sevim çankaya
ELEKTROKİMYASAL İŞLEME  
  istatistik
  Ekonomi ödevi
  => Subat Haberleri
  => Mart Haberleri
  => Nİsan Haberleri
  => Mayıs Haberleri
  İletişim
  Ziyaretşi defteri
Nİsan Haberleri

Değişiklik paketine TÜSİAD'dan uzlaşı çağrısı

 Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, AKP, CHP ve MHP'nin uzlaşması halinde Anayasa değişiklik paketine TÜSİAD olarak destek vereceklerini kaydetti.

Yalçındağ, Radisson SAS Otel'de düzenlenen Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi (KİK) Toplantısının öğle yemeğine katıldı. Yemeğin ardından Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi Eşbaşkanı ve Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar ile basına kapalı görüşen Yalçındağ, görüşmenin ardından gazetecilere açıklamalarda bulundu.

Arzuhan Doğan Yalçındağ, TÜSİAD olarak iki hafta önce yaptıkları açıklamada, Türkiye'deki siyasi ortamın gerginliğinden endişe duydukları ve toplumsal bir ayrışma olduğu düşüncesini dile getirdirdiklerini söyledi.

Bu gelişmeden TÜSİAD olarak sorumluluk hissettiklerini kaydeden Yalçındağ, burada sorumluluk sahibi olmanın bilinciyle toplumsal dayanışma çağrısında bulunduklarını ve onun akabinde sivil toplum örgütleri, işçi ve işveren kuruluşlarını ziyaret ettiklerini belirtti.

Yalçındağ, bugün de bu kapsamda burada bulunduğunu belirterek, TÜSİAD'ın yaptığı sağduyu çağrısının toplumda oldukça iyi yankı bulmasının son derece sevindirici olduğunu vurguladı. Sağduyuya henüz gelinemediğini, ancak toplumda TÜSİAD'ın çağrısına olumlu cevaplar geldiğini ifade eden Yalçındağ, gelişmeleri izleyeceklerini ve temaslarına devam edeceklerini kaydetti.
   
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ: UZLAŞMA OLURSA DESTEKLERİZ

Konuşmasında Anayasa değişiklik paketine de değinen Yalçındağ, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Meclisimizin üç büyük partisi AK Parti, CHP ve MHP'nin üzerinde anlaşacağı, uzlaşacağı Anayasa değişiklik paketine TÜSİAD olarak biz de destek veririz. Ancak uzun dönemde bir toplumsal sözleşme olan bu Anayasa metninin konjonktürel siyasi gelişmeler etkisinde de yapılmaması gerektiğini düşünüyoruz.
Bugün itibariyle Türkiye'nin hem AB, hem ekonomi ile ilgili konular, hem IMF çıtası takviminden geri düştüğünü hepimiz biliyoruz. Onun için artık hepimiz konsantre olmalı ve bir an önce bu takvimdeki, ajandadaki eksikliğimizi gidermek için üzerimize düşeni yapmalıyız.”
Yalçındağ, Şemsi Bayraktar ile son derece verimli bir toplantı yaptıklarını, toplantıda hem ekonomi ilgili ile görüş alışverişinde bulunduklarını, hem de tarım sektörünün sorunlarını ele aldıklarını belirtti ve Bayraktar'a teşekkür etti.

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Yalçındağ, bir gazetecinin “Meclisteki 3 parti Anayasa değişikliği paketinde uzlaşamıyor, bu konudaki öneriniz nedir?” sorusu üzerine, “diyaloğun devam ettirilmesi” gerektiğini söyledi.

BAYRAKTAR'IN KONUŞMASI

Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi Eşbaşkanı ve TZOB Başkanı Şemsi Bayraktar da 2007 yılının AB açısından iyi geçmediğini, 2008 yılının ilk çeyreğinin de arzu edildiği gibi olmadığını belirterek, Türkiye'nin 2007 yılında siyasete odaklandığını, bu yıl da yine siyasete odaklanmaya devam ettiğini söyledi.
Dünyada ekonomide konjonktürel değişiklikler yaşandığını ve Türkiye'deki siyasi belirsizliğin de ekonomi konusunda olumsuzlukların artmasına neden olabileceğinden endişe duyduklarını anlatan Bayraktar, “Artık Türkiye olarak reformlara, ekonomiye ve AB sürecine odaklanmamız lazım. Bunun için sivil toplum örgütleri olarak her türlü katkıyı vermeye hazırız” diye konuştu.

Yalçındağ ile olan görüşmede tarım sektörünün ve ekonominin ele alındığını belirten Bayraktar, birlik olarak tarım ve sanayi entegrasyonu sağlanması açısından TÜSİAD ile işbirliği içinde olacaklarını söyledi.

Bayraktar, TÜSİAD üyelerini tarımsal sanayi yatırımı yapmaya davet ettiklerini ifade ederek, böylece kırsal kalkınmanın sağlanıp, büyük şehirlere göçün de önünün alınacağını kaydetti.

5 milyar dolar yatırım yapacağız, yolumuzu açın

 Petrol Ofisi CEO'su Melih Türker, Türkiye’nin en acil ihtiyacı olan enerji konusunda, 5 milyar dolarlık dev bir proje için bütün hazırlıkların tamamlandığını belirtti.

Konuyla ilgili bir açıklama yapan Türker, bu projenin Türkiye tarihinde bir özel sektör şirketinin sıfırdan yapacağı en büyük yatırım olacağını, ayrıca,  Ceyhan’ın dünyanın en önemli enerji merkezlerinden biri olma yolundaki iddiasını destekleyeceğini belirtti. Türker, "Petrol Ofisi (PO) bu yatırım için gerek proje, gerek finansman ve gerek ön izinler konusundaki bütün hazırlıklarını tamamladı. Ancak Enerji Piyasası Denetleme Kurulu’nca hazırlandığı söylenen bir tebliğ taslağı, enerjiyle ilgili çevrelerde bazı endişelere yol açmıştır." ifadesini kullandı.  

Ekonomi haberleri konusunda dünyanın en önde gelen ajanslarından biri olan Reuters’ın bu yönetmelikle ilgili yetkililerden görüş alarak derlediği haberi  “Petrol Ofisi’nin önünü kesmek için hazırlanan bir proje” olarak yayınladığına dikkat çeken Türker, şöyle devam etti:

"Biz bu yorumların geçerli olduğuna ihtimal vermek istemiyoruz. Bununla birlikte, son 2 yıllık süreç içinde karşılaştığımız zorlukları alt alta yazdığımızda, bu yorumlara yol açan yanlışlıkların da ortaya çıktığı inancındayız. Bütün dünyanın çok ağır bir ekonomik krize girdiği, dünyanın en güçlü şirketlerinin yatırım planlarını ve projelerini askıya aldığı bir dönemde, biz yatırım azmimizi aynen koruyoruz.

Bu nedenle, enerji alanında yapmak istediğimiz bu dev yatırımın geçirdiği aşamalar konusunda hem yetkilileri, hem de kamuoyunu bilgilendirmek istiyoruz."

Ceyhan Rafineri projesinin 2005 yılında planlandığını ve 2006 yılında resmi başvurusunun yapıldığını söyleyen Türker, "5 milyar doların üstünde bir yatırıma mal olması planlanan rafineri yılda 10 milyon ton ham petrol işleme kapasitesine sahip olacak. Rafineri 3 yılda tamamlanacak ve 10 bin kişiye iş imkanı sağlayacaktır" dedi.

Petrol Ofisi olarak başvuruyu yaptıktan sonra normal olmayan bazı durumlarla karşılaştıklarına işaret eden Türker, şöyle devam etti:

"Herşeyden önce, Ceyhan’da rafineri için ilk başvuruyu Petrol Ofisi yaptı. Coğrafi koordinatları verilerek yapılan ilk başvuru, Petrol Piyasası Dairesi tarafından “Uygun” bulunarak kurul onayına sunuldu. İlk zorluk burada karşımıza çıktı. Lisans bedelinin yüzde 1 ödenerek yapılan lisans başvurusunun 60 gün içinde sonuçlandırılması gerekirken, bu yapılmadı.

ÇED ZORUNLULUĞU GETİRİLDİ

O güne kadar EPDK’nın faaliyet alanına giren konularda lisans öncesinde ÇED raporu istemiyordu.  Bizim başvurumuzdan sonra, Petrol Piyasası Lisans Yönetmenliğinde değişiklik yapılarak ÇED raporu zorunluluğu getirildi.

DAĞITICI LİSANSINA YASAK

2007 yılı Mayıs ayında ise ikinci bir engel girişimi ile karşılaştık. O güne kadar, dağıtıcı şirketler için rafineri kurma konusunda hiçbir engel yokken, bu konuda hukuk dairesinden görüş alma yoluna gidildi. Böylece geçmişte böyle hiçbir uygulama yokken, 2007 Haziran ayında PO’nun dağıtıcı lisansı sahibi olması nedeniyle rafineri başvurusu reddedildi. Bürokratik nedenlerle 1 yıl zaman kaybeden PO, 13 Haziran 2007 tarihinde Petrol Ofisi Akdeniz Rafinerisi Sanayi ve Ticaret AŞ adlı bir şirket kurarak başvurusunu yeniledi. EPDK 27 Haziran 2007 tarihinde 90 günlük süre içinde ÇED olumlu raporunun sunulması şartıyla rafineri lisansı verilmesini uygun buldu ve bize coğrafi koordinatları ile belirttiğimiz arazinin tahsis edildiğini yazılı olarak bildirildi.

Bu izinleri alan yeni şirket çok hızla çalışarak 90 gün içinde ÇED’in olumlu raporunu aldı.

Bu noktada çok önemli bir ayrıntıya dikkatinizi çekmek isteriz. O tarihe kadar rafineri yatırımı için ÇED raporu almış başka hiçbir şirket yoktur. Yani PO bu girişimi yapan ilk şirkettir.

İKİNCİ GÖRÜŞ ZORUNLULUĞU GELİYOR

Biz bu girişimleri tamamladığımız sırada “Ceyhan Enerji İhtisas Bölgesi” adlı bir bölge kurulduğu belirtilerek yeni bir uygulama daha getirildi. Daha önce ÇED raporu sürecinde olumlu görüş veren Deniz Müsteşarlığından ikinci defa görüş alınması istendi. PO bu talebi de yerine getirdi ve Deniz Müsteşarlığı’ndan ikinci defa olumlu görüş aldı. Ancak bütün olağandışı talepleri yerine getiren PO, bu defa başka bir zorlukla karşı karşıya bırakıldı.

Kasım 2007’de başka bir şirketin daha Termik Santral kurmak üzere için başvuruda bulunduğu ileri sürülerek, PO’nun 5 milyar dolarlık rafineri yatırım izni tekrar beklemeye alındı. 

BU DEFA KARŞIMIZA ARSA SORUNU ÇIKARILDI

Bu defa karşımıza çıkarılan sorun arsa meselesiydi. Oysa bu konudaki mevzuat hükümleri ve Milli Emlak Genel Müdürlüğü”nün yatırım yapacak şirketlere arsa tahsisine ilişkin hükümler son derece açık ve objektif kriterler içermektedir. Durum böyleyken, 8 Nisan 2008 tarihinde EPDK tarafından internet sitesine görüşe açılan tebliğ taslağı enerji yatırımı yapan şirketler tarafından hayretle karşılandı. Çünkü EPDK mevcut yazılı düzenlemelerde yer almayan sübjektif kriterlere dayalı bir tebliğ taslağını hazırlamış ve tartışmaya açmıştı.

Rafineri kurulmak üzere Petrol Ofisi’nin coğrafi koordinatları ile belirttiği ve EPDK tarafından uygun görülen arazide, PO’nin mülkiyetine sahip olduğu taşınmazlar mevcuttur. Ancak tebliğ taslağında ortaya konan kriterlerin, Türkiye’nin kadastrol yapısından kaynaklanan özellikler nedeniyle teknik olarak kimse tarafından yerine getirilmesi mümkün gözükmemektedir. Bu durumda böyle kriterlerin hangi amaçla tebliğ taslağına konduğu spekülasyonlara yol açmaktadır.

Basında yer alan yorumların da bu spekülasyonlardan kaynaklandığını tahmin ediyoruz. Bu yorumların, Türkiye’nin enerji siyasetine ve yatırımlarına gölge düşürmemesi için herkesi sorumlu davranmaya davet ediyoruz.

Petrol Ofisi’ne gelince, biz ülkemizin enerji politikasına katkı yapma azmimiz ve kararlılığımızdan vazgeçmeyeceğiz. Bu nedenle hazırlanmakta olan yeni tebliğ taslağında sakıncalı gördüğümüz ve gereksiz spekülasyona yol açmasından endişe ettiğimiz noktalardaki görüşlerimizi ileteceğiz.”  

TEB, kredi faiz oranlarını indirdi

Türk Ekonomi Bankası (TEB), konut, taşıt ve ihtiyaç kredisi faiz oranlarını indirdi. TEB’de konut kredisi faiz oranı 1.49, taşıt kredisi faiz oranı 1.55, ihtiyaç kredisi faiz oranı ise 1.84’e geriledi.

Konut ve taşıt kredilerinin, bireysel bankacılıktaki en fazla talep gören kredi hizmetleri olduğunu belirten TEB Bireysel ve İşletme Bankacılığı Genel Müdür Yardımcısı Cemal Kişmir “Biz de müşterilerimizin beklentilerini en iyi şekilde karşılayabilmek amacıyla faiz oranlarımızda yeni bir düzenlemeye gittik” dedi.
Kişmir, bireysel bankacılık alanında yeni hizmet ve ürünler sunmaya, tüketici kredilerinde de piyasanın önemli oyuncuları arasında yer almaya devam edeceklerini söyledi.

Gıda fiyatlarındaki yükseliş 100 milyon insanı açlığa itebilir

Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick, gıda fiyatlarındaki hızlı yükselişin yoksul ülkelerde 100 milyon insanı açlığa mahkum edebileceğini söyledi.

Zoellick, hafta sonunda Washington'da Dünya Bankası-IMF bahar toplantıları sırasında yaptığı açıklamada, yoksul ülkelerdeki yardıma muhtaç insanlara gıda sağlamak için daha fazla yardım ve küçük çiftçilere destek çağrısında bulundu.

Zoellick, “Taslak analizlere dayanarak, son üç yılda gıda fiyatlarının ikiye katlanmasının geliri düşük ülkelerde 100 milyon insanı açlığa itebileceğini tahmin ediyoruz” diye konuştu.

Hükümetlerden, BM Dünya Gıda Programı'na (WFP) 1 Mayıs'a kadar ihtiyacı olan 500 milyon dolarlık acil yardım taahhütlerini hızla yerine getirmesini isteyen Zoellick, “Hükümetlerin mümkün olan en kısa sürede verdiği sözlere uyması ve diğerlerinin yeni taahhütlerde bulunmaya başlaması önemli. WFP'nin bu çağrıyı yaptığından beri fiyatlar daha fazla yükseldi, bu yüzden hükümetlerin hızlı hareket etmesi zorunlu” dedi.

Gıda fiyatlarının yüksek olması nedeniyle Haiti'de hükümetin ölümlere yol açan ayaklanmalardan sonra hafta sonu düşmesi ve yağmalamaların, acil uluslararası eylemin önemine işaret ettiğini söyleyen Zoellick, Dünya Bankası'nın Haiti'ye gıda programları için ek olarak 10 milyon dolar yardım bağışladığını belirtti.

Zoellick, Dünya Bankası Kalkınma Komitesi'nin, yoksul ülkelerde tarımsal üretimi desteklemeyi ve küçük çiftçilere yardımcı olmayı amaçlayan “Küresel Gıda Siyaseti için Yeni Sözleşme” önerisini onayladığını da belirtti.

Bu arada Fransa Tarım Bakanı Michel Barnier de BFM Radyosu'na yaptığı açıklamada, yükselen gıda fiyatlarını düzenlemek ve spekülasyonu önlemek için hükümetlerin harekete geçmesi gerektiğini söyledi.
İnsanlar için yiyeceğin piyasa kurallarının ve uluslararası spekülasyonun merhametine bırakılamayacağını ifade eden Barnier, Avrupalıların kendilerine bunu bütün uluslararası organizasyonlarda sorması gerektiğini kaydetti.

ARTAN GIDA FİYATLARI

Gıda fiyatları son aylarda artan talep, bazı ülkelerde olumsuz hava koşullarının rekolteyi düşürmesi ve biyoyakıt için ürün yetiştirilmesine kullanılan arazinin artması yüzünden hızla yükseldi.

Temel gıda ürünleri buğday, pirinç ve mısır fiyatlarının yükselmesinin son 3 yılda tüm gıda fiyatlarının yüzde 83 artmasına yol açtığını belirten Dünya Bankasına göre, geçen yıl buğday ve pirinç fiyatları iki kattan fazla arttı.
Ekonomi kanalı Bloomberg'e göre, Mart 2007-Mart 2008 döneminde mısırın fiyatı yüzde 31, pirinçin fiyatı yüzde 74, soyanın fiyatı yüzde 87 ve buğdayın fiyatı yüzde 130 yükseldi.

Gıda ile enerji fiyatlarındaki hızlı yükseliş Haiti, Mısır, Endonezya, Bangladeş, Fildişi Kıyıları, Etiyopya ve Filipinler'de ayaklanmalara ve protestolara yol açtı.

