkan bir görüntü verirse, o zaman bakanların 50 milyar dolar olarak açıkladıkları cari açığı finanse etmek için gelecek yabancı sermaye de hayal olabilir. Zaten kıtlaşan yabancı sermaye, azan enflasyon nedeniyle istikrarı bozulan bir ülkeye, faiz yani risk primi ne kadar yükselirse yükselsin, artık gelmekten vazgeçecektir.
Piyasalarda başlayan tedirginliğin adı açıktır; mali disiplinde bozulma ve kötü yönetim...
Petrol 120 dolara çıkmış, gel de indir enflasyonu
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, enflasyonda son dönemde yaşanan hızlı yükselişi değerlendirirken, “Enflasyon bu sene inmez, gelecek sene iner. Petrol çıkmış 120 dolara gel de indir bakalım görelim. Bizim Merkez Bankası faiz yükseltmeyi düşünüyor ama faizi ister yükselt ister düşür petrolün fiyatı düşmüyor” dedi.
İstanbul Ticaret Odası (İTO) “2006 Yılı Başarılı Vergi Mükellefleri ve İhracatçıları Ödül Töreni”’ne katılan Unakıtan burada yaptığı konuşmada verginin önemine dikkat çekti.
İş aleminin sıkıntılarını bildiklerini ifade eden Unakıtan, sanayicinin elindeki parayı tesisine yatırdığını, bunun da Türkiye’de vergi ödenmesine, istikrar yaratmasına, ihracata ve Türkiye ekonomisine yararı olduğunu anlattı. Türkiye’nin birinci gündeminin ekonomi olduğunu söyleyen Unakıtan, “Hiç kimse kısır çekişmelerle uğraşmasın. Türkiye Cumhuriyeti olarak diğer ülkelerle birlikte dünya üzerinde yaşayan aile ferdiyiz. Aynı geminin içinde ve bu gemiyi en iyi şeklide yüzdürmek mecburiyetinde olmamız bizim menfaatimize olduğuna göre bu kavga niye bu gürültü niye bu çatışma niye bu gerilim niye” diye konuştu. Unakıtan, aynı geminin içinde olanların fikir ayrılığında olabileceğini, ancak sonuçta aynı hedefe de kitlenmek zorunluluğu bulunduğunu ifade etti
“DURMUŞ YILMAZ NE DİYOR ONA BAKMIYORLAR"
Ekonomi için siyasi istikrarın önemli olduğunu dile getiren Unakıtan, Türkiye’nin ekonomik olarak büyümesi gerektiğini söyledi. Unakıtan, Türkiye’nin 24 çeyrekten beri büyüdüğünü ve artık sürdürülebilir büyümeyi yakaladığını ifade ederek, “Bunlar olurken dünyada değişiklikler oluyor. Yaptığımız yapısal reformlarla küresel ekonomiye entegrasyonumuz daha yüksem oldu. Dışarıdaki sıkıntı dert bir iyilik olduğu zaman bunlar Türkiye’ye de yansıyor. Piyasaların kulağı dışarıda. Bakın bizim Durmuş Yılmaz ne diyor ona bakmıyorlar” diye konuştu
Borsa'nın yüzde 60-70’inin yabancılara ait olduğunu söyleyen Unakıtan, yapısal reformlara devam edilmesi durumunda yabancı yatırımcıların gelmeye devam edeceğini kaydetti.
İrlanda’ya ve Avusturya’ya yaptığı ziyaretlere ilişkin izlenimlerini aktararak konuşmasını sürdüren Unakıtan Türkiye’nin ikinci safhaya geçtiğini, artık makro tedbirler yanında mikro ekonomik tedbirler almaya başladığını kaydetti.
Türkiye’nin kalkınmanın dinamiğine özel sektörü yerleştirdiğini ve özel sektörün önünde engelleri kaldıracaklarını söyleyen Unakıtan, Türkiye’nin iplik yerine bundan sonra katma değeri yüksek ürünler satması gerektiğini söyledi. Bunun için Ar-Ge yasası hazırlandığını ve yasayı duyanların Ar-Ge departmanında çalışan sayısını 200’den 2 binlere çıkarmaya başladığını ifade etti.