PİRİNÇ FİYATLARININ YÜKSELMESİ

Çin, Hindistan, Vietnam ve Mısır gibi dünyanın önde gelen pirinç üreticisi ülkeler stoklarını korumak ve enflasyonun yükselmesini önlemek için pirinç ihracatına kısıtlama getirirken, bundan en fazla etkilenen ülkelerin başında Bangladeş, Filipinler ve Afganistan geliyor.

Pirinç fiyatları, kötü hava koşulları yüzünden rekoltenin düşük olması, nüfusun ve gelirin arttığı bazı pirinç ithalatçısı ülkelerde talebin artması, fiyatların daha fazla yükseleceği beklentisiyle, spekülatif amaçlı stok yapılması ile stokların düşük olması ve uzun dönemli tarımsal yatırıma sahip olunmaması nedeniyle yükseliyor.

ASYA ÜLKELERİNDE DURUM

BM Gıda ve Tarım Örgütü'ne (FAO) göre, dünyanın en büyük pirinç üreticisi Çin'de tüketiciler gelirleri yükseldiği için daha az pirinç tüketiyor. Çinliler pirinç yerine et ve süt ürünleri tüketimine yöneliyorlar.

Ancak, gıda enflasyonu nedeniyle sosyal ya da siyasi tansiyonun yükselmesinden endişe eden hükümet, tüketicilerini korumak için pirinç ihracatına bazı kısıtlamalar getirdi.

Çin Başbakanı Wen Jiabao, ülkesinin, 1,3 milyardan fazla nüfusunu beslemek için pirinç ihtiyacını giderebilecek kapasiteye sahip olduğunu ve 40-50 milyon ton pirinç stoku bulunduğunu söyledi.
Çin'den sonra ikinci büyük pirinç üreticisi Hindistan'da pirinç, 1 milyardan fazla nüfusun yüzde 65'inin temel gıdası konumunda bulunuyor.

Yetkililer, Hindistan'ın nüfusunu beslemek için yeteri kadar rezervi bulunmasından ötürü henüz bir kriz olmadığını söylese de hükümet, artan gıda fiyatlarını engellemek için pirinç ihracatını yasakladı.
Bangladeş'de pirinç fiyatlarının yükselmesi nedeniyle insanlar, 1974'deki kıtlıktan bu yana en kötü gıda sıkıntısıyla karşı karşıya bulunuyor.

Geçen yıl ücretlerin artmadığı, ancak gıda fiyatlarının ikiye katlandığı ülkede yüzlerce yoksul aile günde bir öğünle yaşamaya çalışıyor ve bütçelerinin yüzde 70-80'ini gıdaya harcıyor. Hükümet 2,6 milyon insana pirinç yardımında bulunuyor ve bazı ailelere düşük fiyatla pirinç veriyor.

ABD Tarım Bakanlığı'na göre, bir zamanlar pirinçte kendi kendine yeten Filipinler, geçen yıl Nijerya, Endonezya ve Bangladeş'in önünde dünyanın en fazla pirinç ithalatçısı ülke oldu. Son 20 yılda sulak arazilerinin yarıya yakınını kaybeden ve hızla kentleşen ülkede hızla büyüyen nüfusun iç talebi artırmasıyla pirinç fiyatları da yükseldi.
Ülkede pirinç stoklarının düşük olması nedeniyle, hükümet pirinç ithalatını garanti altına almak için Vietnam ile bir anlaşma imzaladı, Tayland ile anlaşmaya çalışıyor.

Dünyanın en büyük pirinç ihracatçılarından Tayland'da, pirinç ihracatına şimdilik bir kısıtlama getirilmezken, hükümet pirinç ihracatını sınırlamayı düşündüğü haberlerini reddediyor.

Enflasyonu önlemek için pirinç stoklarından 2,1 milyon tonu piyasaya süren hükümet, ayrıca herhangi bir sıkıntıya girilmemesi için ihracatçılara en az 500 ton pirinci bir kenara koyma kuralını uygulayacağını belirtiyor.

İspanya'da ekonomik krize karşı önlem

İspanya'da 9 Martta yapılan genel seçimlerin ardından ikinci kez ülkeyi yönetecek sosyalist hükümetin ilk icraatı, olası bir ekonomik krizi önlemeye yönelik kararlar olacak.

Önceki hükümette olduğu gibi yeni hükümette de Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı olarak görevine devam eden Pedro Solbes, İspanya'da olası bir ekonomik krizi önlemek için toplam 10 milyar Avro'luk bir yardım paketini ilk Bakanlar Kurulu toplantısında onaylayacaklarını açıkladı.

"İspanyol vatandaşlarının kullanması için 10 milyar Avro gibi büyük bir rakam sunuyoruz" diyen Solbes, bunun 6 milyar Avro'sunun vergi indirimi şeklinde olacağını, 4 milyar Avro'sunun da orta ve küçük ölçekli işletmelerin finansmanına yardımcı olabilmek için kredi olarak verileceğini kaydetti.

Solbes, Kral Juan Carlos önünde yemin ederek resmen göreve başlamayı beklemeden, geçen hafta sonu ABD'ye giderek Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankasında görüşmelerde bulunmuştu.

Bütçe 4 milyar 374 milyon YTL açık verdi


Merkezi Yönetim Bütçesi, bu yılın Ocak-Mart döneminde 4 milyar 374 milyon YTL açık verdi.

 Maliye Bakanlığı 2008 Mart ayı ile Ocak-Mart dönemi bütçe verilerini açıkladı.

Buna göre, Ocak-Mart döneminde bütçeden 51 milyar 562 milyon YTL harcama yapıldı. Bütçe gelirleri ise 47 milyar 188 milyon YTL oldu. Böylece yılın ilk çeyreğinde bütçe açığı, 4 milyar 374 milyon YTL olarak gerçekleşti.
Söz konusu dönemde faiz dışı fazla rakamı ise 9 milyar 377 milyon YTL oldu.

3 AYLIK GERÇEKLEŞMELER

 

Ocak-Mart döneminde ise Merkezi Yönetim Bütçesinden 51 milyar 562 milyon YTL'lik harcama yapıldı.

İlk 3 ayda faiz hariç giderler 37 milyar 811 milyon YTL, faiz giderleri de 13 milyar 751 milyon YTL olarak hesaplandı.

Söz konusu dönemde personel giderleri 37 milyar 811 milyon YTL, cari transferler 17 milyar 514 milyon YTL, mal ve hizmet alımları 3 milyar 780 milyon YTL, sosyal güvenlik kurumları devlet primi giderleri de 1 milyar 585 milyon YTL oldu.

Bu şekilde personel giderlerinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 11,8, cari transferlerde yüzde 17,9, sermaye transferlerinde yüzde 24,6, sosyal güvenlik kurumlarının devlet priminde yüzde 11,8 artış meydana geldi. Sermaye giderleri ise geçen yıla göre yüzde 26,1 oranında azaldı.

Geçen yılın ilk çeyreğinde bütçe ödeneklerinin yüzde 24,3'ü kullanılırken, bu yıl söz konusu oran yüzde 23,2 olarak belirlendi.

3 aylık dönemde bütçe gelirleri de 47 milyar 188 milyon YTL oldu.

Bunun 40 milyar 256 milyon YTL'si vergi gelirlerinden sağlandı. Bu dönemde vergi gelirlerinde geçen yılın ilk 3 ayına göre yüzde 18,6 oranında artış kaydedildi.

3 ayda bütçeye vergi dışı gelirlerden 5 milyar 74 milyon YTL, özel bütçeli idarelerin öz gelirlerinden 926 milyon YTL, düzenleme ve denetleme kurumlarından da 933 milyon YTL geldi.

Bu şekilde geçen yıl 3 milyar 332 milyon YTL olan 3 aylık bütçe açığı, 2008'in ilk 3 ayında 4 milyar 374 milyon YTL oldu.

2007 yılının Ocak-Mart döneminde 12 milyar 634 milyon YTL seviyesinde bulunan faiz dışı fazla rakamı ise 9 milyar 377 milyon YTL'ye geriledi.

 

SAĞLIK GİDERLERİ AZALDI

 

Maliye Bakanlığı verilerine göre, Bütçedeki sağlık giderleri, ilk 3 ayda, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 3,6 oranında düştü ve 1 milyar 610 milyon YTL olarak tespit edildi.

İlk çeyrekte, kamu personelinin tedavi ve ilaç giderleri için bütçeden 606 milyon YTL, yeşil kart tedavi ve ilaç giderleri için 1 milyar 4 milyon YTL çıktı. Yeşil kart tedavi ilaç giderleri, geçen yıla göre yüzde 8,8 azalma gösterdi.

2007'nin Ocak-Mart döneminde sağlık, emeklilik ve sosyal yardım giderleri için bütçeden 8 milyar 483 milyon YTL transfer yapılırken, bu dönemdeki transfer tutarı 8 milyar 875 milyon YTL oldu.

Sosyal Güvenlik Kurumu'nun finansman açığının kapatılması için de bütçeden 8 milyar 875 milyon YTL aktarıldı. Bu şekilde sosyal güvenlik açıkları için bütçeden yapılan katkıda da yüzde 4,5'luk bir artış ortaya çıktı.

 

EN FAZLA ARTIŞ TARIMSAL DESTEKLEMEDE

 

3 aylık dönemdeki bütçe giderlerinde en büyük artış tarımsal desteklemede yaşandı.

Mart sonunda tarımsal destekleme ödemeleri, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 103,4 oranında artarak, 2 milyar 270 milyon YTL'ye ulaştı.

Bu arada 13 milyar 751 milyon YTL faiz ödenen bu dönemde, faiz giderlerinde geçen yıla göre yüzde 13,9'luk bir azalma meydana geldi. Bütçedeki 56 milyar YTL'lik faiz ödeneğinin yüzde 24,6'sı da bu dönemde kullanıldı.

 

BÜTÇE DEĞERLENDİRMESİ

 

Maliye Bakanlığının Bütçe açıklamasında, genel bir değerlendirmede de bulunuldu.

Küresel ekonomide dalgalanmaların yaşandığı, dünya ekonomisinin yavaşladığı ve enflasyonun yükseldiği bir dönemden geçtiğimiz belirtilen değerlendirmede, şu görüşlere yer verildi:

“Bu itibarla uygulanmakta olduğumuz ekonomi politikası ile maliye politikası, söz konusu gelişmeler yakından izlenerek yürütülmektedir. Bu çerçevede, mali disiplinin kararlılıkla yürütülmekte ve vergi gelirlerinin bütçe hedefleriyle uyumlu bir şekilde gerçekleştirilmesi yönünde gereken her türlü tedbirin alınmasına devam edilmektedir.

2008 yılı Ocak-Mart döneminde bütçe giderleri ve gelirleri hedeflerle uyumlu bir şekilde gerçekleşmiştir. Bundan sonraki uygulamalarımız da aynı hassasiyet ile devam edecektir.”

Asıl önemli olanın yıl sonu hedeflerinin tutturulması olduğuna da işaret edilen değerlendirmede, bu nedenle bütçede yıl sonu hedefleri içinde kalınmasını sağlayacak her türlü tedbirin gerekli olduğu zamanlarda süratle uygulamaya konulduğu, giderlerde öngörülmeyen bir artışın meydana gelmemesi için artışa sebep olabilecek kararlardan titizlikle kaçınıldığı da ifade edildi.

Türkiye’ye 2 milyar dolar yatırdık, ciroda 2 milyar dolara yaklaştık


 General Electric (GE) CEO’su Jeffrey Immelt, "GE’nin en iyi işçileri Türkiye’de. Yatırım için en iyi yer Türkiye. Türkiye’ye 2 milyar dolar yatırdık. Bu yıl 2 milyar dolarlık ciroya ulaşacağız" dedi. Immelt, Garanti Bankası’ndaki ortağı Doğuş Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk’le birlikte Amerikan Türk Cemiyeti’nin "Kurumsal Ortaklık Ödülü"nü aldı.

AMERİKAN Türk Cemiyeti’nin New York’ta düzenlediği yıllık gala yemeğinin bu yılki onur konukları Doğuş Grubu ve General Electric (GE) oldu. Gecede Doğuş Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk’e ve iş ortağı General Electric (GE) CEO’su Jeffrey Immelt’e ’kurumsal Ortaklık Ödülü’ verildi. Ferit Şahenk ve Jeffrey Immelt ödüllerini Amerikan Profesyonel Basketbol Ligi NBA Başkanı David Stern’ün elinden aldı. Bu ödül daha önce de Koç ile Ford, Sabancı ile Citi ortaklıklarına verilmişti.

YATIRIM İÇİN EN İYİ YER: Doğuş Grubu ve GE’nin iş ortaklığı ekonomi kanalı CNBC-e’nin kurulması ile başlamıştı. Bu işbirliği, Garanti Bankası ve Doğuş-GE Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı ile devam etti. Törende konuşan General Electric (GE) CEO’su Jeffrey Immelt, Türkiye’nin büyük bir yatırım öyküsü olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi: "GE’nin en verimli işçileri Türkiye’de ve yatırım için en iyi yer de Türkiye. Bunu Türkiye’de ortağımız olduğu için söylemiyorum, ciromuzdan biliyorum. Türkiye’ye 2 milyar dolarlık yatırım yaptık. 2002 ciromuz 200 milyon dolardı, yıl sonunda 2 milyar dolara ulaşacak."

AVRUPA’DA BÜYÜYECEĞİZ: Immelt, yabancı bir ülkede yatırımın risklerine dikkat çekerek, ortağa güven duymanın ne kadar önemli olduğunu söyledi. "Doğuş Grubu mükemmel bir ortak" diyen Immelt, Doğuş Grubu ile yalnızca Türkiye’de değil, Orta ve Doğu Avrupa’da da büyümek istediklerini belirtti. Immelt, Doğuş Grubu ile bankacılık, emlak ve televizyonculukta yaptıkları ortaklıkların beklentilerini aştığını söyledi. Türkiye’de sağlık sektöründe de yatırımları olduğunu belirten Immelt, enerji alanındaki yatırımlar için de görüşmelerin sürdüğünü bildirdi. Immelt, "Küreselleşmenin dostları için Türkiye çok önemli, bunu herkesin bilmesi gerekiyor" dedi.

UMARIM BABAM GÖRÜYORDUR: Doğuş Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk, ödülünü aldıktan sonra yaptığı konuşmada, son derece gururlu olduğunu belirterek, GE ve Doğuş’un şeffaflığa, bütünlüğe, yeniliğe ve deneyime önem verdiğini söyledi. Şahenk, hayatta olmayan babası Ayhan Şahenk’i de anarak "Umarım bu geceyi görebiliyordur" dedi. GE’ye eskiden beri ilgisinin olduğunu söyleyen Şahenk, New York’ta GE’nin önünden geçtiğini ve daha sonra şirket hakkında okumaya başladığını anlattı.

ÖDÜL DOĞUŞ GRUBU’NA VERİLDİ: Ferit Şahenk, gala yemeğinden önce gazetecilere açıklamada ise böyle anlamlı bir ödülü Doğuş Grubu olarak aldıklarını, ödülün kendisine ya da Şahenk ailesine verilen bir ödül olmadığını vurguladı. Şahenk, şöyle konuştu: "Bu başarı sadece Doğuş Grubu’na ait değil, Türkiye’nin ve Türk insanın da başarısı. Doğru şeyleri yapabilirsiniz ama arkanızda bu gücü hissetmeseniz, ailenizi, 18 bin çalışanı ve daha da ötesinde şansı hissetmezseniz bazı şeyler olmuyor, hayatta şansın çok büyük rolü var, onun için 72 milyon insan adına buralarda bu ödülü almak, Türk bayrağını kısmen buralarda dalgalandırmak bize nasip oldu." Törende konuşan ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson ise, bu çerçevede iki ülke arasında güçlü iş ortaklıkları ve yatırımların kurulmasının önemli olduğunu belirtti.

Daha büyük yatırımlar gelecek, ihracat artacak

TÜRKİYE ile ABD arasındaki ticari ilişkilerin çok daha artabileceğini belirten Ferit Şahenk, iki ülke arasında 11-12 milyar dolar olan ticaretin son birkaç yılda büyük ilerleme kaydettiğini belirtti. Şahenk şöyle konuştu: "Türkiye’nin bu yeni yapılanmış ekonomisi içinde çok daha büyük yatırımlar gelecek. Bu yatırımlar ABD’ye, Avrupa’ya, Asya’ya, Ortadoğu’ya çok ihracat yapma imkanı bulacak. ABD’ye de çok büyük ihracat yapacağız, ABD ile ciromuz çok büyüyecek. Türk insanı bölgesindeki tüketicileri çok iyi biliyor. Bölgede olabilecek her türlü şartta çalışan bir insan kaynağımız var, zannediyorum Türk ve Amerikan şirketleri de ortak işler yapacak, iş ortaklıkları kuracak, ama onun ötesinde Amerikan şirketlerinin sıfırdan Türkiye’ye gelip yatırım yapacaklarını da düşünüyorum."