FAİZ DIŞI FAZLA
Unakıtan faiz dışı fazlanın “6.5 olsun” denildiğini dile getirerek “Olmaz. Yüzde 3.5’a düşürdük mü bu normal. 7 milyar YTL kaynak geliyor. Bunu yatırımlarda, GAP’ın sulanmasında harcayalım. Tren yollarına bakalım. İstihdam üzerindeki yükleri kaldıralım. Türkiye’nin bu durumlara gelmesine sevinmemiz lazım. Yapısal reformlara büyümeye Türkiye devam edecek. Bu sene büyüme yüzde 4.5 olacak. Eskisi gibi 9.5’ler olmaz” diye konuştu.
ENFLASYON BU YIL İNMEYECEK
Unakıtan enflasyona ilişkin olarak da şunları söyledi:
“Enflasyon bu sene inmez, gelecek sene iner. Petrol çıkmış 120 dolara gel de indir bakalım görelim. Bizim Merkez Bankası faiz yükseltmeyi düşünüyor ama faizi ister yükselt ister düşür petrolün fiyatı düşmüyor. Enflasyonun altındaki neden bu. Gıda fiyatları artıyor. Bio dizel bio etenol yapıyorlar. Gıda fiyatlarını etkiliyor. Akaryakıt hammaddelerin de bir dolar artış bizde 500 milyon dolara mal oluyor. 500 milyon dolar dışarıya fazla para ödüyoruz”
Özelleştirmeler konusuna da değinen Unakıtan, “Koç’a TÜPRAŞ’ı sattık. Devleti mi Koç mu iyi idare eder düşünün. O zaman özelleştirmeyi Türkiye’nin yapması ve kısa zamanda bitirmesi lazım. İnşallah özeleştirme idaresini kapatmakta bana nasip olur bitiririm. Bitti mi var mı sağda solda" diye konuştu.
Bakan Unakıtan, yabancılara mülk satışına da değinirken, Antalya’da bu konuda sıkıntı yaşandığnı kaydetti. Unakıtan, İspanya’nın yapancılara ortalama 200 bin Euroya 2 milyon ev sattığını, bu yolla İspanya’ya 400 milyar Euro kaynak girdiğini anlatarak, “1 milyar da biz satalım. Dört yeri TOKİ’ye verdik. Buna başladık" dedi.
Unakıtan Türk müteahhitlerin de bu işe giriştiklerine işaret ederek “Müteahhitlerde biraz da yamukluk var. Şimdi onları inceletiyorum” dedi.
Ekonomik durgunlukta estetik olunur mu
Ayşe ÖZEK KARASU
Gıda fiyatları artıyor, Kemal Derviş enflasyon tsunamisi geliyor diye uyarıyor. İşte tam da bugünlerde estetik yaptırmak için bankadan kredi almayı ya da boğazından kesmeyi düşünenlere iki haber.
Amerika’da ekonomik durgunluk nedeniyle estetik operasyonları da durdu. Daha geçen yıl sadece yüz ameliyatlarına 20 milyar dolara yakın para ödedikten sonra ekonomik gidiş nedeniyle estetik harcamalarını askıya aldılar. Diş yaptırmalar, miyoplara lazerler de durdu. İkincisi, zarafetle yaşlanma hareketi giderek zemin kazanıyor ki, bu trend ekonomik durgunluk öncesinde başladı. Yani parayla pulla ilgisi yok. Yüz, meme, popo operasyonlarıyla maskaraya dönmeden onurlu ve zarif bir şekilde yaşlanmayı savunan bu hareketin çok fazla şöhretli temsilcisi yok. Ama, hiç yok da değil.
Tanrıça havalı Helen Mirren estetiği reddediyor. Zarafet içinde yaşlanmayı öyle kafasına koymuş ki, plastik cerrahlar sana ille bir neşter atalım diye kapısında kuyruk olduğu halde, direniyor. "Kendini beğenmişin tekiyim ama, iğnelere neştere gelemem. Makyaj, mücevher ve kılık kıyafetle üstesinden gelirim" diyor.
Gerçekten geliyor. Bırakın 63 yaşını, kim herhangi bir yaşta Helen Mirren kıvrımlarına, bakış ve duruşuna sahip olmak istemez ki.
45 yaş üstü kadınlara estetik ve botokslarla palyaçoya benzemeden yaşlanmanın faziletlerini anlatan kitaplar yayınlanıyor son günlerde. Amerika ve İngiltere’de gayet iyi satıyorlar. Bunlardan biri, Gracefully: Looking and Being Your Best at Any Age. Yazarı Amerikalı Valerie Ramsey. 68 yaşında, altı çocuk, yedi torun sahibi ve model. Dal gibi bir kadın. İleri yaşta da özgüven güzelliğine sahip olmak için, kadınların kendilerine yaşça uygun bir rol model seçmelerini öneriyor.
Diyelim ki Helen Mirren’i seçtik. Ona benzeme ihtimalimiz olmasa bile ondan cesaret, kuvvet ve bilgelik alacakmışız. Cilt bakımı, makyaj, egzersiz ve iyi beslenmenin operasyon ve enjeksiyondan daha etkili olduğunu iddia ediyor Ramsey.
Amerikalı güzellik uzmanı Christopher Hopkins de 45 yaş üstü kadınların güzellik uyanışını anlatan bir kitap yazmış. Kadınların sosyal dayatmalar sonucu yaşlanma korkusuyla bıçak altına yattığını söylüyor, "Sadece operasyon ve enjeksiyon gibi dış müdahalelerle yaşlanmaya karşı durabileceğimize inanmaya başladık. Oysa bakın Raquel Walch’e, 66 yaşında MAC’in yüzü oldu. Bugünün kadını yaşını göstererek de güzel görünebilir" diyor.
Evet MAC, Raquel Welch’i 66 yaşın güzellik ikonu ilan etti ama, çok sıkı estetik operasyonlar geçirdiği de belli.
Bir kitap daha. New York’lu beslenme uzmanı Oz Garcia, estetiğe başvurmadan yaşlanmaya direnmenin rehberini yazmış. O da doğallığı, olgun ve zeki görünmeyi öneriyor.
Sonra İngiliz Vogue dergisinin editörü Alex Shulman’ın ilginç bir sözüne rastlıyorum. "İnsanın yaşlanmayı kabullenmemesi, hayatta hiçbir şey başarmamış olma duygusuyla yakından bağlantılıdır" diyor. Estetik operasyonlardaki artışın endişe verici boyutlarda olduğunu söylüyor. Bu sözlerden, başarılı kadınlarda yaşlanma korkusu olmayacağı sonucunu çıkarabilir miyiz acaba? Film yıldızı olmadığın sürece belki. Nicole Kidman henüz 40 yaşında. Çok da başarılı ama, botokslar yüzünden alnı betonlaşmış durumda. Demek ki başarılarına rağmen korkuları var.
Sonra The Observer’da küt diye bir cerrahın sözlerine tosluyorum: "Yaşlanan bir yüz asla genç bir yüzden daha güzel görünmemiştir bugüne kadar."
Tabii nereden, hangi ruh ve bedenden baktığına bağlı. Helen Mirren bana çok güzel görünüyor.
BOTOKSSUZ BEVERLY HILLS
Amerika’daki ekonomik durgunluk, konut sektöründeki kriz, Hollywood yıldızlarını pek bağlamaz. En azından estetik bahsinde. Ancak son yıllarını estetik çılgınlığıyla geçiren sıradan insanları bağlıyor. Medyadaki haberlere göre estetik operasyonların sayısında feci düşüş var. Hatta bazı plastik cerrahi uzmanları ayakta kalma savaşı veriyormuş. Los Angeles Times’ın haberine göre Beverly Hills kadınları bile botoks iğnelerini savsaklamaya başlamış durumda. Mesela mortgage işindeki kadınlar artık botoksları atlıyormuş.
Meme implantı imalatçıları da işlerin geçen yıl sonundan beri durgun olduğunu söylüyor. Çünkü implantlar yaklaşık 10 bin dolara maloluyor. 3-4 bin dolarlık lazerli göz tedavileri de lüks sınıfına girdiği için azalmış. Ancak 1000 dolar gibi görece düşük maliyette olduklarından dudak ve gözaltı dolguları devam ediyor.
Amerikan Plastik Cerrahi Derneği’nin Başkanı Dr. Richard D’Amico da önümüzdeki dönemlerde durgunluğun etkisini daha kuvvetli bir şekilde hissedeceklerini söylüyor. "İnsanlar ekonomi konusunda endişelenmeye başladığı an keyfi harcamalardan kısmaya başlarlar" diyor.