Doğuş ve GE, küresel ekonomi için model oldu

NEW YORK’ta gerçekleştirilen gala gecesinin eşbaşkanlarından Amerikan Profesyonel Basketbol Ligi NBA’in Başkanı David Stern de yaptığı konuşmada, Doğuş Grubu ile GE’nin finans, gayrimenkul ve medya alanlarındaki ortaklıklarının, bugünün küresel ekonomisi için model oluşturduğunu anlattı. Stern, GE Başkanı Immelt’in dünyanın en iyi CEO’su ve GE’nin de Amerika’nın en takdir edilen şirketi ve dünyanın en saygın şirketlerinden biri olarak Barron’s, Fortune dergileri ile Financial Times gazetesi tarafından örnek gösterildiklerini anlattı. Stern, Doğuş Grubu’nun da Türkiye’nin en iyilerinden olduğunu belirterek, Doğuş-GE ortaklığının Türkiye ve ABD arasındaki ilişkiler de güçlendirdiğini söyledi.

Ortak olan Türk ve Amerikan şirketleri onurlandırılıyor

AMERİKAN Türk Cemiyeti (The American Turkish Society, ATS) 1949 yılında kuruldu. Uzun yıllar Atlantic Records’un kurucusu merhum Ahmet Ertegün’ün yönetim kurulu başkanlığını yürüttüğü cemiyet, gala yemeklerini son üç yıldır birbirleri ile ortaklık ve işbirliği yapan Türk ve Amerikan şirketleri onuruna düzenliyor. ATS’nin Onursal Başkanlığı’nı Mica Ertegün, Başkanlığı’nı ise New York’taki Multilateral Funding İnternational finans kuruluşunun sahibi Murat Köprülü yapıyor. Bu yılki gala yemeği de New York’un efsanevi otellerinden Waldorf Astoria’nın 18’inci katında gerçekleştirildi.
 

TİSK:1 yılda 1 milyon kişi üretimden dışlandı


Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu'ndan (TİSK) yapılan açıklamada, bir yılda 1 milyon kişinin üretimden dışlanığı, ev kadınlarının sayısındaki yıllık artışın 578 bine ulaştığı belirtildi.

TİSK'ten yapılan yazılı açıklamada, Ocak 2008'de, Ocak 2007'ye göre çalışma çağındaki nüfusun 750 bin kişi arttığı, iş gücünün ise 219 bin kişi azaldığı ifade edilerek, iş gücüne dahil olmayanların sayısının 1 milyona kişiye yakın (969 bin kişi) arttığı kaydedildi. Ev kadınları sayısındaki yıllık artışın 578 bine ulaştığı belirtilen açıklamada, bunun üretimden dışlananların artmasında en önemli faktör olduğu değerlendirmesinde bulunuldu.

Tarımsal ekonominin zayıflaması ve kırsal kesimde ücretsiz aile işçisi olarak istihdamda yer alan kadınların, kentsel yerlere göç sonucu iş gücü dışına çıktıkları tezinin, 578 bin kişilik rakamı açıklamakta “yetersiz kaldığı savunulan açıklamada, şu görüşlere yer verildi: “Tarım kesimindeki kadın istihdamı azalışı 363 bin kişiyken, geri kalan 215 bin rakamı, soru işaretleri taşıyor. Bu durum, kadınların iş gücüne katılma oranındaki düşüşün, tarım dışı kesimde yeterli istihdam artışı sağlanamaması dolayısıyla, toplumun geniş bir kesiminde aile reisi olarak kabul edilen erkeklerin istihdama girişte öncelik kazanmasıyla ve diğer baskın 'kültürel' etkilerle bağlantılı olduğuna işaret ediyor. Örneğin 'kadının yeri evidir' zihniyetinin sonuçları da yaşanıyor.”


Açıklamada, kadınların iş gücü piyasasında sürekli alan kaybettiğinin bir diğer göstergesinin de yüksek öğrenim görmüş kadınlarda dahi iş gücüne katılma oranının bir yılda 1,4 puan azalması olduğu belirtildi.

Tarım dışı kesimde kadın istihdamının bir yılda 65 bin artarken, sanayide kadın istihdamının 25 bin kişilik kayba uğradığına dikkat çekilen açıklamada, ekonomi genelinde kadın işsizlik oranını yüzde 10,9'dan yüzde 11,2'ye yükseldiği ifade edildi.

“TEDBİRLER UYGULAMAYA KONULMALI”

Açıklamada, ayrıca genç işsizlik oranının Ocak 2007'ye göre yüzde 20,6'dan yüzde 21'e yükseldiği, kendi hesabına çalışanların sayısının 410 bin gibi yüksek ölçüde azaldığı, istihdam oranının yüzde 41,7'den yüzde 40,5'e gerilediği kaydedildi. Açıklamada, “60. Hükümet Programı Eylem Planı ile dört ay önce ilan edilen, istihdama ve çalışma hayatına dair tedbirlerin bir an önce uygulamaya konulması gerekiyor” denildi.


TİSK açıklamasında, Türkiye İstatistik Kurumu Hanehalkı İşgücü Araştırması verileriyle, Ocak 2008'de, Ocak 2007'ye göre iş gücü piyasasında yaşanan değişime ilişkin şu bilgilere yer verildi:

“-15 yaş üstü nüfusu 750 bin kişi artarken, iş gücü 219 bin kişi azaldı.
-İş gücüne dahil olmayanlar 969 bin kişi arttı. Bu artışta en önemli etki, ev kadınları sayısının 578 bin kişi büyümesi oldu.
-İş gücüne katılma oranı 1,1 puan gerileyerek yüzde 46,8'den yüzde 45,7'ye düştü.
-Kadınlarda iş gücüne katılma oranı yüzde 24'ten yüzde 22,3'e, yüksek öğrenimli kadınlarda yüzde 71'den yüzde 69,6'ya geriledi.
-İstihdam oranı ekonomi genelinde yüzde 41,7'den yüzde 40,5'e indi.
-Tarımda istihdam 527 bin kişi azalırken, tarım dışı istihdam artışının 249 binde kalması, toplam istihdamın 278 bin kişi gerilemesine yol açtı.
-Kendi hesabına çalışanların sayısı son bir yılda 410 bin kişi azaldı.
-Sanayi istihdamı bir yılda 155 bin kişi arttı, ancak sanayide kadın istihdamı 25 bin kayba uğradı.
-Kadın istihdamı ekonomi genelinde 295 bin, tarımda 363 bin azaldı. Tarım dışı kadın istihdamı sadece 65 bin artabildi.
-Kayıt dışı istihdam tarımda 583 bin, tarım dışı kesimde 457 bin kişi azaldı. Böylece ekonomi genelinde kayıt dışı istihdam 1 milyon 40 bin kişi gerileyerek yüzde 46,4'ten yüzde 41,9'a indi.
-Tarım dışı kesimdeki ücretli ve yevmiyelilerde kayıt dışı çalışanların sayısı 205 bin kişi geriledi ve kayıt dışı oranı yüzde 26,7'den yüzde 23,8'e düştü.
-İşsizlik oranı yüzde 11'den yüzde 11,3'e yükseldi, işsiz sayısı 59 bin kişi arttı.
-Kadın işsizlik oranı yüzde 10,9'dan yüzde 11,2'ye, genç işsizlik oranı yüzde 20,6'dan yüzde 21'e çıktı.
-İşsiz sayısına, iş bulma ümidi olmayanlar ile iş aramayıp çalışmaya hazır olduğunu bildirenlerin eklenmesiyle oluşan 'alternatif işsizlik tanımı'na göre işsizlik oranı Ocak 2008'de yüzde 18,4 ve işsiz sayısı 4 milyon 530 bin olarak tespit edildi.”

10 ABD’linin 9’una göre ekonomi zayıf

CİDDİ bir resesyon tehdidi ile karşı karşıya bulunan ABD’de halkın ekonomiye ilişkin görüşleri iyice kötüleşti.

Washington Post ve ABC tarafından yayınlanan son kamuoyu yoklamasına göre, her 10 ABD’liden 9’u, ekonomiye "negatif not" veriyor. Washington Post’un haberine göre, gazete ile ABC tarafından gerçekleştirilen son kamuoyu yoklaması, ABD halkının ekonomiye ilişkin görüşlerinin iyice karamsarlaştığını ortaya koydu. Her 10 ABD’liden 9’unun ekonomiye "negatif not" verdiğine dikkat çeken gazete, ankete katılanların çoğu, ekonominin "güçsüz" bir durumda olduğunu belirttiğine, bunun da son 15 yılın en yüksek oranı olduğuna dikkat çekti. Ekonomiye ilişkin negatif görüşleri olanların oranının son bir yılda 33 puan arttığına işaret edilen haberde ekonominin "güçsüz" olduğuna inananların oranının da son iki ayda 13 puan yükseldiğini, ankette bu sorunun sorulmaya başlandığı 1985 yılından bu yana meydana gelen en belirgin kötüleşmenin olduğuna işaret etti. 10-13 Nisan günlerinde gerçekleştirilen ankete göre ayrıca, her 10 ABD’liden 6’sı, önümüzdeki yıl için ekonomi konusunda karamsar olduğunu da söyledi. Bu oran, Şubat başından bu yana 7 puan arttı.

Yabancı yatırımcıların taşınmaz alamaması ekonomiyi olumsuz etkiler


Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), yabancı yatırımcıların Türkiye’de taşınmaz alımının durdurulmasının ekonomi açısından olumsuz bir durum yarattığını açıkladı.

TOBB’dan yapılan açıklamada, Hükümetin, Anayasa Mahkemesi’nin iptal gerekçelerini dikkate alarak, konuya ilişkin acilen yeni bir düzenleme yapmasının beklendiği ifade edildi. Açıklamada, yabancı yatırımcıların taşınmaz mal edinimlerinin, döviz açığının finansmanı, yerel iktisadi ortamı canlandırması ve istihdama katkı açısından yarar sağladığı kaydedilerek, şöyle denildi:

“Yasalarımıza göre kurulmuş, her türlü işlemi diğer şirketlerle aynı esaslara dayanan ve elde ettiği kazançlar üzerinden aynı vergi oranlarına tabi bir şirkete, sadece yabancı ortağı olması nedeniyle farklı muamelede bulunmanın ve gayrimenkul alımında farklı uygulama yapmanın doğru olmadığına inanıyoruz.”

“TURİZMDEKİ KONAKLAMA VERGİSİ KAYIT DIŞILIĞI TEŞVİK EDER”

Açıklamada, “İl Özel İdaresi ve Belediye Gelirleri Kanun Tasarısı”yla getirilmek istenen yüzde 3 oranındaki “Konaklama Vergisi”nin kayıt dışılığı teşvik edeceği uyarısında bulunuldu. Açıklamada, söz konusu durumun Türkiye ekonomisinin en canlı sektörüne ve dolayısıyla ülke ekonomisine doğrudan vurulan bir darbe olacağı savunularak, şöyle denildi:

“Turizm sektörünün hızlı gelişmesi, ekonomideki 2 önemli sorunumuza da çare olmaktadır. Bunlardan birincisi, bu yıl 70 milyar dolara ulaşması beklenen dış ticaret açığının dörtte birini kapatmasıdır. İkinci de istihdamdır. Turizm sektörü sayesinde doğrudan ve dolaylı olarak 40 ayrı sektörde 2.7 milyon kişiyi istihdam edilmektedir. Turizm sektörünün yılda yüzde 10 büyümeye devam etmesi halinde, her yıl 100 bin kişiye yeni istihdam olanağı sağlanacaktır. Turizmde sorun yaşanması demek, hem döviz açığı, hem de istihdam alanında sorun yaşanması demektir.”

Açıklamada, yüzde 3’lük verginin, ciro üzerinden getirilmesinin, net kar rakamına oranlandığında sektörün kurumlar vergisi yükünün yaklaşık ikiye katlanması sonucuna yol açabileceği kaydedildi. Söz konusu vergi uygulamasının, kayıt dışını da teşvik etmek anlamına geleceği savunulan açıklamada, “Türkiye ekonomisinin en önemli problemi ‘kayıt dışılık’ iken kayıt dışılığı özendirecek girişimlerden dikkatle sakınmak gerekir. Öte yandan ‘konaklama vergisi’ adı altında toplanacak bu kaynağın, nasıl ve nerede kullanılacağı da açık değildir. Bu durum da ayrı bir sıkıntı yaratmaktadır” denildi. 


200 milyon Euro’luk ihaleyi aldı Euro 2008’in ’ürün lideri’ oldu

 Avusturya merkezli IPM Şirketler Grubu’nun sahibi Akhim Niyazi Türesin, Euro 2008’in lisanslı ürünlerinin tek tedarikçisi oldu.

Referans Gazetesi’nin haberine göre şapkadan atkıya, çakmaktan oyuncak otobüse, battaniyeden plaj havlusuna kadar Euro 2008 logolu bütün ürünler Türesin’in imzasını taşıyor.

TÜRK işadamı Akhim Niyazi Türesin’in sahibi olduğu Avusturya merkezli IPM Şirketler Grubu, 35 ülkeden firmanın katıldığı ihalede ipi göğüsleyerek Euro 2008’in lisanslı ürünlerinin tek tedarikçisi oldu. Referans Gazetesi’nin haberine göre şapkadan, atkıya, çakmaktan oyuncak otobüse, battaniyeden, plaj havlusuna kadar Euro 2008 logolu bütün ürünler Türesin’in imzasını taşıyor.

Niyazi Türesin’in kazandığı ihale Türk firmaları için de yeni bir gelir kapısı açtı. Pakistan’a hediyelik futbol topu, Tayvan’a oyuncak otobüs, Çin’de çakmak ürettiren Türesin, tekstil ürünlerinin üretimini ise Türk firmalarına yönlendirdi.

SİPARİŞLER SÜRECEK: İzmirli Menderes Tekstil, Konyalı Mink Tekstil, Denizlili Oğuzlar Tekstil ve Gürsan Tekstil harıl harıl Euro 2008 için ürün üretiyor. "Türk firmalarına ilk siparişlerle 10 milyon Euro’luk gelir kapısı açtık. Euro 2008 siparişleri daha devam edecek. Bu bir başlangıç. Sadece Euro 2008’in ürünlerinin üretim hakkını değil, Dünya Kupası 2010, Dünya Basketbol Şampiyonası, golf turnuvası hepsinin üretim haklarını aldık" diyen Türesin’in hedefi Euro 2008 ile adım attığı spor endüstrisinde bir dev olmak.

40 MİLYON EURO CİRO: Türesin, "Sadece Euro 2008’den 40 milyon Euro ciro bekliyoruz. Dünya kupasında ise bunun en az 5 katını kazanacağız. Biz kazandıkça Türk firmaları da bizimle kazanacak. İtalyanları eledik ihaleyi aldık" diyen Türesin, Viyana Üniversitesi İşletme Ekonomi mezunu. Yüksek lisansını ABD’de yaptıktan sonra uzun yıllar Metro Grup, Arthur Anderson gibi firmalarda üst düzey yöneticilik yapan Türesin, 1997’de Avusturya’da tekstil ağırlıklı IPM şirketini kurdu. Avrupa’da 3 binin üzerinde otel ve hastanenin çamaşırların tedarikçisi olan firma, AB’nin en büyük perakende zincirlerinin de tekstil ürünlerini sağlıyor. Ayrıca büyük şirketlerin promosyon hediyelerini de üreten IPM, kulüplere taraftar ürünleri sağlıyor.

TOP HARİÇ TÜM ÜRÜNLER: Avrupa Kupası ihalesine girmek için çok uzun yıllar beklediklerini anlatan Türesin, "Tecrübelerimizi kazandıktan sonra girdik çünkü çok dikkatli olunması gereken bir konu. Yaptığımız en ufak bir yanlışlık bütün şirkete zarar verirdi. İhale süreci kıran kırana geçti. 35’in üzerinde firma katıldı, son iki firma olarak İtalyanlar ve biz kaldık. İş planımızı, ürünlerimizi çok iyi hazırlamıştık. Bu sayede ihale bizim oldu" dedi. 16 takımın sahalarda koşturacağı top haricinde her ürünü üretme lisansı aldıklarını anlatan Türesin, "Adidas’ın ürünleri hariç diğer bütün ürünleri biz yapacağız. Adidas’ın da sadece futbol topu var" açıklamasını yaptı.

Tekstil ürünleri için özellikle Türkiye’yi seçtim

TEKSTİLDE Mısır, Pakistan, Portekiz’de üretim yapabileceğini ancak Türkiye’yi seçtiğini anlatan IPM Şirketler Grubu’nun sahibi Akhim Niyazi Türesin, "Farklı ülkelerde üretebilirim ama doğal olarak Türkiye’yi seçtim. Firmalardan da çok memnun kaldık, aynı firmalarla sözleşmelerimiz devam edecek" diye konuştu. Türesin, Dünya Kupası’nda Euro 2008’deki 40 milyon Euro cironun en az 5 katını yakalamayı beklediklerini ifade etti. Lisanslı ürün satışlarına ilk olarak kupayı organize eden ülkeler İsviçre ve Avusturya’da başlandığını belirten Türesin, satışların en son Türkiye’de devreye gireceğini söyledi.

Menderes 50 bin nevresim Mink 600 bin battaniye üretecek

PAKİSTAN’da hediyelik futbol topu, Tayvan’da oyuncak otobüs, Çin’de çakmak ürettiren IPM Şirketler Grubu, Türkiye’de şimdilik 4 firmayla çalışıyor. Çalıştığı en büyük üretici Menderes Grubu’na bağlı Akça Tekstil. Firma nevresim, havlu grubu, plaj havlularını üretiyor. Avrupa Kupası için ilk etapta 50 bin nevresim üretecek olan firmanın kupadan 1 milyon Euro’luk ciro beklentisi var. Menderes Tekstil aynı zamanda nevresimlerin Türkiye dağıtımını da üstlendi.
 

IMF ile program sonrası izleme 10 Mayıs'tan sonra başlar

Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, IMF İcra Direktörleri Kurulu’nun 10 Mayıs’tan önce toplanarak mevcut stand-by’ın son gözden geçirmesini onaylayacağını belirterek, yeni anlaşmaya geçilmesinin bir-iki ay alabileceğini, bu süreçte 10 Mayıs’tan sonra program sonrası izlemeye geçilmesinin beklendiğini söyledi.

Şimşek, “IMF genelde stand-by düzenlemeleri bittikten sonra oturup program sonrası bir değerlendirme yapar. Kendi performansını değerlendirir. Bu, çalışmanın niteliğine bağlı olarak bir-iki ayı alabilir. Buna paralel olarak 10 Mayıs’tan sonra eğer hükümetimiz ihtiyati stand-by konusunda bir karar verirse o zaman ikisi de paralel gidebilir. Baz senaryo olarak; Türkiye 10 Mayıs’tan sonra program sonrası izlemeye geçecektir” dedi.

Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, Ekonomi Muhabirleri Derneği’nin Özlem Doğaner başkanlığındaki yeni yönetim kurulu üyelerini kabulünde, ekonomiye ilişkin soruları yanıtladı. IMF Avrupa Direktörü Michael Deppler’in, Türkiye’nin yeni bir anlaşmaya ihtiyacı olmadığını söylediği anımsatılarak, bu açıklamanın ihtiyati stand-by anlaşmasının seçenekler arasından çıktığı anlamına gelip gelmediğinin sorulması üzerine Şimşek, “Hayır. O seçenek hala değerlendirilen seçenek” dedi.

Kamu sektörünün borçlanma ihtiyacı değerlendirildiği zaman, Türkiye’nin IMF’siz yoluna devam edebileceğinin daha önce söylediklerini ifade eden Şimşek, şunları kaydetti:

İHTİYATİ STAND-BY’IN VERECEĞİ MESAJ ÖNEMLİ

“Bu sene kamu sektörünün dış borç mesela diyelim ki toplamda 10 milyar dolar ödenmesi lazım, o çok rahat bir şekilde karşılanacak. IMF ile ihtiyati anlaşma yapalım mı yapmayalım mı değerlendirmesi oradan gelecek. Tahsil edilecek imkanla ilgiden çok acaba verilen mesaj itibariyle ihtiyati stand-by olursa daha mı iyi olur, daha mı kötü olur.”

Özel sektörün çok büyük bir borçlanmaya ihtiyacı olsa dahi IMF’nin özel sektörün borçlanma ihtiyacını karşılamadığına işaret eden Şimşek, 2001-2002 döneminin Türkiye için çok istisnai bir durum olduğunu anımsatarak, istisnai durumlar dışında özel sektörün durumunu iyileştirmeye yönelik veya kolaylaştırmaya yönelik IMF’nin görevi ve yaklaşımı olmadığını vurguladı.

KAMU SEKTÖRÜNÜN FİNANSMANA İHTİYACI YOK

“Buradaki tartışmalara şöyle yaklaşmak gerekir; Türkiye’nin şu anda IMF’den kamu sektörünü kast ediyorum finansman ihtiyacı yok” diyen Şimşek, kamu sektörünün net dış borcunun milli gelire oranının yüzde 1 olduğunu, bu rakamın 2002’de yüzde 35’ler civarın bulunduğunu söyledi. Süreci devam eden üç gözden geçirme çerçevesinde 3,7 milyar dolarlık kredinin kullanılacak olmasının nedeninin programda öngörülmesi olduğunu ifade eden Şimşek, şu değerlendirmede bulundu:

ŞOKLARIN YANSIMALARINA GÖRE ANLAŞMA

“Ama onun dışında IMF’den herhangi bir kaynak öngörüsü yok. Peki ihtiyati stand-by niye değerlendirilsin o zaman? Bütün mesele dünya çok sıkıntılı bir dönemden geçiyor; Türkiye de dünyadaki bu şokların bir takım yansımaları tabii ki olasıdır. Acaba bu süreçten geçerken ihtiyati stand-by yapılırsa içerdeki ve dışarıdaki genel olarak yatırımcılara daha güçlü bir mesaj verilir mi? Programın kredibilitesi açısından ülke menfaatine mi? Esas baz aldığımız nokta o. Dolayısıyla bizim buradaki bu konuda tartışmalar olsa da sonuç itibariyle kamu olarak IMF’den finans ihtiyacı görmediğimiz için normal bir stand-by ihtiyacımız olmadığını söylüyoruz. İhtiyati stand-by tamamıyla esneklik sağlayan verdiği mesaj itibariyle bir katkıda bulunacaksa o perspektifte bir değerlendirmeye tabi tutulur. Bütün olay bu.”

Kararın ne zaman verileceğinin sorulması üzerine Mehmet Şimşek, önce mevcut gözden geçirmelerin bitmesi gerektiğini ifade etti. Gözden geçirmeler konusunda bir mutabakata vardıklarını, niyet mektubunun gönderileceğini belirten Şimşek, şunları söyledi:

IMF KENDİ PERFORMANSINI DEĞERLENDİRECEK

“Muhtemelen 10 Mayıs’tan önce, bu program sona ermeden, icra kurulu toplanacak ve program başarılı bir şekilde sonuçlanmış olacak. Program zaten bitmeden ikinci bir programa ilişkin süreç başlamaz, olağanüstü şartlar dışında. IMF genelde böyle stand-by düzenlemeleri bittikten sonra oturup program sonrası bir değerlendirme yapar. Kendi performansını değerlendirir. Bu çalışmanın niteliğine bağlı olarak bir-iki ayı alabilir. Buna paralel olarak 10 Mayıs’tan sonra eğer hükümetimiz ihtiyati stand-by konusunda bir kanıya varırsa, bir karar verirse o zaman ikisi de paralel gidebilir. Baz senaryo olarak; Türkiye 10 Mayıs’tan sonra program sonrası izlemeye geçecektir. IMF bu performans değerlendirmesini yapacaktır. Biz de bu arada bu değerlendirmeler sonucunda karar vereceğiz.”

Şimşek, niyet mektubu üzerinde son rötuşların yapıldığını, yakında gitmesini umduğunu da sözlerine ekledi.


Ekonomiyi bekleyen riskler yeterince algılanamıyor

 TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu Başkanlar Konseyi’nin Şanlıurfa’daki toplantısında yaptığı konuşmada, “Görünen o ki, bugün siyaset sahnesindeki kutuplaşma yüzünden Türkiye ekonomisini bekleyen riskler yeterince algılanamıyor ve bu riskleri iyi yönetmek için tatmin edici bir çaba gösterilemiyor” dedi.

TÜRKONFED Başkanlar Konseyi Toplantısı'ndan fotoğraflar...

Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu’nun (TÜRKONFED), 2008’in ilk Başkanlar Konseyi Toplantısı, Şanlıurfa Sanayici ve İşadamları Derneği’nin ev sahipliğinde Şanlıurfa’da yapıldı. Dedeman Oteli’ndeki toplantıya TÜRKONFED Başkanı Celal Beysel, TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, Akbank Genel Müdürü Zafer Kurtul, bölge sanayici ve işadamları katıldı. Toplantının açış konuşmasını yapan TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, iş dünyanın bu toplantılar nedeniyle dünden itibaren ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi konjonktürü tartışıp, yeni açılımlar aradığına değindi. Arzuhan Doğan Yalçındağ, siyaset sahnesindeki ‘çatışmalı ortam’ ile ilgili görüşlerini daha önce açıkladığını belirtip, yaptıkları sağduyu çağrısının geçerliliğini bugün de koruduğunu; gerilimin düşürülmesinin öneminin sürdüğüne işaret etti.

BÜYÜME YAVAŞLAMAKTA

Siyasi gerginliğin yavaşlayan bir ekonomi ve küresel çalkantı ile birleşmesi halinde ortaya daha vahim bir tablonun çıkacağının unutulmamasını isteyen TÜSİAD Başkanı, dünyadaki ekonomik krizin başlangıçta 300 milyar dolar olarak tahmin edilen zararının bugün 1 trilyon doları aştığına işaret ettikten sonra şöyle devam etti:
“Büyüme tahminleri sürekli aşağı doğru revize ediliyor. Dünya ticaret hacminin daralacağı öngörülüyor. Buna bir de gıda fiyatlarının aşırı yükselmesi ve bu gelişmelerin enflasyon rakamlarını olumsuz etkileme riskini eklememiz gerekiyor. Bu, işin bizim dışımızdaki boyutu. Bir de ekonomimizin iç dinamikler nedeniyle yavaşlamaya başlaması var. Ekonomik büyümemiz 2004 ortalarından itibaren yavaşlamaktadır. 2007’de ulaşılan yüzde 4.5’luk toplam büyüme ise kaybedilmiş olarak tanımlanan 1990’lı yılların büyüme ortalamasıdır. Yani ekonomik ve sosyal sorunlarımıza çare olmayacak bir büyüme oranıdır.”

“KOBİLER DE TEKLİYOR”

Arzuhan Doğan Yalçındağ, daralma sürecinin en temel nedeni olarak tüketimde görülen yavaşlamanın gelecek aylarda tüm reel kesime yansıyabileceği, reel kesimdeki sıkıntıların bankacılık sistemine doğru yaygınlaşmasının ise ekonomik yavaşlamayı daha da belirgin hale getirebileceği uyarısında da bulundu.

Salonda bulunan piyasanın içindeki insanlara sorulduğunda; yatırımların ertelendiği, ciddi nakit sıkışıklığı belirtileri, kapanan şirketler, satış ve siparişlerin düştüğünden söz edeceklerine vurgu yapan Arzuhan Doğan Yalçındağ, ‘ekonominin istihdam ve refah motoru’ olarak tanımladığı KOBİ’lerin de teklemeye başladığını söyledi.

“ÖNCELİK DOĞURGANLIK HIZINI ARTIRMAK DEĞİL”

Konuşmasında ocak ayı verilerine değinen TÜSİAD Başkanı, istihdam rakamlarına bakıldığında geçen yıla göre 278 bin azalma görüldüğünü söyledi.

İstihdamla bağlantılı olarak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Her aileye 3 çocuk’ söylemlerini de hatırlatan Arzuhan Doğan Yalçındağ, şöyle dedi:

“Türkiye genelinde işsizlik oranı yüzde 11.3’e, kentlerde ise yüzde 13.8’e ulaşmış durumda. Genç işsizlik oranımız yüzde 21. Gerileyen talep bu tablonun daha olumsuz bir hal almasına yol açabilir. İstihdam sorununu konuşurken, ‘her aileye 3 çocuk’ sloganına da değinmeden geçemeyeceğim. Nüfus bilimi, hemen hemen kesin projeksiyonlar yapabilen nadir alanlardan biridir. OECD ortalaması yıllık yüzde 0.69 iken, Türkiye’nin yıllık nüfus artışı yüzde 1.69 seviyesindedir. Yapılan projeksiyon çalışmalarına göre, Türkiye’nin nüfus artışı 2050 yılına kadar sürecek ve ondan sonra da sabitlenecektir. 2050 yılında ise nüfusumuzun yüzde 62’si 15-64 yaş grubu içinde yer alacaktır. Yani bugünden başlamak üzere, en az bir nesil süresince Türkiye’nin nüfusunun azalacağını ve çoğunluğunun yaşlılardan oluşacağını söylemek mümkün değildir. Türkiye’nin bugünkü önceliği doğurganlık hızını artırmak değil, ekonomisini ve beşeri sermayesini güçlendirmektir. Bu da eğitimle, üretimle olur. Bırakın doğurganlığın artırılmasını, nüfus artışının bugünkü biçimiyle sürmesi bile, eğer, üretim, istihdam ve eğitimde nicelik ve nitelik artışı sağlayacak politikalar devreye sokulamazsa, yoksunluk, yoksulluk ve cehaletin yanında, daha yüksek genç işsizlik oranı ve artan oranda bölgesel gelir dağılımı bozukluğu ile sonuçlanacaktır. Bu gerçekleri yok sayarak bilimsel hiçbir temeli olmayan bir söylemle ortaya çıkmanın kabul edilebilir bir yanı olmadığı açıktır.”

CARİ AÇIĞIN FİNANSMANI VE ENFLASYON

Kritik bir dönem yaşanırken, siyaset kurumundan daha özelli bir tutum beklediklerini kaydeden Arzuhan Doğan Yalçındağ, aksi takdirde ekonomide karşı karşıya olunan risklerin ve darboğazların aşılmasının çok daha güç olacağını vurgulayıp, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Örneğin sürekli artan cari açığın finansmanı hala çok önemli bir sorunumuz. En büyük ihracaat pazarımız olan AB’de talebin düşmesi Türkiye’nin ihracat artışını yavaşlatacak. Türkiye’nin ihracatının yarısından fazlasını yaptığı 10 ülkenin tamamında büyüme hızı 2008 ve 2009 yıllarında en az 1-2 puan gerileyecek. En çok ihracat yaptığımız ilk üç ülkede ise büyüme hızı en iyi ihtimalle yarıya düşecek. Bütün bunlar Türkiye’nin ihracat performansını kaçınılmaz olarak etkileyecek ve dış ticaret açığımızı büyütecek. Ayrıca, bu açığın finansmanı da zorlaşacak. Çünkü, hem portföy yatırımları, hem de birleşme ve satın almalar azalacak. Nitekim 2008’in ilk çeyreğinde dünya çapında birleşme ve satın almalar 652 milyar dolar ile geçen senenin aynı dönemine göre yüzde 40 düşüş gösterdi ve son dört yılın en düşük seviyesine indi. Ekonomideki bir başka sıkıntı da enflasyon cephesinde ortaya çıkabilir. Tüketici fiyatlarındaki artış yüzde 9.15 ile Mart ayında Merkez Bankası’nın güven aralığının dışına çıktı. Enflasyon beklentilerindeki bozulma ciddi oranda hızlandı. Buna en yüksek katkıyı da son yıllarda hızlı artma eğilimini sürdüren enerji fiyatları ile yakın dönemde sıçrayan gıda fiyatları yaptı.”

“AB MÜZAKERE SÜRECİ HEYECANINI YİTİRDİ”

Arzuhan Doğan Yalçındağ, içinde bulunduğumuz ekonomik daralma sürecinin kontrolü ve derinleşmesinin önüne geçilebilmesi amacıyla kullanılabilecek en önemli araçların AB Müzakere Süreci ve IMF Destekli Makro Uyum Programı olduğunu kaydetti.

Gelecek ay IMF Stand-By Anlaşması’nın süresinin sona ereceğini, AB Müzakere Süreci’nin ise uzun bir süredir heyecanını yitirdiğini bildiren TÜSİAD Başkanı Yalçındağ, “Geçmişte çok önemli bir rol üstlenmiş olan bu araçlarının ikisinin birden zayıflaması, Türkiye ekonomisi için büyük bir risk yaratıyor” diye konuştu.

ÖNERİLERDE BULUNDU

Bu nedenle, öncelikle, IMF ile yapılacak bir tür stand-by anlaşmasının bir an önce açıklanmasının, çıpalardan hiç değilse bir tanesinin yeniden tesis edilmesi anlamına geleceğini belirten Arzuhan Doğan Yalçındağ, şunları söyledi:
“Dezenflasyon sürecinin devamlılığının sağlanması mutlaka ana politika olmalı ve maliye politikası, Merkez Bankası’nın bu süreci yönetmesine yardımcı olmalıdır. Tabi hepsi bundan ibaret değil. Yeni bir büyüme stratejisi oluşturulması, sektör-bölge-proje temelli bir sanayi destek politikasının benimsenmesi ve iletişimin iyi yapılması; para politikasının değişen uluslararası konjoktüre uyum sağlamaya imkan verecek esnekliğe sahip olması; bütçe açığının kontrol altında tutulması; eksik ya da başarısız kalan reformların yeniden gündeme alınarak, beklenti ve risk yönetiminin iyi yapılması; KOBİ’leri destekleyecek bölge, sektör ve işletme bazında düşünülmüş mikro reformların devreye alınması; küresel fiyat ve ticaret dengeleri çernçevesinde tarımsal ürün yapısının yeniden oluşturulması; tarımda, gümrük vergilerinden ve fiyat destekleme politikalarından kaçınarak doğrudan gelir desteğinin daha iyi uygulanması; ertelenmiş yapısal sorunların çözülmesi; öncelikle GAP bölgesinin sulama altyapısının tamamlanması için gerekli kaynakların ayrılması ve özellikle kamu yönetiminin, kadrocu zihniyetten uzaklaşarak, ülkenin en iyi insan sermayesini değerlendiren bir yapıya kavuşturulması da sözünü ettiğimiz önlemlere eklenmelidir. Bu önlemleri zamanında ve eksiksiz devreye sokabildiğimiz takdirde, dünya ekonomisindeki olumsuz gidişatı en az hasarla atlatarak tekrar yüksek büyüme patikasına geri dönmemiz mümkün olacaktır.”