KAHVEYİ BİLE AZALTTILAR
Keyfi harcama deyince, estetik operasyon ne kelime, son haberlere göre kahve delisi Amerikalılar, Starbucks’a bile daha az uğrar olmuşlar. Latteler, mochalar kısıldığı için şirket hisseleri en düşük düzeyine indi. Başkan Howard Schultz "37 yıllık şirket tarihinde ilk kez zayıf bir ekonomik iklime girdik, gıda ve enerji fiyatlarındaki artış müşterilerimizi etkiledi" diyor.
Aslında estetik sektöründeki gidiş geçen yıl ilk belirtilerini göstermiş, yüz gerdirme gibi komplike operasyonlarda hafif bir düşüş yaşanmış. Buna karşılık botokslar arttığı için kozmetik işlemlerin genel toplamında yüzde 7’lik artış görülmüş.
Tıp, ilaç ve biyoteknoloji sektöründeki eğilimlerle ilgili piyasa araştırmaları yapan Millennium Grubu, ekonomideki yavaşlama sonucu kozmetik harcamaların daha da düşeceğini tahmin ediyor. Ancak genç görünme baskısına dayanamayanların kredi alarak piyasayı az da olsa canlı tutacağını düşünüyor. Kredi alabilmek için 18 yaşını bitirmiş ve ayda 15 bin dolar gelir sahibi olmak gerekiyor.
Estetik sektörünün ucuz prosedürlerle ayakta kalacağı da tahmin ediliyor. Mesela önümüzdeki 5 yıl içinde dolgu enjeksiyonlarında yüzde 10-15’lik büyüme bekleniyor. Geçen 5 yıldaki artışlar ise yüzde 18 düzeyindeydi.
Bu arada durgunluk korkusu yüzünden yarım kalan inşaatlar var. Kadının biri Los Angeles Times’a anlatıyor: "Bir zamanlar 150 kiloydum. Mideme kelepçe taktırıp 85 kilo verdim. Derilerim sarktı. Şimdi derileri toplatıp, meme yaptıracaktım ama vazgeçtim."
Türkiye’nin AB üyeliği Fransa için çok kritik faktör olacak
Ayşegül AKYARLI GÜVEN
Fransız Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy’nin baş ekonomi danışmanı Jacques Attali, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) kabulünün Fransa’nın büyümesi için çok kritik bir faktör olacağını söyledi.
Türkiye’nin Fransa için iyi bir büyüme örneği oluştuğuna dikkat çeken Attali, "Türkiye ile Fransa’nın çok iyi ekonomik ilişki içinde olması gerektiğine inanıyorum" dedi.
Üyeliğinize desteğim
Göreve geldiğinde "Büyüme gelmezse ben giderim" diyen Fransız Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy için bir büyüme raporu hazırlayan Attali, bu raporun hemen ikinci sayfasında büyümesine dikkat çekip, Türkiye’nin ucu bucağı olmayan bir pazar olduğunu savunmuş ve Çin, Hindistan ve Rusya gibi potansiyeli ile dikkat çeken ülkeler arasında yer aldığını belirtmişti. Bu raporun ardından Sarkozy’nin Türkiye’nin AB üyeliğine yönelik tavrının değişmediğinin hatırlatılması üzerine Attali, şunları söyledi: "Ben cumhurbaşkanının fikirlerine karışamam. Zaten raporumda Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili olarak herhangi bir yorumda da bulunmamıştım. Ama kişisel olarak bu üyeliği desteklediğimi söyleyebilirim." AB üyeliğinin gerçekleşmemesi durumunda da Türkiye ile Fransa arasında ekonomik açıdan bir sorun oluşacağını düşünmediğine dikkat çeken Attali, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Hem iş, hem turizm için sık sık ziyaret ettiğim Türkiye bence çok şey vaad eden bir ülke. İnsan hakları ve demokrasi konusunda belli sorunları olsa da ben Türkiye’de kendimi evde gibi hissediyorum. Ancak, çok sayıda Fransız şirket AB üyesi olmayan birçok ülkede faaliyet gösteriyor. Üyeliğin gerçekleşmemesinin ekonomik ilişkilerimize zarar vereceğini düşünmüyorum."