“POLİTİK ŞEKİLLENMELERİMİZDEN VAZGEÇMELİYİZ”

AB sürecinin, Türkiye’nin mikro ekonomik reformları gerçekleştirmesinde de çok temel bir çerçeve sunduğunu anlatan Arzuhan Doğan Yalçındağ, bu sürecin, tekrar tüm hızıyla yürütülüyor olması, hem Türkiye içinde hem de Türkiye dışında, beklentilerin olumluya dönmesinde belirleyici olacağını kaydetti.

Bu yüzden AB sürecine destekleri de tepkilerimizi de kısa vadeli politik gelişmelere göre şekillendirme alışkanlığından vazgeçmek zorunda olunduğunu belirten Arzuhan Doğan Yalçındağ, “AB’ye tam üyelik yolunda yürümek, kimsenin bize dayattığı bir şey değil, toplumumuzun refah, demokrasi ve sosyal gelişme özleminin bir ifadesidir Bu özlemin gereklerini yerine getirme çabalarını engellemeye çalışmak ülkenin geleceğini ipotek altına koymakla eşdeğerdir” dedi.

“LAİK YAPIYA İLERİ DERECEDE GÜVENCE”

Siyasette ve toplumda uzun süredir görülmeyen bir kutuplaşma içinde olunduğunu da vurgulayan Arzuhan Doğan Yalçındağ, “Küresel çalkantı ortamında yavaşlayan bir ekonomi, ciddi riskleri yönetmemizi gerekli kılıyor. Böyle bir ortamda kutuplaşmayı sürdürmekte ısrar etmek, herkesin kaybetmesi anlamına gelecektir. Oysa siyaset, herkesin kazanacağı formülleri üretme sanatıdır. İlk önce kuvvetler ayrımına dayalı, laik yapısı ileri derecede güvence altına alınmış, bireysel ve kolektif hakları çağdaş ölçülerde geliştirilmiş, hukuksal temeli ve yargı bağımsızlığı güçlendirilmiş demokratik bir Türkiye üzerinde mutabakat sağlamalıyız. Bu çabalarımızı sürdürürken, eş zamanlı olarak, ekonomik gündeme ve reformlara odaklanmalı, ekonomimizi, dış şoklara karşı daha dirençli ve ilk uygun fırsatta atılım yapacak hale getirmeliyiz” diye konuştu.

Bunlara paralel olarak, siyasette ve kamu yönetiminde, kadınlara ön planda yer veren bir tutum sergilenmesini kaydeden Arzuhan Doğan Yalçındağ, şunları söyledi:
“Ülkenin en iyi insan sermayesini, topluma ve dünyaya güven verecek şekilde, liyakat ilkelerini temel alan bir anlayışla kullanabilmeliyiz. Bu noktalardaki başarımız bizi ister istemez Avrupa ile olan ilişkilerimizde rahatlatacak ve Türkiye, siyasi disiplin ve saydamlık içinde AB ile müzakerelerini sürdürebilecektir. Nihai Hedefimiz, Türkiye’nin ‘yükselen bir ülke’ olmaktan gelişmiş bir ülke olmaya doğru ilerlemesini hızlandırmak olmalıdır. Her zaman söylediğimiz gibi, TÜSİAD bu doğrultudaki gayretleri, hangi yönden gelirse gelsin, desteklemekten geri durmayacaktır.”

KONUKLARA SIRA GECESİ

TÜRKONFED yöneticileri onuruna Dedeman Oteli’nde Şanlıurfa Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (ŞUSİAD) ev sahipliğinde geleneksel sıra gecesi düzenlendi.

Sıra gecesine Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın yanı sıra Şanlıurfa Valisi Yusuf Yavaşcan, Belediye Başkanı AKP’li Ahmet Eşref Fakıbaba, Şanlıurfa Ticaret Odası Başkanı İsmail Demirkol, TÜRKONFED Başkanı Celal Beysel ve Doğu ve Güneydoğu Sanayici ve İşadamları Federasyonu (DOGÜNSİFED) Başkanı Şeyhmus Akbaş ile çok sayıda işadamı katıldı.

Konuklara ŞUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Fethi Baytekin tarafından plaket verildi. Arzuhan Doğan Yalçındağ da, Vali Yusuf Yavaşcan’a toplantıya katkılarından dolayı bir plaket verdi. Şanlıurfa Belediyesi sıra ekibinin seslendirdiği Urfa türküleri eşliğinde unutulmaz bir gece yaşayan Arzuhan Doğan Yalçındağ, gelen konukların masalarını tek tek dolaşarak, işadamlarıyla tokalaştı.

VALİ’DEN HEDİYE MIRRA TAKIMI
Toplantı öncesinde Şanlıurfa Valisi Yusuf Yavaşcan, beraberinde getirdiği üç mırra takımını TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, TÜRKONFED Başkanı Celal Beysel ve Akbank Genel Müdürü Zafer Kurtul’a hediye etti. Bakır işlemeli cezve ve fincanlardan oluşan mırra takımının sunulması sırasında Vali Yavaşcan, konuklara mırra kahvesinin tarihçesini anlatıp, bilgiler verdi. 

Hileli enflasyon istifası

 Arjantin’de hileli enflasyon ölçümüne karşı çıkan Ekonomi Bakanı Martin Lousteau, baskılar üzerine istifa etmek zorunda kaldı. Kabinenin en genç üyesi olan Lousteau (36), enflasyonu düşük gösteren yeni tüketici fiyatları endeksine karşı çıkıyordu.

BEŞ ay önce kurulan Arjantin Devlet Başkanı Christina Fernandez de Kirchner’in kabinesi ilk firesini verdi. Enflasyonu düşük gösteren yeni tüketici fiyatları endeksi yüzünden Ticaret Bakanı ile dalaşan kabinenin en genç üyesi Martin Lousteau (36), Ekonomi Bakanlığı’ndan istifa etti. Lousteau, devlet ile çiftçileri karşı karşıya getiren tarım ürünlerine yönelik ihracat vergisinin artırılmasının da mimarıydı.

2001-2002 yılında büyük bir ekonomik kriz yaşayan Arjantin, son 5 yıldır yılda yüzde 8’lik büyüme kaydederek toparlanma sürecine girmişti. Christina Fernandez kabinesinde, bir devlet bankasının başında bulunan Martin Lousteau’ya eknomi bakanlığını vermişti. Genç ekonomist, London School of Economics mezunuydu. Kocası Nestor Kirchner’den sonra başkan seçilen Cristina Fernandez, ağırlıklı olarak hükümetinde eski bakanlara yer vermişti. Bu nedenle eskiler, Lousteau’yu bir türlü benimseyemedi.

ENFLASYON SEPETİ TARTIŞMASI

Arjantin’de enflasyon resmi rakamlara göre yıllık yüzde 8.5, bağımsız rakamlara göre ise yüzde 20’yi buluyor. Hükümet ise borçlarını daha düşük bir faizle ödeyebilmek için enflasyonu düşük göstermeye çalışıyor. Nestor Kirchner döneminden itibaren INDEC ulusal istatistik bürosunda kadrolaşma başladı, nihayetinde kurumun başına da başkana yakın bir isim getirildi. Cristina Fernandez döneminde ise enflasyonla mücadelenin takibi kabinenin güçlü ismi İç Ticaret Bakanı Guillermo Moreno’ya verildi. Moreno, enflasyonu düşük gösteren yeni tüketici fiyatları endeksinin destekçisiydi. Lousteau ise endekste hile yapılmasına karşı çıkıyordu. Bakanlar arasındaki gerilimin ardından Ekonomi Bakanı’nın istifa edebileceği söylentisi çıktı.

ÇİFTÇİ KRİZİ

Ekonomi Bakanı Lousteau, zaten soya fasulyesine ihracat vergisini artırma hamlesi yüzünden ekonomiyi neredeyse durma noktasına gelmişti. Yılda tarım ürünü ihracatından 15 milyar Euro kazanan Arjantin’de soya üretimi önemli bir kalemi oluşturuyordu. Vergi artırımına karşı çıkan çiftçiler, üç hafta boyunca yolları ulaşıma kapadı. Gıda malzemesi taşıyan kamyonların girmesine izin verilmediği kentlerde yiyecek sıkıntısı başladı. Hükümet bir takım tavizlerle, çiftçileri bir ay boyunca eylemden vazgeçmeye ikna edebildi. Lousteau, 2 Mayıs’ta dolacak olan bir aylık süreyi beklemeden baskılar üzerine istifa etmeyi tercih etti. Yerine ise AFIP vergi dairesinin başında bulunan, Kirchner çiftine yakın bir isim olan Carlos Fernandez’in getirilmesi bekleniyor.
 

Dünya Türk İşadamları Zirvesi İstanbul'da yapılacak


DEİK bünyesinde Dünya Türk İşadamları Konseyi'nin kurulma aşamasında, yurt dışında faaliyet gösteren 47 ülkeden 100'ü aşkın Türk iş adamı dernekleri, oda ve benzeri kuruluşların temsilcileri ile iletişime geçmiş önemli Türk iş adamları ve uluslararası firmaların tepe yöneticileri, İstanbul'da yapılacak "Dünya Türk Dış Ekonomi Zirvesi"nde bir araya gelecek.

DEİK'ten yapılan yazılı açıklamada, 4 Mayıs Pazar Günü Dünya Türk İşadamları Genişletilmiş İstişare Kurulu Toplantısında, Türk iş adamlarının yabancı ülkelerdeki iktisadi ve toplumsal faaliyetlerini desteklemek, aralarında koordinasyon ve güç birliği sağlayarak kişisel ve toplumsal menfaatlerini ulusal menfaatlerle birleştirmek, böylece bir sinerji yaratarak daha etkin olmalarını sağlamak amacıyla kurulacak olan konsey faaliyet hedeflerinin ve yöntemlerinin müzakere edilmesi ve güçlü bir başlangıç yapılmasının amaçlandığı kaydedildi.

5 Mayıs Pazartesi günü de devam edecek zirveye 200'ü aşkın katılımcının davetli olduğu belirtilen açıklamada, Türkiye'nin global ölçekli ekonomik, kültürel, sosyal, siyasi tanıtım ve desteklenmesine yönelik gereksinimlerinin, resmi temsil makamları dışında kurumsal kalıcılığı olan yeni bir sivil toplum örgütlenmesi ihtiyacının Dünya Türk İşadamları Konseyi ile karşılanmasının amaçlandığı kaydedildi.

Türkiye'de 2001'deki gibi kriz olması söz konusu değil


Türk Ekonomi Bankası (TEB) Genel Müdürü Varol Civil, “Türkiye'de 2001'deki gibi bir ekonomik krizin söz konusu olmadığını” belirtti.

Civil, TEB tarafından hazırlanan ve kentin yatırım alanlarını ortaya çıkaran raporun Adana Valisi İlhan Atış'a sunulması sırasında yaptığı konuşmada, “İller İçin Gelecek Stratejisi” konferansının altıncısını Adana'da düzenlediklerini söyledi.
Adana'nın köklü bir üretici ve sanayici geleneğine sahip olduğuna dikkati çeken Civil, Türkiye sanayisinde söz sahibi pek çok ailenin bu kentten çıktığını kaydetti.

Çukurova'nın çağlar boyunca ticaretin ve üretimin merkezi olduğunu ifade eden Civil, “Türkiye'nin 500 büyük sanayi kuruluşu arasında yer alan 18 büyük sanayi kuruluşu, Türkiye'nin üçüncü büyük organize sanayi bölgesi, dünyanın en büyük serbest bölgesi ile Adana, ülkemizin çoğu kentinden daha şanslı konumda” dedi.

TEB tarafından hazırlanan çalışmanın kentin gelecek stratejisini ve bunu oluşturan kısa ve orta vadeli hedefleri içerdiğini anlatan Civil, raporun takipçisi olacaklarını söyledi.

Civil, raporda ortaya çıkan en çarpıcı sonuçlardan birinin ise 'kentte heyecan ve motivasyon eksikliği' bulunduğunun anlaşıldığını belirterek, bu durumun gelişmenin önündeki en büyük engellerden olduğunu bildirdi.

'Türkiye'de ekonomik kriz yaşanacak' şeklinde öngörülerde bulunulduğunu hatırlatan Civil, “Türkiye'de 2001'deki gibi bir kriz olması söz konusu değil. 2001'deki finansal bir krizdi. Şu andaki ise üretim alanından kaynaklanıyor ve dünya genelinde yaşanıyor” dedi.

İşletme Geliştirme Danışmanı Mehmet Sanlı'nın sunumunun ardından hazırlanan rapor Vali Atış'a teslim edildi.
Atış, emeği geçenlere teşekkür ederken, raporun kentin gelişimine büyük katkı sağlayacağına inandığını söyledi.
Valilikteki toplantıya, Yüreğir İlçe Kaymakamı Abdullah Dölek, Seyhan İlçe Kaymakam Vekili İsmail Hakkı Develi, Çukurova Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Alper Akınoğlu, Adana Sanayi Odası Başkanı Ümit Özgümüş, vali yardımcıları ve işadamları ile çeşitli dernek temsilcileri katıldı.

ABD ekonomisi yüzde 0,6 büyüdü
 ABD ekonomisi yılın birinci çeyreğinde yüzde 0,6 büyüdü.

Ticaret Bakanlığının açıkladığı verilere göre, ABD'de gayri safi yurtiçi hasıla, Ocak-Şubat-Mart aylarını kapsayan ilk çeyrekte, beklentilerden daha güçlü şekilde, yüzde 0,6 oranında büyüme kaydetti. Ekonomi, bir önceki çeyrekte de yüzde 0,6 büyümüştü.

Gayri safi yurtiçi hasılaya ilişkin veriler, 1. çeyrek performansına ilişkin ilk ölçümleri yansıtırken, veriler, önümüzdeki aylarda iki kez revize edilecek.

Veriler, Amerikan Merkez Bankasının (FED) dün başlayan ve bugün sonuçlanacak faiz oranlarında çeyrek puan indirim beklenilen toplantısı öncesinde önem taşıyor.

Türkiye Finans NCB'ye satıldı

 Türkiye Finans Katılım Bankasının ortakları Boydak Grubu ve Ülker Grubu, bankanın yüzde 60 hissesinin Suudi Arabistan merkezli The National Commercial Bank'a (NCB) devir işlemlerini tamamladı.

Ülker ve Boydak grupları, ellerinde bulundurdukları yüzde 20'şer hisseyle banka yönetiminde stratejik ortaklık misyonunu sürdürecek. NCB'nin Suudi Arabistan'da sahip olduğu faizsiz bankacılık deneyimi, Türkiye Finansın pazardaki konumuna katkıda bulunacak.

Devir işlemlerinin tamamlanması dolayısıyla İstanbul'da düzenlenen basın toplantısında konuşan NCB Üst Yöneticisi (CEO) Abdülkerim Abu Alnasr, 1 Nisan'ın çok önemli bir tarih olduğunu ifade ederek, "Bizim için tarihi bir gün" dedi.
Alnasr, NCB'nin 55 yıllık bir tarihe sahip olduğunu hatırlatarak, Suudi Arabistan dışına açılmayı düşündüklerinde, öncelikle Türkiye'ye gelmeye karar verdiklerini, Ülker ve Boydak grupları ile çalışmaktan büyük memnuniyet duyduklarını ve bu ortaklığın büyük fırsatlar sunduğunu söyledi.

Türkiye'deki finans sektörünün, bu ortaklıktan fayda göreceğini ifade eden Alnasr, "Türkiye, büyüyen bir ekonomi. İki grubun yeteneklerini birleştirerek en önde olacağız. Bu bankayı büyütmeyi umut ediyoruz. Arzumuz, daha iyi, daha büyük bir banka oluşturmak ve daha geniş hizmetler sunmak. Sektörümüzdeki yeteneğimiz ve sinerjimizin yüksek performansa sahip bu organizasyonu daha da güçlendireceğine inanıyorum. Ortaklığımız sayesinde birbirimizden öğreneceklerimiz ile daha başarılı işlere imza atacağız" şeklinde konuştu.

Gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Alnasr, bölgesel olarak genişlemeyi umduklarını ifade ederek, "Bir takım cazip ülkeler var. Mısır ve Orta Doğu'da başka ülkeler gibi... Bölgede bu fırsatları değerlendiriyoruz" dedi.

Alnasr, Türkiye'de son dönemde meydana gelen gelişmeleri değerlendirirken de, bu gelişmelerin bazı soruları akla getirdiğini, ancak ekonomide önemli gelişmeler kaydedildiğini vurgulayarak, "Bu bölgeye farklı bakıyoruz. Çünkü burası ana vatanımız. Bölgede bu tür olaylar olabiliyor. Bu, bizim bölgemizin heyecanının bir parçasını oluşturmaktadır" dedi.

"BAZI KİLİT PAZARLARDA YER ALMAK İSTİYORUZ"

Abdülkerim Abu Alnasr, bazı kilit pazarlarda yer almak istediklerini ifade ederek, Türkiye'nin, büyük bir ülke olduğunu ve kritik bir nüfusu bulunduğunu, son derece önemli reformlar gerçekleştirdiğini, NCB'nin 18-19 yıllık katılım bankacılığı tecrübesi olduğunu, bu ortaklık ile çok önemli sinerji ve strateji oluşturabileceklerini söyledi.
Türkiye'de katılım bankacılığının çok küçük olduğunu belirten Alnasr, katılım bankacılığına küresel bir ilgi olduğunu, Türkiye Finans ile bu işi geliştirebileceklerini kaydetti.

Katılım bankacılığı işinin dünyada 2010'da 1 trilyon dolara ulaşmasının beklendiğini ifade eden Alnasr, bir soru üzerine, "Elimizi taşın altına koyuyoruz. Türkiye Finansın hisselerinin yüzde 60'ını aldık. Bunun yerine yüzde 15'ini de alırdık. Ama biz yüzde 60'ını aldık. Çünkü büyük bir taahhütte bulunuyoruz. Bankacılığa bağlı kalacağımıza, büyümesine bağlı kalacağımıza dün yemin ettik" diye konuştu.

"NCB, TÜRKİYE FİNANSIN BÜYÜMESİNE HIZ KATACAK"

Türkiye Finans Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Boydak da yorucu bir sürecin sağlıklı bir şekilde tamamlandığını ifade ederek, NCB'nin, attığı bu adımın çok doğru olduğunu ve en doğru adreslerden birine geldiğini söyledi.

Boydak, NCB'nin faizsiz bankacılık uzmanlığı ve geniş ürün yelpazesinin, Türkiye Finansın büyümesine hız katacağını belirterek, NCB'nin bölgesinde önemli bir gücü bulunduğunu, Türkiye Finans ile de ayrı bir güç kazanmış olacağını, Türkiye Finansın NCB'ye karlılık anlamında da katkı sağlayacağını kaydetti.

Hisse satışı bedelinin yaklaşık 1 milyar 180 milyon dolar olduğunu, 2007 hedeflerini yüzde 98,5 oranında gerçekleştirdiklerini ve bundan sonraki dönem için daha da fazla büyüme planları bulunduğunu ifade eden Boydak, "İstikrarlı, sindirerek büyüme hedefimiz. Bankacılıkta önce emniyet kurallarına dikkat edeceksiniz" dedi.

Dün itibarıyla yeni yönetim kurulunu oluşturduklarını, yönetim kurulunda NCB'den Abdülkerim Abu Alnasr'ın da aralarında bulunduğu 4 kişinin yer aldığını bildiren Boydak, hisse satışından gelecek paranın yeni yatırımlarda, borç kapatmalarda ve yeni dönemde sermaye artışında kullanılabileceğini düşündüğünü kaydetti.
Mustafa Boydak, şu anda halka açılmayla ilgili alınmış bir karar bulunmadığını da bildirdi.

"1 NİSAN ŞAKASI GİBİ..."

Türkiye Finans Genel Müdürü Yunus Nacar ise, "Bugün 1 Nisan şakası gibi bir gün. Bir yıldan beri sürdürdüğümüz çalışmalar sanki bir günde bitmiş gibi... Dün Genel Kurulu yaptık, hisse devrini gerçekleştirdik" dedi.

Nacar, Türkiye Finansın "Bankamız hepimiz için", NCB'nin de "Hepimiz biriz" sloganları bulunduğunu, NCB ile felsefelerinin ve bankacılığa bakış açılarının aynı olduğunu söyledi.

Türkiye'de mevduat sahiplerinin yüksek karı ve hangi banka kuvvetliyse onu tercih ettiğini dile getiren Nacar, kira sertifikaları ve gelir ortaklığı senetleriyle ilgili çalışmalarının devam ettiğini, NCB'nin Suudi Arabistan'da çok etkin çalıştığı ürünler bulunduğunu, NCB'nin kullandığı ürünleri Türkiye'ye adapte etmenin gayreti içerisinde olacaklarını söyledi.

Verilen bilgiye göre, Türkiye Finansın yeni Yönetim Kurulunda Başkan Mustafa Boydak'ın yanı sıra, Yönetim Kurulu Üyesi olarak Abdülkerim Abu Alnasr, Don Hill, Faisal Al Sakkaf, Abdulrazak M. Elkhraijy, Yunus Nacar ve Atilla Kurama yer alıyor.

Türkiye Finans, 2007 yılında 126 milyon dolar net kar elde ederken, aktif toplamını 4,8 milyon dolara yükseltti. NCB ise 2007 yılında 1,6 milyar dolar net kar elde ettiğini açıkladı. NCB'nin toplam aktif büyüklüğü 55,7 milyar dolara ulaştı.

Adalet Bakanı Şahin: Ekonomi olumsuz etkileniyor

Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, Anayasa Mahkemesi’nin AKP’nin kapatma davasına ilişkin verdiği kararı değerlendirdi.

Şahin, “Bu konunun sürekli gündemde kalması ekonomiyi olumsuz yönde etkiliyor. Biz ekonominin zarar görmemesi için titiz davranıyoruz, herkes de bu şekilde davranmalı” dedi.

AKP’nin Meclis’teki grup toplantısı öncesi gazetecilerin sorularını yanıtlayan, Adalet Bakanı Şahin kapatma davasıyla ilgili, “Yargı süreci kendi çerçevesinde devam ediyor. Hükümet ve Meclis iş başında. Dava kendi seyrinde, usulü dahilinde devam eder” değerlendirmesinde bulundu. Şahin, bu konunun gündemde tutulmasıyla ekonominin büyük zarar göreceğini öne sürerek, “Biz ekonominin zarar görmemesi için titiz davranıyoruz. Herkes de bu konuda titiz davranması gerekir. Herkes kendi işine baksın, biz de kendi işimize bakıyoruz” dedi.

Şahin, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün durumuyla ilgili de, Cumhurbaşkanının, siyaseti bıraktığını, üyesi olduğu siyasi partiden istifa ettiğini belirterek, “Bu konunun tartışmaya açılması demokrasiye gölge düşürür” dedi. Şahin, AKP’li kurmayların parti kapatmasını zorlaştıracak Anayasa değişikliği konusunu değerlendirirken de, “Ben, hükümet adına bazı değerlendirmelerde bulundum. Bu konu partinin işi, gerekeni parti yetkilileri yapar” diye konuştu. 


Kadıköy’de 515 milyon Euro’luk gece

 2 milyar 148 milyon değere sahip 8 takımın Şampiyonlar Ligi heyecanı yeniden başlıyor.

 Çeyrek finale kalan 8 takım arasında yer alan Fenerbahçe 92 milyon 500 bin Euro değere sahip. Rakibi Chelsea ise 422 milyon 500 bin Euro’luk değeri ile en pahalı takım. Yarın akşam Kadıköy’de karşılaşacak olan iki takımın toplam değeri ise 515 milyon Euro’yu buluyor.

ŞAMPİYONLAR Ligi’nde çeyrek finale kalan 8 takımın futbolcularının değeri 2 milyar 148 milyon Euro olarak hesaplanıyor. Fenerbahçe’nin (FB) çeyrek finaldeki rakibi Chelsea ligin en pahalı takımı olurken, Fenerbahçe 92 milyon 500 bin Euro’luk değeriyle 8 takım arasında sonuncu sırada yer alıyor. Yarın akşam İstanbul Kadıköy Şükrü Saracoğlu Stadyumu’nda karşılaşacak olan iki takımın toplam değeri ise tam 515 milyon Euro’yu buluyor. Şampiyonlar Ligi’nde son 8 takım arasına kalan İspanyol Barcelona ise tam 420 milyon 700 bin Euro’luk kadrosuyla ikinci sırada yer alıyor.

3 OYUNCUSU FB’YE BEDEL: 422 milyon 500 bin Euro’luk değeri ile dikkat çeken İngilizler’in güçlü ekibi Chelsea’nin üç oyuncusu ise Fenerbahçe’nin toplam değerini geçiyor. Adanın en pahalı futbolcuları arasında da yer alan Didier Drogba, Frank Lampard ve kaleci Petr Cech’un toplam değeri 100 milyon Euro’yu aşıyor. İngilizler’in ilk 11’inde yer alan en ucuz oyuncu ise 7 milyon Euro değeriyle Paulo Ferreira. Bir zamanlar Fenerbahçe’nin de formasını giyen Fransız yıldız Nicolas Anelka’nın değeri ise 22 milyon 500 bin Euro’ya yakın.

ALEX FB’NİN EN PAHALISI: Şampiyonlar Ligi’nde en pahalı takım ile karşılaşacak olan Fenerbahçe’nin (FB) kadrosundaki en değerli futbolcusu ise Alex. 13 milyon Euro’luk bir değere sahip olan Alex’i, 7 milyon 500 bin Euro ile Diego Lugano takip ediyor. 34 yaşındaki dünyaca ünlü Brezilyalı yıldız Roberto Carlos’un değeri ise 5 milyon 500 bin Euro’yu buluyor. Chelsea’nin eski yıldızı Fenerbahçe’nin golcüsü Mateja Kezman ise 6 milyon Euro’luk bonservis değeriyle dikkat çekiyor.

4 İNGİLİZ 1.3 MİLYAR EURO: Avrupa’nın en pahalı futbolcularına sahip İngiltere’den 4 takım Şampiyonlar Ligi’nde son 8 takım arasında yer alıyor. Bu dört kulübün toplam futbolcu değerleri ise 1.3 milyar Euro’yu geçiyor. İngiliz takımları arasında 422 milyon 500 bin Euro’luk değeri ile Chelsea başı çekerken, 343 milyon 100 bin Euro değeriyle Manchester United İngiliz kulüpleri arasında 2’inci sırada yer alıyor. İngilizlerin efsanevi kulübü Liverpool’un değeri 287 milyon 600 bin Euro’yu buluyor.

BARCELONA 2’NCİ SIRADA: Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale kalan 8 takım arasında Fenerbahçe’nin yanı sıra 4 İngiliz, 1 İtalyan, 1 İspanyol ve 1 Alman takımı bulunuyor. Bu kulüpler arasında Chelsea’yi 420 milyon 700 bin Euro değeriyle Barcelona takip ediyor. İtalyanların güçlü ekibi Roma ise 221 milyon 150 bin Euro’luk kadroya sahip. 112 milyon 450 bin Euro’luk futbolcuya sahip olan Almanların ünlü kulübü Schalke 04 ise 8 takım arasında 7’inci sırada yer alıyor.

Maç, Kadıköy’de 3 milyon Euro’luk ekonomi yaratacak

YARIN akşam Türkiye’deki en önemli maçlardan birine ev sahipliği yapacak olan Şükrü Saracoğlu Stadı ve çevresinde büyük bir ekonomi oluşması bekleniyor. Özellikle Fenerbahçe için önem taşıyan maçlardan önce stadyumda ve çevresinde yaklaşık 3 milyon YTL’lik bir ekonomi oluşuyor. Stat çevresi ve Kalamış’taki kafeterya ve restoranlar doluyor, yaklaşık 10 bin araç için otopark harcaması yapılıyor. Stattaki Fenerium mağazasından yapılan satış ise 4’e katlanıyor. Tüm bu harcamalar ise 3 milyon YTL’ye ulaşıyor.
 

ABD ekonomisi, yılın ilk yarısında küçülebilir


 ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı Ben Bernanke, ABD ekonomisinin, yılın ilk yarısında küçülebileceğini söyledi.

ABD Kongresi Karma Ekonomi Komisyonunda, Kongre üyelerine konuşan Bernanke, Amerikan ekonomisindeki durgunluğu ima ederek, ekonominin hafif de olsa küçülebileceğini kaydetti.

Konut, kredi ve mali kriz üçlüsünün, Amerikan ekonomisini vurduğunu belirten Bernanke, Hükümetin, likiditeyi artırmayı hedefleyen 168 milyar dolarlık ekonomik destek paketi ile faiz indirimlerinin de etkisiyle, yılın ikinci yarısında ve gelecek yıl, ekonominin yeniden büyümeye geçebileceğini söyledi.

Ekonomideki tüm gerekli ekonomik ve mali ayarlamaların gerçekleştirildiğini ifade eden Bernanke, bu nedenle, ABD ekonomisinin, yılın ikinci yarısından itibaren ekonomik büyümeye geri dönebileceğini vurguladı.

Afganistan için sivil girişim gerek

 Bükreş’teki NATO Zirvesi eşsiz bir toplantı niteliğinde. İlk kez, Afganistan’daki NATO yönetimindeki 39 ulusun liderleri, Başkan Karzai, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri ve Avrupa Birliği ile diğer başlıca uluslararası kuruluşların üst düzey yetkilileri ile bir araya gelecek.

Bu toplantı, sadece Afganistan’ı destekleme taahhüdümüzün bir teyidi niteliğinde değil. Afganistan’a destek taahhüdümüzde yeni bir aşamaya da geçilecek. Önceden, ağırlıklı olarak askeri olan bir girişim, yerini sivil çabalara ve Afganistan’ın sahiplenilmesine daha fazla önem veren, dengeli bir yaklaşıma bırakacak.

Yaklaşık beş yıl önce NATO’nun, BM’nin görevlendirdiği ISAF operasyonunun komutasını aldığından beri, amacımız açık olmuştur. Afganistan Hükümeti’nin ülke çapında egemenliğini yaymasına yardımcı olmak; hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi ve yolsuzluklarla mücadeleyi teşvik etmek; sosyal ve ekonomik gelişme ile ulusal uzlaşmanın tesisi için güvenli bir ortam sağlamak.

EKONOMİ GÜÇLENİYOR

Başlangıçta bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için üç unsurun birleşmesi gerekiyordu: NATO ve tabura katkıda bulunan diğer ülkeler başlangıçta güvenliğin aslan payını sağlayacaklardı. Bu güvenli ortam uluslararası toplumun devreye girip sosyal ve ekonomik gelişme için gerekli desteği sağlamasına imkan verecekti. Aynı zamanda, Afganistan hükümeti hakimiyetini tedricen tüm ülkeye yayacaktı.

2001’de Taliban’ın düşmesinden sonra, Afganistan sürekli ilerleme sağlamıştır. Artık milyonlarca çocuk okullara gitmektedir; sağlık koşullarından yararlanma imkanı on kat artmıştır, milyonlarca mülteci geri dönmüştür. İyi yönetimin uygulandığı alanlarda güvenlik yüksek seviyeye çıkmış, uyuşturucu üretimi azalmıştır. Meşru Afgan ekonomisi güç kazanmaktadır.

Güvenlik yönünden kaydedilen gelişmeler de teşvik edicidir. 2001 yılında hiç bir Afgan güvenlik gücü yokken, Mayıs’a doğru 70 bin kişilik güçlü bir ordu, bir o kadar da polis gücü olacaktır. En önemlisi, Afgan Ulusal Ordusu (AUO) savaşabileceğini göstermiştir. AUO şu anda Afganistan’da yürütülen dokuz ana operasyonda yer almakla kalmayıp, altısını yönetmektedir.

İşte bu gelişme genel yaklaşımımızı yeniden şekillendirmemizi sağlayacak. Şu ana kadar büyük ölçüde uluslararası güçler tarafından gerçekleştirilen güvenliği sağlama görevi gittikçe Afganlıların kendilerine bırakılacak. Bu da NATO/ISAF’ın gittikçe destekleyici ve yol gösterici bir rolü üstlenmesine imkan verecek.

İlk adımları açıkça görebilmemize rağmen - bu değişiklik bir gecede gerçekleşmeyecek. Yakın gelecekte, ISAF zaruri olmaya devam edecektir. Ayrıca, bu gelişme müttefiklerin daha fazla iş yapmaları gereğini değiştirmemektedir. Örneğin, ISAF’ın azami etkinlikte görev yapabilmesi için mevcut ulusal uyarılara son verip eksiklikleri doldurabiliriz ve doldurmalıyız. Ancak, yeni yaklaşım ilgili olduğu konuya daha fazla ağırlık verecektir: bir yandan sivil çabalara, diğer yandan artan bir Afgan sorumluluğuna.

KAPSAMLI YAKLAŞIM

Açıkçası, henüz o noktada değiliz. Bu stratejinin işlemesi için önemli başka bir adım daha gerçekleştirilmelidir: NATO ve uluslararası topluluğun geri kalan kısmı kurumsal engelleri yıkmalı, sivil ve askeri girişimleri sorunsuz bir şekilde bir araya getirecek gerçek bir Kapsamlı Yaklaşımı hayata geçirmeliyiz. Uluslararası girişimleri daha iyi koordine etmek amacıyla yeni bir BM Üst Düzey Sivil Temsilcisinin atanması bu yönde önemli bir adımdır, ancak daha yapılacak çok iş vardır.

NATO kendine düşen görevi yerine getirmeye hazırdır. Bükreş’te gerçekleşen Zirve’de ISAF’daki ortaklarımızla geliştirdiğimiz kapsamlı bir politik askeri planı onaylayacağız. Başlıca öncelikler ve gelişmeye yönelik tedbirlere odaklı, ileriye doğru açık ve gerçekçi bir yol sağlayacaktır. Bu bize, aynı zamanda, Afganistan Hükümeti, diğer uluslararası kuruluşlar ve STK’lar ile daha etkin bir şekilde etkileşim sağlama yönünde yol gösterici olmaktadır.