Türkiye anahtar faktör
Sarkozy’den önce Mitterand’ın da 16 yıl ekonomi danışmanlığını yapan Jacques Attali, Yapı Kredi’nin ana sponsorluğunda düzenlenecek THEBOX için 14 Mayıs’ta Türkiye’ye geliyor.
Geleceğin iş modelleri tartışmaya açılacak
THEBOX Konferansı kapsamında yakın geleceğin iş modelleri, yeni iş fikirleri, ekonomik gelişmelerin iş dünyasındaki yansımaları, dünyadaki yeni oluşum ve dengeler içinde yer edinme konuları tartışılacak. Yönetim modellerindeki yenilikler, rekabetçilik, inovasyon, iş geliştirme, satış ve pazarlama ekipleri için sağlıklı büyüme açılımlarının tartışılacağı The Box’ta "Sürdürülebilir Büyüme" ana başlığı altında fikirlerini paylaşacağı THEBOX FORUM, iş dünyasının merak ettiği sorulara cevap bulacak THEBOX SURVEY ve katılımcıları birbirleriyle yarıştıracak THEBOX QUIZ yer alacak.
Küresel ekonomi 2009'dan önce toparlanmaz
A.A.
IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn, küresel ekonominin 2009'dan önce toparlanmasının beklenmediğini söyledi.
Strauss-Kahn, Kudüs'teki bir konferans yaptığı açıklamada, mevcut küresel mali krizin önemli bir kısmının sona erdiğini vurguladı.
IMF Başkanı, küresel ekonomideki yavaşlamanın ise gelecek yıldan önce sona erecek gibi görünmediğini ifade etti.
Küresel ekonomi 2009’da toparlar
ULUSLARARASI Para Fonu (IMF) Başkanı Dominique Strauss-Kahn, küresel ekonominin 2009’dan önce toparlanmasının beklenmediğini söyledi.
Strauss-Kahn, Kudüs’teki bir konferans yaptığı açıklamada, mevcut küresel mali krizin önemli bir kısmının sona erdiğini vurguladı. IMF Başkanı, küresel ekonomideki yavaşlamanın ise gelecek yıldan önce sona erecek gibi görünmediğini ifade etti.
Bankalar, bordrolulara odaklandı, verilen krediler maaşın 16 katına kadar çıktı
Erkan ÇELEBİ
ÇALIŞANLARA yönelik bankaların açtığı krediler, maaşın 16 katına ulaştı. Bazı bankalar, 6 aya varan taksit atlatma ya da vade süresi içinde 2 ay taksitlere ara verme imkanı tanırken, bazıları da bordrolulara özel, cazip faiz oranlarıyla 66 aya varan vadelerde kredi kullandırma yoluna gidiyor.
Kefil şartı aranmadan bordrolulara kullandırılan bu krediler için maaş ödemesinde bulunan banka şubesine kimlik fotokopisiyle müracaat etmek yeterli oluyor.
BANKALAR, bireysel kredilerde rekabeti, bordrolu çalışanlara kaydırdı. Hesabı bulunan çalışanlara açılan kredi, maaşın 16 katına ulaştı. Bazı bankalar, 6 aya varan taksit atlatma ya da vade süresi içinde 2 ay taksitlerine ara verme imkanı tanırken bazıları da bordrolulara özel, cazip faiz oranlarıyla 66 aya varan vadelerde kredi kullandırma yoluna gidiyor. Bu bankalardan Vakıfbank ve İş Bankası, maaşın 16 katına kadar 36 ay vadeli kredi kullanma imkanı sağlarken, Citibank maaşın 8 katına kadar aylık yüzde 1.59 faiz oranıyla çalışanlara kredi kullandırıyor. Garanti, Fortis ve Citibank, kredi kullanan bordroluların taksitlerini 3 ay, Şekerbank 4 ay, Denizbank da 6 ay erteleme yoluna gidiyor. Akbank, sadece kamu personeline yönelik özel kredi imkanı sağlarken, TEB, müşterilerine taksitlerinde 2 ay mola hakkı tanıyor. Bordroluların bu kredi kampanyalarından yararlanmaları için, maaşlarını aldıkları bankanın şubesine kimlik fotokopileriyle müracaat etmeleri yeterli oluyor.