Örneğin, AUO’nun eğitimini daha fazla nasıl geliştirebileceğimizi, ISAF’ın Afganistan’da uyuşturucularla savaşa desteğini nasıl artırabileceğimizi inceleyeceğiz. İl İmar Timleri (İİT’ler) çerçevesinde sivil-askeri işbirliğini geliştireceğiz, sivil kuruluşlarla diyaloğumuzu pekiştireceğiz ve BM Üst Düzey Temsilcisi gibi başlıca aktörlerle etkin koordinasyon mekanizmaları geliştireceğiz. Dünya Bankası, Japonya ve diğer uluslararası aktörlerle, Afganistan’ın ekonomik inşaasına daha iyi destek sağlayabilmenin yollarını araştıracağız. Ve bölgesel bir yaklaşımın gereğini kabul ederek, Afganistan’ı Pakistan ile yapıcı bir diyalog kurması için destekleyeceğiz.

Bu kolay olmayacaktır ve bir günde gerçekleşmeyecektir. Afganistan söz konusu olduğunda, uluslararası toplumun sabra ihtiyacı vardır. Bugünkü toplantı, Kapsamlı Yaklaşımın sonunda teoriden pratiğe dönüştüğünü göstermektedir. Afganistan’ın güvenliği, dolayısıyla bizim de güvenliğimiz, taze bir yaklaşımdan açıkça fayda görecektir.
 

Kayıhan: Reel sektörün kaosa tahammülü yok

 Ankara Organize Tekstil Sanayi Sitesi (ANTEKS) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Süreyya Kayıhan, son günlerde siyasetin her şeyin önüne geçtiğini, endişe verici bir kutuplaşma ve gerilim atmosferinin doğduğunu belirterek, "Reel sektörün kaosa tahammülü yok" dedi.

Kayıhan, yaptığı yazılı açıklamada, küresel sert rüzgarların estiği bir dönemde ekonomiye birinci önceliğin verilmesi gerektiğini ifade etti.

ABD kaynaklı finansal dalgalanmanın boyutunun her geçen gün derinleştiğine dikkati çeken Kayıhan, Türkiye açısından bu sürecin kayıpsız atlatılması için alınacak önlemlerin acilen belirlenmesi gerektiğini kaydetti.

İşsizlik, terör, cari açık, iç ve dış borçlar, kayıt dışı ekonomi konularında kalıcı çözümler üretilmesi gerektiğini belirten Kayıhan, şöyle dedi:

"Ülkenin başka gündem maddeleriyle meşgul edilmesi ekonomide gelecek adına endişelerimizi artırıyor. Ülkenin gereksiz tartışmalar içine sürüklenmesine ve ülkemizde bir kaos ortamı yaşanmasına reel sektör olarak kesinlikle tahammülümüz yok.

Büyümenin devamı, yatırımların artmasına bağlı. Acilen yatırımları destekleyecek yeni mekanizmaların devreye sokulması gerekiyor. Küresel dalgalanmanın yaşandığı bu süreçte sanayicinin küçük desteklere her zamankinden daha çok ihtiyacı var."


Kriz ’eski moda ekonomi’leri az etkiledi, Türkiye zorlanabilir


 Wall Street Journal gazetesinde yer alan bir analize göre, ABD’de başlayıp dünyaya yayılan krizden "Eski moda ekonomiler krizden, büyümek için borçlanan ekonomilerden daha az etkilendi" dersini çıkarmak gerekiyor. Gazeteye göre, Türkiye yüksek dış borçlar nedeniyle zor dönem geçirecek ülkeler arasında yer alıyor.

DÜNYA 21’inci yüzyılda uluslararası anlamda yaşanan ilk krizle baş etmeye çalışırken, ABD’li yayın organı Wall Street Journal’a göre, ABD’de başlayıp dünyaya yayılan krizden çıkarılacak en büyük ders "Bazı eski moda ekonomiler krizden büyümeyi desteklemek için borçlanan ekonomilerden daha az etkilendi" ana fikriyle ön plana çıkıyor. Gazetenin analizine göre Türkiye’de yüksek dış borçlar nedeniyle zor bir dönem geçirilmesi bekleniyor.

BÜYÜME YAVAŞLIYOR: ABD’de başlayan krizle birlikte dünyada hızı bir düşüş eğilimine giren büyüme ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı Ben Bernanke’yi bile pesimist konuşmalar yapmak zorunda bıraktı. Bu krizin sonunda Amerika’da resesyon ihtimali yüksek görülüyor ve önümüzdeki çeyreklerde daha düşük büyüme oranları bekleniyor. Bir yıl önce yüzde 4.7 olan global büyümenin bu yıl yüzde 3.8’e kadar ineceği öngörülüyor.

BU İLK KRİZ DEĞİL: Oysa dünya krizlere hiç de yabancı değil. 1970’lerde meydana gelen petrol krizinden bu yana dünya bir şekilde krizlerle baş etmeye çalışıyor. 1980’lerde ortaya çıkan kredi krizi ve 1990’larda yaşanan AB para krizi, Rusya Krizi ve Asya krizi gibi çok sayıda ekonomik bunalım Meksika’dan Arjantin’e Brezilya’dan Asya’ya ve Rusya’ya kadar birçok ülke ve bölgeyi vurup geçti. Ancak, aynı ülkeler bugün krizden geçmişte olduğu gibi etkilenmiyor. Kriz bu ülkelerden bir kısmının büyümesini bile tetikliyor.

AVANTAJA ÇEVİRDİlER: Rusya, Brezilya ve Asya ülkeleri geçmişte yaşadıkları krizlerin etkisini bu kez yaşamıyor. Artan petrol ve emtia fiyatlarını avantaja çevirebildikleri için kriz büyümelerini bile destekliyor. Ayrıca, Almanya gibi ağır metal üretimine yoğunlaşıp ekonomisini ayrıştırabilen ülkeler de yara almadan krizden kolayca kurtuluyor.

TÜRKİYE TARTIŞMALI: Analistlerin Türkiye konusundaki yorumları ise ikiye ayrılıyor.

Bazıları Wall Street Journal gibi yüksek borçlarından dolayı Türkiye’nin krizden kolay kolay kaçamayacağını savunuyor.

Bazıları ise ABD ve Avrupa’dan kaçan yatırımların gidecek adres aradığını, Türkiye’nin de bunun için en iyi adresler arasında yer aldığını savunuyor.

Türkiye’de bir gün sonra kaçamayacak kalıcı yabancı yatırımların varlığı ise krizin etkisini en fazla azaltan etkenler arasında yer alıyor.

Brezilya’yı şeker ve kahve kurtardı

KAYNAK ve emtia zengini olduğu için refahın giderek arttığı Brezilya, 90’lı yıllarda kaybedenler listesinin en üst sıralarında yer alıyordu. O yıllarda ülkeden çıkan sıcak para ve artan faiz oranları nedeniyle zor günler yaşayan Brezilya şimdi kahve, şeker ve demir cevherine olan talep sayesinde krizin şanslıları arasında öne çıkıyor. Düşen faiz oranları sayesinde Brezilyalılar kredi kullanarak kolayca gayrimenkul, araç ve küçük işletme yatırımı yapabiliyor. Bu da GM gibi ABD’de zorluk çeken dev şirketlerin Brezilya’da 49 bin otomobil satabilmesini sağlıyor. Büyük yatırım bankaları Brezilya’daki büyümesini sürdürüyor. Ülkedeki bu potansiyel de kriz ortamında ABD ve Avrupa’dan kaçan paranın Brezilya’ya akmasını tetikliyor.

Petrol fiyatı krizden sonra 10 kat arttı Rusya kalkındı

1990
’larda yaşanan global krizin merkezi olan Rusya’da da ekonomi şimdi güvenli bir liman gibi. Bunda da yükselen petrol ve gaz fiyatları etkili oluyor. Oysa bundan sadece 10 yıl önce Rusya dış ve iç borçlarını ödeyemez hale gelmiş ve bir kriz patlak vermişti. Borsanın ve bankaların çok kısa zaman içinde çökmesiyle Rus ekonomisi birkaç gün içinde derin bir krize girmişti. Kriz kendisini sadece Rusya’da değil, global anlamda da göstermişti. Kriz rublenin devalüasyonu, iç ve dış borçların 3 ay süreyle ertelenmesi, banka ve finans kurumunun batması ve halkın fakirleşmesiyle sonuçlanmıştı. Ancak Rusya’da o yıllarda 10 dolar olan petrol varil fiyatları bugün 104 dolardan işlem görüyor. Bu artış Rusya’ya büyük ölçüde döviz kazandırıyor.

Kriz hangi ülkeyi nasıl etkiledi

AVUSTRALYA: Akıllıca büyümeye devam ediyor. Maden devi Rio Tinto 1.8 milyar dolarlık rafineri yatırımına hazırlanıyor. Onun rakibi BHP Billiton da kısa süre önce ülkede 850 milyon dolarlık doğal gaz projesine giriyor.

BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ-KATAR: Fiyatı hızla artan petrol, demir cevheri ve alüminyum büyümeyi destekliyor. Ancak, Katar’da enflasyon yüzde 14’lere ulaşıyor. Enflasyon yükselişi özellikle maaşı düşük işçilerin alım gücünün sürekli düşmesine neden oluyor.

ALMANYA-JAPONYA: Ağır makine üreticisi bu ülkeler ekonomilerini ayrıştırdığı için ABD’de başlayan kirizden etkilenmiyor. Almanya bu yıl ithalatının yüzde 5 büyümesini bekliyor. TAYLAND-FİLİPİNLER-MALEZYA: Amerika ile tüketim ürünleri konusunda büyük çaplı tacari ilişki içinde olan bu ülkelerin büyümesi yavaşladı.

BALTIK ÜLKELERİ-İRLANDA: Büyümeyi desteklemek için aldıkları yüklü borçlar bu ülkeleri şimdi zor durumda bırakıyor.

RUSYA: Ekonomi şimdi güvenli liman gibi. Yükselen petrol ve gaz fiyatları etkili.

BREZİLYA: Kaynak zengini olduğu için refahın giderek artıyor. Bunda da emtialar etkili oluyor.

ÇİN-HiNDİSTAN: Çin’deki hammadde üreticilerin ABD dışında kaynak bulmasını kolaylaştırıyor.

ORTADOĞU: Ortadoğulu petrol üreticileri artan petrol fiyatlarından doğan zenginliklerini yol havaalanı, yeni doğalgaz üretim tesisleri gibi alanlara yatırıyor.

TÜRKİYE: Doğu ve Orta Avrupa’daki bazı ülkeler gibi global piyasalara olan borçlarından dolayı zor bir dönem geçirebilir. Türkiye bu borçları tüketici ürünleri ve gayrimenkul sektörleri için almıştı.

ROMANYA-BULGARİSTAN

MACARİSTAN:
Kredi pazarı kuruyabilir. Bu da 90’lı yıllarda yaşanan krizin bir benzerinin oluşmasına yol açabilir.

İRLANDA: Krizden yara alabilecek ülkeler arasında yer alıyor. Bu da dağınık nüfusundan kaynaklanıyor. Kredi krizi İralnda’daki bankaların dışarıya daha yüksek faizle borçlanmaları anlamına geliyor. Bankaların borçları için kredilerin fiyatı da oldukça yükseldi.

LETONYA: Bütçe açığı milli gelirinin yüzde 23’üne denk. Zor günler bekliyor.


IMF çıpası Türkiye için çok önemli

 Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poor's (S and P) Türkiye analisti Faruk Soussa, Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) Türkiye için halen en önemli dış çıpalardan biri olduğunu söyledi.

Faruk Soussa, Türkiye ile IMF arasındaki ilişkiler konusunda, Küresel dalgalanmanın olduğu bir dönemde, iç ve dış çıpaların önemine dikkat çeken Soussa, bu çerçevede IMF ile ilişkilerin sürdürülmesinin önemine dikkat çekti.

DIŞ ÇIPA OLARAK IMF...

Türkiye'nin, güçlü bir ekonomik sicile rağmen, yatırımcı güveni açısından kırılgan bir durumda olduğunu vurgulayan Soussa, böyle bir süreçte kredibilitenin önemli olduğunu kaydetti.

Türkiye'nin içinde bulunduğu bir durumda, herhangi bir iç ya da dış çıpa olmadan piyasalarda yeniden güven temin etmenin zorluğuna dikkat çeken Soussa, bu nedenle, ekonomik programın bağlı olduğu ve mali disiplini koruma ile kredibilite açısından, mutlaka kuvvetli bir iç ya da dış çıpanın olması gerektiğini ifade etti.

İç çıpanın, örneğin mali kurallara güçlü bir taahhüt şeklinde olabileceğinin altını çizen Soussa, eğer böyle bir iç çıpa yoksa, dış çıpa olarak IMF'nin gerekeceğini vurguladı.

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poor's, dün Türkiye'nin ekonomik görünümünü, durağandan negatife çevirdi.

S and P, uzun dönemli döviz cinsinden BB(-) ve uzun dönemli yerel para birimi cinsinden BB olan kredi notlarının ise aynen teyit edildiğini de vurguladı.

Ekonomik görünümün negatife çevrilmesine neden olarak, siyasi ortamdaki gerginlik ile artan küresel ekonomik sorunlar gösterildi.

Standard and Poor's, dün yaptığı açıklamada, Hükümet'in “küresel ortamdaki bozulmayı ve siyasi belirsizlikleri başarıyla yönetebileceğini göstermesi halinde” ekonomik görünümün yeniden durağana geri dönebileceğini bildirdi.
S and P'den yapılan açıklamada, uzun dönemli döviz cinsinden BB(-) ve uzun dönemli yerel para birimi cinsinden BB olan kredi notlarında herhangi bir bozulma riski görülmemekle birlikte, siyasi belirsizlikler ile küresel ekonomik ortamdaki bozulmanın başarıyla yönetilmesi gerektiği vurgulandı.

Kredi derecelendirme kuruluşu, bozulan makroekonomik ortamın, Türkiye'nin dış kırılganlığını daha da artırabileceğini ve mali ve ekonomik riskleri yükseltebileceğine de dikkat çekti.

Sıkı para ve maliye politikasının sürdürüleceği inancının güçlü olduğu belirtilirken, mali disiplindeki ciddi bir bozulma ya da finansman koşullarındaki kötüleşmenin devam etmesi durumunun, mevcut kredi notu üzerinde baskı yaratabileceği vurgulandı.

IMF İLE GÖRÜŞMELER BAŞLADI

Öte yandan, Türkiye Masası Şefi Lorenzo Giorgianni başkanlığındaki Uluslararası Para Fonu (IMF) heyeti dün akşam Ankara'ya geldi.

Heyet, mevcut stand by anlaşması bitmeden, önceki son gözden geçirme çalışmalarını gerçekleştirmek üzere bugünden itibaren toplantılarına başladı.

IMF heyetinin yarın Devlet Bakanı Mehmet Şimşek ve ardından da diğer ilgili ekonomi kuruluşlarının üst düzey yetkilileriyle bir araya gelmesi bekleniyor.

Heyetin önümüzdeki hafta Cuma günü başlayacak olan IMF-Dünya Bankası Bahar Dönemi toplantılarına kadar Ankara'da kalması da bekleniyor.

Öte yandan, Devlet Bakanı Mehmet Şimşek başkanlığındaki ekonomi heyeti de 10 Nisan 2008 tarihinde Washington'a giderek IMF-Dünya Bankası Bahar Dönemi toplantılarına katılacaklar.
Türkiye ile IMF arasındaki mevcut stand by anlaşması, Mayıs ayında sona eriyor.

’Enflasyonda çift hane’ye gidiş davadan önce belliydi

 SANKİ ekonomide ortalık güllük gülistanlıktı, her şey yolunda gidiyor, gerekenler yapılıyordu da, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı AKP’nin kapatılması için dava açınca, ekonomi birdenbire kötü oldu, bu nedenle felakete gidiyoruz.

Yok böyle bir şey...

AKP’ye yakın basın organlarının bu yöndeki yayınlarını anlıyoruz; onlar ekonomiden ve piyasadan anlayan uzman gazeteciler bile istihdam etmeyip, misyon gazeteciliği yapıyorlar. Ancak kendilerine demokrat deyip, bu nedenle liberal ekonomiyi de bildiklerini zanneden bazı yazar büyüklerimiz de, son iki haftada her gün aksi ispat olmasına rağmen, bu argümanı kullanmaya devam ediyorlar....

Şimdi mart ayı enflasyonu çıkınca, yeniden bu argümanı ortaya atıp, AKP karşıtlarına sözde bu gerekçeyi kullanmaya kalkışıyorlar. Bu arada bazıları da işalemine "Bakın ekonomi bu nedenle kötüye gitmeye başladı" demenin gayreti içinde. Çünkü onlar, yeniden AKP’yi benimsetip, iktidarda kalması gerektiği konusunda işalemini ikna edip, sözde demokrat ve AB yanlısı olan hükümetin varlığını sürdürmesini sağlamak istiyorlar.

Ama işalemi, özellikle de ekonomiyi öğretmeye çalıştıkları büyük işadamları, neyin ne olduğunun, ipin ucunun nerede kaçtığının çok iyi farkındalar. Akıl vermeye kalkışacaklarına oturup o işadamlarını dinleseler, hiç olmazsa ekonomi ve piyasanın işleyişini öğrenebilirler. Eğer samimi oldukları işadamları varsa, onlara hükümetin ekonomi ve iş dünyası üzerinde nasıl baskı kurduğunu anlattırsınlar ki; kendi demokrasi anlayışları çerçevesinde mevcut uygulamaya demokrasi mi yoksa başka bir şey mi denileceğini bir kez daha görsünler.