16 kat kredi
Arkadaşımız Mehtap Özcan’ın yaptığı araştırmaya göre, "Dev maaş kredisi" adıyla yeni bir kampanya başlatan Garanti Bankası, maaşının 10 katı oranında kredi kullanan müşterisinin ilk üç ay taksitlerini erteliyor. Kredi kullanacak bordrolulardan kefil istemeyen banka, yüzde 1.79 faiz oranıyla kullandırdığı krediye 60 aya kadar vade uygulayabiliyor. İş Bankası, "Ücretli Kampanyası" ile maaşın 16 katına kadar aylık yüzde 1,60 faiz oranıyla kredi kullanma imkanı sağlıyor. Bu kredi için kefil şartı aramayan banka, maaşın 16 katına kadar 36 ay vade uygulayabiliyor. Bu kredide üst limit de 25 bin YTL’ye ulaşıyor. Vakıfbank da "Özel Maaş Kredisi" adıyla başlattığı yeni kampanyasında, maaşın 16 katına kadar, 36 aya varan vadelerde kredi kullanma imkanı tanıyor. Kefil şartı aranmayan bu kredide, çalışanlara aylık yüzde 1,60 faiz uygulanıyor. Akbank’ın kredisinde ise, bordrolu kamu çalışanlarına özel başlatılan kampanyada açılan kredi maaşın 10 katını buluyor. Uygulanan vade ise 60 aya kadar çıkıyor. Uygulanan faiz ise yüzde 1.79 oluyor. Akbank’ın bu kampanyasında kullanılan kredi miktarı, 15 bin YTL’yi geçemiyor. İstenirse taksitler 3 ay ertelenebiliyor.
40 bin YTL
Fortis’in "Kat kat kredi kampanyası"nda çalışanlara, maaşlarının 10 katına kadar, 60 aya kadar vadeli, yüzde 1.87 faiz oranıyla, kefilsiz kredi kullanma imkanı sağlanıyor. Citibank’ın bordrolulara yönelik başlattığı Bireysel Kredi Kampanyası kapsamında maaşın 8 katına kadar toplam 40 bin YTL’lik kredi kullanma imkanı tanınıyor. 60 aya kadar vade seçenekleriyle kullandırılan bu kredide faiz oranı ise, aylık yüzde 1.59’dan başlıyor. Maaşının 5 katına kadar kefilsiz ihtiyaç kredisi olanağı sağlayan Yapı Kredi bankası da, 48 aya kadar uzanan vadelerde, 25 bin YTL’ye kadar aylık yüzde 1.70, 25 bin YTL’nin üzerindeki kredilerde ise aylık yüzde 1.89 faiz oranlarıyla kredi kullanma imkanı sağlıyor.
Mola hakkı
Şekerbank, "Bahar kampanyası" adıyla bordrolu çalışanlara yönelik başlattığı özel kampanyada, kefil zorunluluğu aramıyor. Kampanya kapsamında 25 bin YTL’ye kadar kredi kullanma imkanı sağlayan banka, 24 ay ve üzeri vadelerde, dört aya kadar taksit erteleme seçeneği sunuyor. 24 aya kadar yüzde 1.70, 60 ay vade de ise yüzde 1.60 faiz oranı uygulayan Şekerbank, 25 bin YTL’nin üzerindeki kredi taleplerinde yüzde 1,89 faiz oranı uyguluyor. "İşte düşeş kredi" adıyla çalışanlara yönelik kampanya başlatan Denizbank’ın bu kredisinden diplomalı serbest meslek sahipleri de yararlanabiliyor. 66 aya kadar vadede kullanılabilen bu kredide, 6 ay taksit erteleme imkanı sağlanıyor. Yüzde 0.66 faiz oranlarıyla başlayan bu kredide en fazla 36 bin YTL çekilebiliyor. Kamu, sağlık sektör ve Türk Silahlı Kuvvetleri çalışanlarına yönelik yüzde 1.63 ile yüzde 1.69 arasında değişen faiz oranlarıyla özel kredi kullanma imkanı sağlayan Türk Ekonomi Bankası, 6 ay taksitlerini ödeyen müşterilerine taksitlerine 2 ay mola verme hakkı da tanıyor.