Kendi meslektaşlarına son 5 yılda yapılanları bildikleri halde bunu hala demokrasiye ters görmüyorlar ama işadamları üzerindeki baskıyı dinledikten sonra, kendilerinin demokrat dedikleri sistemin adına asıl ne diyeceklerini, bir de onlardan dinleyelim.

Bakalım o zaman da "benim faşistim daha iyidir" mi diyecekler?

Özetle; bilmedikleri konuları siyasi emelleri için kullanmasınlar. AKP’ye kapatma davasının piyasalar üzerinde etkisi marjinal. Hala en önemli etken küresel piyasalar...

GEÇEN YILDAN BU GÖRÜNÜYORDU

Küresel krizin geldiğini, Türkiye’nin bundan etkileneceğini, bu arada enflasyonun önlem alınmadığı takdirde yeniden yükseleceğini, mali disiplinin korunması gerekirken, hükümetin seçimden yeni çıkmasına rağmen, bunun aksine "bana bir şey olmaz" havasında harcamaları artıran formüller aradığını, geçen yıldan beri yazıyoruz. Sadece biz değil, bizim gibi çok sayıda ekonomi gazetecisi ve ekonomist de bunu söylüyordu. Eylül Ekim aylarından beri bu gidişat belliydi ve uyarıların dozu giderek arttı. 10 Aralık’ta bu köşedeki yazımızda "Son beklenti anketi hem enflasyonda hem cari açıkta, beklentilerin son dönemde ne kadar bozulduğunu açıkca ortaya koydu. Biz zaten yüzde 8’in altına inemezken, dışarıdan gelecek etkinin, enflasyonu yeniden çift haneli rakamlara çıkarması kaçınılmaz olur" demişiz.

Ama Hükümet, "bir şey olmaz" deyip, ekonomide önlem alacağına, aksine mali disiplini bozan kararlara imza attı, bununla da yetinmedi siyasi havayı gerdikçe gerdi.

Durum böyleyken; hükümetin ekonomiyi kötü yönettiğini, gerekli tedbirleri almadığını, bu nedenle gelen artı olumsuzlukların ekonomiyi daha da kötü hale getirdiğini söylemek varken, hükümetin hiç suçu yokmuş gibi, dava açanlara ekonomi üzerinden tehdit, olacak iş değil.

Elbette siyasi gerginlik ekonomiyi etkileyecektir, önümüzdeki dönem bu etki artacaktır. Ama bu saptamanın içinde bile "siyasi havayı kimin gerdiği?"sorusuna yanıt aramak gerekmez mi.

Bu argümanı sık sık ortaya atanlar, korkarım ki yakında, "Küresel krizi de AKP’ye karşı olanların çıkardığını" veya "küresel krizin demokrasiye aykırı" olduğunu söyleyeceklerdir.

Bunun adı piyasa ekonomisi; demokrasi dediğinizin temeli yani. Yani siz istediniz diye herhangi bir argümanı, hele gerçek olmayan bir argümanı satın almaz.
 

Ücretler mi düşsün, faizler mi

EKONOMİ, bir tanıma göre hangi maldan ne kadar üretilsin kararlarının nasıl alındığını inceleyen bir bilimin adıdır. İktisada girişte hocalar, derslere "ne kadar tereyağı ve ne kadar silah" üretileceği kararının nasıl alındığını anlatarak başlar.

Burada öğrencinin bellemesi gereken temel ilişki, çok tereyağı üretmek istenirse, az silah üretmek gerektiğidir. Çünkü iktisat, kıt kaynakların, sonsuz ihtiyaçların karşılanması için nasıl tahsis edileceğini inceler denir. Bu, işin üretim tarafıdır. Bir de bu işin üleşim yanı vardır. Yani iktisat, belli bir zamanda toplamı sabit olan milli gelirin, çok sayıda birey arasında nasıl dağıtılacağını da inceler. Milli geliri dağıtan gelir türlerine, üretimi yaratan amillere (faktörlere) bağlı olarak "faktör gelirleri" denir. Gelirler temelde "emek" ve "sermaye" gelirleri diye ikiye ayrılır. Kár, kira ve faiz, sermaye gelirleri, ücret ise emek geliridir. İktisadi analiz açısından, faiz gelirinin "reel faiz"in, kár geliri denince de bunun "dağıtılan kár payı" olarak anlaşılması gerekir. Pek tabii kira gelirlerine, kişinin sahip olduğu ve kendisinin kullandığı, dolayısıyla üçüncü kişilere kira adı altında bir para ödemediği için zımnen elde ettiği kira da dáhildir.

* * *

Bu bağlamda ücret kelimesi, mutlaka bordro üzerinden alınan maaş anlamına gelmez. Kayıt dışı veya götürü çalışanların veya bahşiş veya haraç alanların da geliri ücrettir. Çiftçinin, çobanın, yarıcının gelirleri de ücrettir. Telif hakları, serbest meslek kazançları da aynı gerekçeyle yani "katma değeri yaratan esas faktör emek" olduğu için ücrettir. Elleriyle çalışan sanatkár esnafın, sanatını icra ederken işleyip sattığı malzemenin maliyeti üzerine koyduğu "kár payı" da ücrettir. Özbek pilavı, kokoreç, midye dolma ve simit satan seyyar satıcın sattığı malların, alışla satış fiyatı arasındaki fark da kár değil, ücrettir. Başa dönelim. Nasıl üretimde kaynak tahsisi, cebirsel olarak bir ödünleşmeyi ifade ediyorsa, milli gelirin dağılımı da, belli bir ödünleşme yüzdesi içerir. Yani nasıl daha fazla tereyağı üretildikçe, daha az silah üretilme mecburiyeti varsa; sermaye gelirleri arttıkça, emeğin milli gelirden aldığı payın azalması da cebirsel bir zorunluluktur.

* * *

Şimdi yukarıdaki açıklamaları niçin yaptığımı anlatayım. Türk ekonomisinin aksayan yönlerinin açık ara birincisi, cari işlem açığıdır. Daha da kötüsü cari işlem açığının yapısal hale dönüşmüş olmasıdır. Yani Türkiye konjonktürel olarak bir veya iki yıl cari açık vermiş değildir. Ekonomimiz cari açık yaratan bir yapıdadır. Aklı başında her iktisatçı bu işin böyle sürmeyeceğinin bilincindedir ve kaygılıdır. Cari açığın gerisinde değerli ulusal para, onun da gerisinde yüksek faiz vardır. Cari açığın yarattığı riski azaltmak için brüt değil net, yani katma değer ihracatının artması şarttır. Hálbuki Türkiye’de katma değerin büyük kısmını oluşturan emek maliyeti dövizle ölçülünce "rakip ülkelere" kıyasen yüksektir. Bu durumda katma değer ihracatını arttırmak için ya ücretler düşürülecek, ya da döviz fiyatı çıkacaktır. Yani faizler düşürülecektir. Mesele çetindir. İktisatçı için zaman, zor zamandır; somut iktisat politikası önermenin tam zamanıdır.

Son Söz: Ya insanlar olaylara yön verir, ya da olaylar insanlara.
 

5 milyon Alman turist Türkiye'ye geliyor

 Almanya'dan Türkiye'ye gelen turist sayısının her geçen yıl arttığı, 2007'de 4 milyon 150 olarak gerçekleşen Alman turist sayısının, 2008'de 5 milyona yaklaşmasının beklendiği belirtildi.

Almanya'nın Ankara Büyükelçiliği Ekonomi ve Ticaret Müsteşarı Dr. Markus Lang, Türkiye-Almanya arasındaki ekonomik işbirliğini geliştirmek amacıyla Almanya'nın Ankara Büyükelçiliği, Konya Sanayi Odası (KSO) ile Türk-Alman Ticaret ve Sanayi Odası tarafından Dedeman Otel'de düzenlenen Türkiye-Almanya İşbirliği Günü'nde, Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerin çok eskilere dayandığını, özellikle iki ülke arasındaki ekonomik ve kültürel ilişkilerin üst düzeyde olduğunu söyledi.

Almanya'nın, ticaretin yanı sıra özellikle gönderdiği turistlerle Türkiye'ye önemli katkılar sağladığını vurgulayan Lang, şunları kaydetti:
“Türkiye'ye gelen turist sayısı her geçen yıl artış gösteriyor. Sadece 2006'da bazı nedenlerden dolayı Alman turist sayısında azalma oldu. 2004'te 3 milyon 900 bin civarında olan turist sayısı 2005'te 4 milyon 240 bine çıktı. Sayı 2006'da 3 milyon 762'ye geriledi. Geçen yıl eğilim tekrar artış yönünde oldu ve Türkiye'ye 4 milyon 150 bin Alman turist geldi. Bu yıl da yükselişin sürmesi, sayının 5 milyona yaklaşması bekleniyor.”

Lang, Almanya ile Türkiye arasındaki ticarette ise ithalat ve ihracatta farklı sektörlerin öne çıktığını belirterek, Türkiye'nin Almanya ihracatında sırasıyla tekstil, elektronik, otomotiv, gıda ve makinelerin geldiğini söyledi.
İthalata bakıldığında ise otomotiv ve makinelerin ilk sırada geldiğini vurgulayan Lang, “Bu makineler Türkiye'de doğrudan üretime katılan, üretim yapan makinelerdir. Türk ekonomisinin kapasitesinin, gücünün artmasını sağlayan makinelerdir” dedi.

Lang, son yıllarda Türkiye'ye Avrupa'dan gelen ve giden mal miktarında gerileme olduğunu ifade ederek, “Bunun nedeni, Rusya'dan enerji ithalatının artması ve Çin'den Türkiye'ye gelen ürünlerin yükselme eğilimidir. Bu eğilim sürerse Çin'den gelen ürünler Alman ürünlerini geçebilir. Bunun gözönünde bulundurulması gerekiyor” diye konuştu.

Türkiye 15'inci büyük ekonomi


Milli gelir hesaplarında 'yeri seriye' geçilmesiyle 2008 yılında 941 milyar 584 milyon dolarlık satın alma gücü paritesiyle gayri safi yurtiçi hasılaya (SGP-GSYH) ulaşacak olan Türkiye, dünyanın en büyük ekonomileri sıralamasında 19'unculuktan 15'inciliğe yükseldi.

Uluslararası Para Fonu (IMF) resmi internet sitesinde, 2006-2013 dönemi tahminlerini yayımladı.

Türkiye'nin hesaplamada Birleşmiş Milletler sistemi yerine Avrupa Birliği sistemini esas alan ve baz yılını 1987'den 1998'e çeken yeni seriye geçilmesi IMF tahminlerinde yer aldı. Yeni seri milli gelir rakamlarını yaklaşık üçte bir oranında büyüttü.

Bu durum, milli gelirde reel bir artışı ifade etmiyor ancak ekonominin aslında var olan ama eski seriyle ölçülemeyen üçte birlik bölümünün milli gelir rakamlarına eklenmesiyle bulunuyor.

IMF tahminlerine göre, eski seriyle 2008 yılında 773,7 milyar dolarlık SGP-GSYH ile 19'uncu sırada yer alması beklenen Türkiye, yeni seriyle 941 milyar 584 milyon dolarlık SGP-GSYH 15'inci sıraya çıktı.

Türkiye'nin, 2008 tahminlerine göre cari GSYH'si ise 748 milyar 301 milyon dolar olacak. Bu rakamla, Türkiye'nin en büyük ekonomiler arasında, 17'incilikteki sırası değişmeyecek.

AA muhabirinin IMF verilerinden yaptığı sıralamaya göre, 2007'ye göre 2008 yılında ABD, Çin, Japonya, Hindistan ve Almanya'dan oluşan ilk 5 değişmeyecek. 2008 yılında 2 trilyon 274,6 milyar dolarlık SGP-GSYH'ye ulaşacak olan Rusya, İngiltere'yi geride bırakarak 6'ıncı sıraya yükselecek. Rusya, 2006 yılında da Fransa'yı geçmişti. İlk 20'deki bir diğer değişiklikte İran'da yaşanacak. 2007 yılında 18'inci olan İran, 2008 yılında Avustralya'yı geride bırakarak 17'inci sıraya yükselecek.

Yeni seriyle Güney Kore'nin ardından 15'inci olan Türkiye, 941 milyar 584 milyon dolarlık SGP-GSYH ile 1 trilyon dolarlık psikolojik sınıra da dayanmış oldu. Türkiye, eski seriyle 14'üncü sıradaki Güney Kore'nin 502,2 milyar dolar daha az SGP-GSYH'ye sahip olacakken, yeni seriyle bu rakamı 334,3 milyar dolara indirdi.

TÜRKİYE, SGP İLE KİŞİ BAŞINA GSYH'DE 60'INCI...

Türkiye'nin SGP ile kişi başına GSYH'si ise bu yıl 13 bin 511 doları aşacak. Türkiye, bu gelirle dünyada Malezya'nın ardından 60'ıncı sırayı alıyor.

IMF tahminlerine göre, bu yıl dünyanın en zengin ülkesi ünvanını 84 bin 833 dolarla Lüksemburg'dan Katar devralacak. Lüksemburg 83 bin 456 dolarla ikinci, Norveç 55 bin 452 dolarla üçüncü sırada. Dünya sıralamada, Malta 4., Singapur 5., Brunei Sultanlığı 6., Kıbrıs Rum Kesimi 7., ABD 8., İngiltere 22., Almanya 24., Japonya 25., Fransa 26., İtalya 29., İspanya 30., Yunanistan 31. durumda.

BÖYLE GİDERSE 2011'DE ENDONEZYA, TÜRKİYE'Yİ GEÇECEK

Bu arada IMF'nin 2013'e kadarki tahminlerine göre 2011 yılında Endonezya, SGP-GSYH'de Türkiye'yi geride bırakacak.

Bu yıl 906,7 milyar dolarlık SGP-GSYH ile 16. olan Endonezya, 2011 yılında 1 trilyon 159,7 milyar dolara, Türkiye ise 1 trilyon 146,5 milyar dolara yükselecek. Türkiye, 2013 yılında 1 trilyon 311,1 milyar dolarlık bir SGP-GSYH ile, Endonezya'nın (2013 SGP-GSYH'si 1 trilyon 369,5 milyar dolar) ardından 16'ıncılıktaki yerini koruyacak.

En büyük ekonomiler sıralamasında 2013'te Hindistan, Japonya'yı geride bırakarak 3. sıraya, Brezilya, Fransa'yı geçerek 8. sıraya, Meksika, İspanya'yı geçerek 11. sıraya, Güney Kore, Kanada'yı geçerek 13. sıraya yükselecek. Hollanda ilk 20 dışına (23. olacak) çıkarken, 21. sıradaki Polonya, 20. sıraya yerleşecek. IMF tahminlerine göre, Türkiye 2008-2013 döneminde SGP-GSYH'sini cari fiyatlarla yıllık ortalama yüzde 6,85, Endonezya ise yüzde 8,6 artıracak. Türkiye'nin Endonezya'ya geçilmemesi için yüzde 6,85'lik büyümeyi 0,95 puan artırması ve cari fiyatlarla yüzde 7,8'e taşıması yeterli olacak.

Türkiye'nin, cari fiyatlarla GSYH'si 2008-2013 döneminde 748 milyar 301 milyon dolardan 952 milyar 701 milyon dolara, kişi başına GSYH'si ise 10 bin 738 dolardan 12 bin 911 dolara yükselecek. Bu rakamlarla Türkiye, toplam GSYH'de 17'incilikteki sırası değişmezken, kişi başına gelirde 55. sıradan 57. sıraya gerileyecek. IMF'ye göre, 2007 yılında 9 bin 629 dolar olan kişi başına milli gelir, 2008 yılında ilk kez 10 bin doları aşarak 10 bin 738 dolara ulaşacak.

Soros: Kriz geride kaldı, yan etkiler çıkabilir

ADI devrimlerle anılan para sihirbazı, ünlü spekülatör George Soros, AKP’ye kapatma davası nedeniyle kendi sorunlarıyla ilgilenmesi gereken Türkiye’de ekonominin olumsuz etkilendiğini söyleyerek, "Türkiye artık yatırımlar için güvenli liman değil" dedi. Soros Brezilya’nın ise şu an dünyadaki en iyi durumdaki ekonomiler arasında yer aldığını belirtti. Konut fiyatlarındaki düşüş eğilimi nedeniyle subprime krizinden doğan zararın IMF’in tahiminin aksine 1 trilyon doları da aşabileceğine dikkat çeken Soros, "Finans krizinin akut aşaması geride kaldı. Ancak, ekonomi üzerinde yeni etkileri ortaya çıkabilir. Düzenleyici kurumlar Mortgage piyasasını düzenlemekte başarısız oldular. Ama onların da hata yapma hakkı var. Merkez bankalarının ellerinde dolar tutma istekleri de azaldı. Ne yazık ki doların yerini alabilecek herhangi bir para birimi de yok" dedi.

EMTİA KRİZİ KAPIDA: Yenı kitabı "Finans Piyasaları için Yeni Paradigmalar’ın tanıtımı için bir tele konferansta konuşan Soros ABD’nin 1930’dan bu yana en büyük krizi yaşadığına dikkat çekerek "Ülkede resesyonun yanısıra değeri düşen doların ve yükselen petrol, gıda fiyatlarının etkisiyle enflasyon da etkileniyor. Gıda üstünde büyük spekülasyonlar dolaşıyor." 

 
 
   
Bugün 4 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol